Sinemanın Jeanne d'Arc 'ı

Bergman'la her zaman büyük gurur duyan İsveç halkı bir meydana onun ismini verirken külleri,kenarına onun heykelinin dikildiği denize serpilir.

Hollywood'un Altın çağının görkemli yıldızlarından, bir gül türüne ismini verecek ve Amerika'nın en zengin adamlarından Howard Hughes'a onu özel jetinde ağırlayabilmek umuduyla New York - Los Angeles arasındaki tüm tarifeli uçak biletlerini satın aldırtacak güzellikteki Ingrid Bergman ,1915 yılının 29 Ağustos günü ressam ve fotoğrafçı İsveçli bir babanın ve Alman annenin kızı olarak hayata gelir.
Annesini 2 yaşında ,babasını ise 12 yaşında kaybeden asi ruhlu ve gürültücü bir çocuk olan Ingrid'in çocukluğuna dair tek hatırladığı şey etrafındaki herkesin peş peşe ölmesidir.

Hayatı boyunca yurtsuz ve köksüz hissedecek olmasında da bunun payı olması muhtemeldir ama bunun Bergman'da yarattığı duygu kaygı değil özgürlük hissidir.

Mesleğine olan aşkını saymazsak sadık kalacağı tek şey, özgürlüğü olur.

Sinemanın Jeanne d'Arc 'ı - Resim : 1

1945 yılında "Spellbound /Öldüren Hatıralar", 1946'da "Notorius /Aşktan da Üstün" ve 1949'da "Under Capricorn/ Kapri Yıldız" filmlerinde kariyerindeki dev yönetmenler zincirinin ilk halkası olacak Alfred Hitchcock ile çalışır.

Hitchcock ölene kadar sürecek ve asla karşılık alamayacağı saplantılı ve hastalıklı bir aşkla bağlanır Ingrid Bergman'a.

Hitchcock'a göre Bergman, filmleri hayattan daha ciddiye almaktadır. Hitch, onu usta oyuncu yönetimiyle ve dehasıyla hafifletecek ve oyunculuğunu bir üst seviyeye taşımasında mentorluk yapacaktır.

Bergman'ın büyük oyunculuğuna ve yakıcı cazibesine bile gölge düşüren ise özel hayatındaki tercihleriyle Amerikan gelenekçi ahlakına yaptığı "affedilmez saygısızlık" olur.

Avrupa'da savaş çıkınca, İsveç'te yaşayan kocası ve küçük kızını yanına alan Bergman kendisi tamamen mesleğine odaklanmış bir şekilde stüdyoda yaşarken arasıra onları ziyaret eder.

Savaş sonrasında filmlerinin gösterimi için Berlin'e geldiğinde ünlü savaş fotğrafçısı Robert Capa ile tanışır ve onu şöhret ve başarının tehlikeleri konusunda uyaran bu karizmatik ve yetenekli sanatçıya aşık olur.

Sinemanın Jeanne d'Arc 'ı - Resim : 2

Onunla yaşadığı tutkulu ilişkiye ailesini terk etmediği için göz yumulsa da ikiyüzlü Amerikan püriten ahlakının onu topyekun bir saldırıyla çarmıha germesi için ünlü yönetmen Roberto Rosselini ile olan aşkının ortaya çıkması yeterli olacaktır.

Rosselini'nin "Roma, Açık Şehir" filmini izledikten sonra kendi deyimiyle "içinde bir kuş kanat çırpar" ve tekrar aşık olur.

Hollywood'dan sıkılan ve değişik birşeyler yapmak isteyen Bergman, Rosselini'ye onunla beraber çalışmak istediğini belirten, bir miktar da flörtöz bir mektup yazar ve ailesini terkederek İtalya'ya gider.
Bunun üzerine Hollywood tarafından karalisteye alınan Bergman, Rosselini'den evlilik dışı bir çocuk yapar ve onunla yaşamak ve film yapmak üzere İtalya'ya yerleşir.

İki yıl sonra da biri ileride ünlü bir oyuncu olacak Isabella Rosselini olmak üzere ikizleri doğar.
Rosselini ve Bergman sinema açısından da üretken bir 5 yıl geçirip bu süre zarfında beraber 6 film yaparlar.

Çocuğunu ve kocasını bırakıp başkasına aşık olması ve daha beteri bunu kamuoyundan saklamayıp açıkça yaşaması "Amerikan kadınlığı" için tehdit olur.

Radyodaki sesi bile tehdit oluşturan Bergman için Washington'da bir senatör "Ingrid Bergman'ın küllerinden daha iyi bir Holywood doğacaktır" bile diyecektir.

İlk en iyi kadın oyuncu Oscar'ını "Gaslight/ Işıklar sönerken " filmindeki performansıyla 1945 yılında alan Bergman, "Anastasia" filmiyle kazandığı ikinci Oscar'ını "sürgünde" olduğu için alamazken heykelciği onun yerine yakın arkadaşı Cary Grant alacaktır.

Filmin tamamı Avrupa'da çekilmiş olsa da Anastasia onun Hollywood'a "affedilerek" geri dönüş filmi olur. Kendi deyimiyle "bir azizeyken fahişeye dönüşen kadın tekrar azize olmuştur".

Bu sırada Rosselini Hindistan'da film çekerken Hintli bir kadına aşık olur, kadın hamileyken Ingrid'le boşanırlar.

Bergman Amerika'ya döndükten sonra "Kaktüs Çiçeği " filminde 54 yaşındayken canlandırdığı orta yaşlı bir sekreter rolüyle ünlü oyuncu Walter Matthau ile unutulmaz bir çift olarak komedi dalında da oyunculuğunu ispatlar.

Üçüncü Oscar'ını bu kez "En iyi yardımcı kadın oyuncu" dalında kazanacağı gelmiş geçmiş en başarılı Agatha Christie uyarlaması olan "Şark Ekspresinde Cinayet" filminde oynadıktan sonra 1978 yılında sinema tarihinin en muhteşem filmlerinden biri olan "Güz Sonatı"nda bir büyük deha Ingmar Bergman'la da çalışacaktır.

“Bu film yüzünden hayranlarımı kaybedeceğim" diyen Ingrid'e, sinema tanrısı Ingmar'ın cevabı şu olur: "Ben sana yenilerini yaratırım merak etme!"

İsveç'in sinema alanındaki bu iki dev isminin hiçbir akrabalık ilişkisi bulunmadığını da burada belirtelim.
Kendisini "içinde bir aslan barındıran dünyanın en çekingen varlığı" olarak tanımlayan Ingrid Bergman, hayata çocukluğundan ölümüne kadar tuttuğu günlükler, sürekli çektiği aile fotoğrafları ve filmlerine ek olarak biriktirdiği anı belgeleriyle tutunurken, sadık kaldığı şey her zaman tutkuları ve meslek aşkı olur.
Terkedilen çocuklarını elbette umursar ama pişmanlığı yoktur .

Macera hissi ve hayatını dolu dolu yaşama isteği ağır basar.

Çocukları annelerini "cazibe ve sessiz cesaret " kavramlarıyla tanımlarken, Bergman onlar için arada sırada ortaya çıkan ama çok eğlenceli bir anne olur her zaman.

Toplumda adı "kötü anneye" çıkmış "yanlarında olmayan" annelerinin en yakın arkadaşıyla karşılıklı yazdığı mektupları, ölümünden sonra okuduklarında, mektupların neredeyse tüm içeriğinin annelerinin onlar için olan duyguları ve kaygıları olduğunu gören çocukları çok şaşıracaktır.

"Sadece yapmadığım şeyler için pişmanlık duyarım yaptığım şeyler için değil" diyen Bergman, hayatının sonbaharını İsveç'te üçüncü eşinin sahibi olduğu adada huzur ve dinginlik içinde geçirir ve bir 29 Ağustos günü , 67. yaşgününü kutladığı gün İngiltere'de hayata gözlerini yumar.

Bergman'la her zaman büyük gurur duyan İsveç halkı bir meydana onun ismini verirken külleri, kenarına onun heykelinin dikildiği denize serpilir..