Hararetli ve hareketli ülke gündeminin düşündürdükleri…

Artık sır olmayan örnekleri çoğaltabiliriz. Üretim düşük, tüketim yüksek, işsizlik tavan, ihracat yok, ithalat yüksek, borç artıyor, İŞKUR önündeki iş kuyrukları her gün uzuyor, ne eğitimde, ne istihdamda olan genç sayısı 3 milyonu aşmış, sayelerinde “ev gençlerimiz” olmuş. Suçlu kim? Bilen var mı?

Canların sıkkın, ortamın toz duman, gaddarlığın ve acımasızlığın tavan yaptığı, vefanın tedavülden kalktığı, hüznün yorgun kalpleri daha da yorduğu, insanların en çok da kendine sığınmak yerine kendinden kaçtığı bugünlerde nefes açan, ilaç gibi gelen, göz ve gönül dolduran buluşmaları özleyip, dost ortamları ne çok arar olduk değil mi?

Özellikle de seyahate çıkmak, sergilere gitmek, nitelikli müzik dinlemek, tiyatro- opera, bale, dans gösterileri izlemek gibi…

Hele de hırsı icraatlarının önünde gidenleri görünce insanların sadece durup düşünmediği, saç baş yolup, derin ahlar çekip, nereden nereye deyip durduğu günümüzde…

Her yana çekilebilecek açıklamalarıyla toplumda ciddi ve haklı kaygılar uyandıran siyasi dehalara soralım! Marketlerde alarm takılan sütler, bardakla satılan sıvı yağ, dilimle satılan peynir, çorbanın tadı değişsin diye 30 gramı 5 lira olan kıyma alan kadınlar, et- süt- yumurta üçlüsünün dar gelirliler için lüks olması ve ailelerin çaresiz kalması sizler için ne ifade ediyor?

Meydan okuyarak, söz düellosuna girerek, kendi gündemiyle milleti oyalayarak, siyaseten kapışarak, zihinsel kodlarımıza kazınan sözler edenlere soralım?

Çevre dâhil 6 bakanlığın bütçesini geride bırakan Ankara’dan Edirne’ye, Kayseri’den Ağrı’ya, Adıyaman’dan Nevşehir’e, Şanlıurfa’dan Manisa’ya 5 yılda 11 milyar lira harcanan millet bahçelerinin yerine daha işlevsel yatırımlar yapılamaz mıydı? Bu zorlu ve sorunlu koşullarda kim millet bahçelerine gidip kek yiyerek yerlerde yuvarlanabilir?

Yine bu tür sıkıntılar bütün dünyada var deyip işin içinden çıkanlara soralım? İyi de biz aynı zamanda dünya lideri isek niye olsun?

Manidar sessizlik sürüyor!

Hal böyle iken insan söze nereden başlayacağını da bilemiyor doğrusu! İçe gömülen sorunlar mı, yanıt bekleyen sorular mı, kapanmayan yaralar mı, gittikçe artan ve sıkan konular mı, yaşatılan acılar mı, her gün dozu yükselen keder ve hüzünler mi? Say sayabildiğin kadar. Derken tüm bu sıralanan ve unutulanların insanın önüne ağır sağlık sorunları, çöken bağışıklık sistemi, bozulan psikoloji olarak çıkan sonuçları! Hadi gel bu faturayı öde diyen ortam ve iklim…

CB diyor ki; “2022 yılı ihracatımız geçen yıla göre yüzde 12.9 oranında artışla 254.2 milyar dolar olarak gerçekleşti.” İyi de ithalatın 364.4 milyar dolar olduğu gerçeğini nereye koyalım?

Vatandaş zamlardan, esnaf maliyetten şikâyetçi iken! 2022 yılında 125 bin 892 esnaf iflas etmişken! Her ay iflas eden ortalama esnaf sayısı 10 bini aşıyorken! En çok iflas yaşanan şehir 13 bin 160 esnafın kepenk kapattığı bir zamanlar taşı toprağı altın olan İstanbul olmuşken gel de kederlenme…

Bir zamanlar “fasulye de kendini nimetten sayarmış!” diye bir söz vardı. Fasulyenin pabucu dama atılalı çok oldu! Artık kendini nimetten sayan o kadar çok nimet var ki. Kuru soğandan yeşil soğana, ıspanaktan lahanaya, maruldan patatese ortalarda kurum kurum kurulan ve yanına zor yaklaşılan ürünler, pazarda bile kilosu 40 liraya satılan domates ve salatalık fasulyeyi tahtından indirdi. Özellikle kuru soğan yüzde 202,8’e yaklaşan fiyat artışıyla şampiyonluğunu ilan etti. Bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için her ay gıdaya 8 bin 167 TL harcaması gerekirken bünyenin kaldıramayacağı yükler bindi.

Canım ülkemden canlı örnekler…

Şimdi yetkili zevat koro halinde külliyen yalan, batı bizi kıskanıyor, şehir efsanesi demeye kalkmasın. Gerçekler ve rakamlar ortada. Sözü buraya getirmişken düne gidelim bakalım neler olmuş? Sonra bugüne gelelim bakalım neler oluyor? Durmadan bizi kıskanan Avrupa’nın en pahalı etini yiyoruz. Ayrı bir yazı konusu olacak kadar uzun bu konuya tekrar döneriz.

Yiyemeyen, içemeyen, giyinemeyen, gezemeyen, sosyal faaliyet yapamayan, ısınamayan, aydınlanamayan, barınamayanların yoğun olduğu ülkemizde; Ekonomimiz harika, demokrasimiz kusursuz, yaptıklarımız dört dörtlük diye diye 10 yılda 12 milyondan fazla yabancıyı ülkeye dolduranların gelinen noktada hiç mi kabahati yok.

Artık sır olmayan örnekleri çoğaltabiliriz. Üretim düşük, tüketim yüksek, işsizlik tavan, ihracat yok, ithalat yüksek, borç artıyor, İŞKUR önündeki iş kuyrukları her gün uzuyor, ne eğitimde, ne istihdamda olan genç sayısı 3 milyonu aşmış, sayelerinde “ev gençlerimiz” olmuş. Suçlu kim? Bilen var mı? Sakın Avrupa olmasın…

Etiketler
İşsizlik Borç Muş