“Yolumuzu aydınlatıyor” dedikleri Necip Fazıl nasıl bir düzen istiyordu?

Erdoğan dâhil olmak üzere, Necip Fazıl’ı yolundan gittikleri mürşitlerden biri olarak görüyorlarsa, fikirlerini de aynen sahipleniyorlar mı, bunu açıkça ifade etmeliler.

Necip Fazıl Ödülleri’nin dokuzuncusu geçen hafta düzenlenen bir geceyle sahiplerine verildi. Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı forslu kürsüden uzun bir konuşmayla Necip Fazıl’ı andı. Erdoğan’ın “Üstadın ömrünü adadığı davası, tüm bu mücadelemizde bize moral vermiş, güç kaynağı olmuş, azmimizi bilemiştir. İnşallah daha asırlar boyunca da üstadın ateşini yaktığı meşalenin ışığı yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir” sözleri AKP’nin Kısakürek’e verilen anlamı özetliyor.

Bahse konu olan iyi bir şair, oyun yazarı, edebiyatçıdan çok “ömrünü davaya adamış” Necip Fazıl’dır. İslamcı, milliyetçi, muhafazakâr yelpaze, sevdiği “dava adamını” 1980 sonrasında da öne çıkartmak için çaba sarf etti. AKP’li yıllarda ise Necip Fazıl için başköşede bir yer hazırlandı. Hakkında belgeseller yapıldı, Kültür Bakanlığı 2004’ü “Necip Fazıl Yılı” ilan etti. Erdoğan’ın özel ilgi, sevgi ve bağlılığını bu kadirşinaslığın en önemli sebeplerinden biri sayabiliriz. Zira çok önem verdiği, “davaya” vurgu yaptığı her konuşmada “üstadını” mutlaka anıyor.

Fakat “üstat” anılırken daima üzerine adeta bir tül çekiliyor ve ne dediği tam olarak bir türlü anlatılmıyor. Hakkını verelim Necip Fazıl ne istediğini, “ideolocya”sını, “Büyük Doğu İdeali”ni kendi üslubuyla açıkça ortaya koymuş. Bence onu kim seviyor ve fikirlerini benimsiyorsa bu fikirlerin ne olduğunu da ortaya koymalı, sahiplenip sahiplenmediğini bütün topluma anlatmalı.

DİĞERLERİNE BENZEMEYEN BİR İSLAMCI DAVA ADAMI

Necip Fazıl Kısakürek’in hayatının oldukça enteresan bir hikâyesi var. 1904’te, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Çemberlitaş’ta bir konakta dünyaya gelir. Büyük dedesi Hariciye Nazırlığı’na kadar yükselmiş bir paşa, dedesi ve babası da hukukçudur.

“Yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku” diye anlattığı çocukluk yıllarında Fransız Papaz Koleji, Amerikan Koleji, mahalle mektebi gibi okullarda eğitim aldıktan sonra Bahriye Mektebi’ne yazılır.

Bahriye Mektebi şairliğinin doğuş yıllarıdır. Nâzım Hikmet’in de okuduğu bu okulun hocaları arasında Yahya Kemal, Hamdullah Suphi gibi hocalar vardır ve Necip Fazıl “Ne oldumsa bu mektepte oldum" der. Fakat bu okulu son sınıfta terk ederek “İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi”ne kaydolur. İlk şiirleri bu yıllarda yayımlanmaya başlar ve aynı dönem kazandığı bursla Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümüne başlar.

Paris macerası bir yıl kadar sürer, ülkeye döndüğünde genç şair artık bir kumar tutkunudur. Ancak felsefeyle hiç alakadar olmamış değildir. Sezgiyi ve mistik duyguları temel mesele halinde ele alan Bergson’un derslerine dikkat kesilir, felsefeye sırt döndüğü sonraki yıllarda bile Bergson kendisinde özel yerini korur.

Paris dönüşü Osmanlı Bankası, İş Bankası gibi kurumlarda çalışır. Fakat Paris’in etkisinden kurtulmaz, bohem hayatı çalışma döneminde de devam eder. Asmalımescit’teki bir pansiyon odasındadır ve diğer sakinler arasında Peyami Safa, İbrahim Çallı, Mesut Cemil, Elif Naci, Eşref Şefik gibi isimler vardır. Bu ruh hallerinin etkisiyle “Kaldırımlar”, “Ben ve Ötesi” gibi şiir kitapları ortaya çıkar. Necip Fazıl artık tanınan bir şairdir.

NECİP FAZIL ŞEYHİYLE TANIŞIYOR

1934 yılı Necip Fazıl’ın hayatındaki ciddi kırılmalardan birini yaşadığı yıldır. Mina Urgan “Bir Dinozorun Anıları”nda şöyle anlatıyor:

“1930'lu yılların Necip Fazıl'ı ile 1940'lı yılların Necip Fazıl'ı arasında uzaktan yakından en küçük bir benzerlik yoktur. Bunlar iki ayrı kişidir sanki. Birincisini çocukluğumdan beri çok iyi tanırdım. Annemin bir yakın arkadaşına aşık olduğundan, bizim evden çıkmazdı. İkincisini ise, hiç görmedim, hiç tanımıyorum...”

“Dinle hiç ilgisi yokken, ansızın, sadece dindar değil, dinci oluverdi.”

Urgan, Necip Fazıl’ın 1934 öncesi dönemine dair ilginç pek çok anıyı kitabında paylaşmış, okumayanlara tavsiye ederim.

1934 yılına dönersek, kendi anlattığına göre vapurda bir kişi Necip Fazıl’ın eline Abdülhakîm Arvâsî’nin adresini tutuşturur. Ağa Camii’ndeki adrese giderek şeyhle tanışan şair çok etkilenir. Bu etki ona daha sonra şu dizeleri yazdırır: "Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız; ruhuma büyük, temel çivisini çaktınız."

"Ebediyen köpeğin olarak kendi köpekliğimden çıkayım; insan olayım!" dizeleri ise şairin psikolojik vaziyetini, savrulmalarını anlamamıza yardımcı olabilir. Şeyhle tanışmasından sonraki yıllarda da uzun süre ruhsal bunalımları şiddetlenerek sürer.

Birine böylesine bağlanmak, kendi benliğinden vazgeçmek gibi anlaşılabilir ama şairdeki hal bu değildir. Şeyhinin "Keşke bu kadar zeki olmasaydın!" demesinde bu bağlılığın sırrını bulabiliriz. Necip Fazıl çocukluğunda, gençliğinde kendisinde daima bir “üstün insan” özelliği görür. Bu duygu esasında bütün hayatına egemen olmuştur.

1935 yılında çıkarttığı “Tohum” adlı eserinde Arvasi etkisini görürüz. Mistik, metafizik sembollerle bezenmiş şiirler yazar. 1936’da Celal Bayar’ın sağladığı imkânlarla Ağaç adlı dergiyi çıkartır. 1938’de Ulus Gazetesi’nin düzenlediği milli marş yarışmasını “Büyük Doğu Marşı” şiiriyle kazanır ama marş resmiyet kazanmaz. “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet! Güneşten başını göklere yükselt!” dizeleriyle başlayan şiir dönemin resmi ideolojisine uygundur.

Necip Fazıl aynı yıl içinde köşe yazarlığına başlar; Haber, Son Telgraf gibi gazetelerde çalışır. Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından Ankara Devlet Yüksek Konservatuarına öğretim görevlisi olarak tayin edilir, sonradan kendi ricasıyla İstanbul’a görevlendirilir.

“Ruhuna büyük, temel çiviyi çakan” şeyhiyle 1934’te tanışmasından 1942’ye kadar olan süre zarfında Necip Fazıl’da radikal bir değişim görülmez, resmi ideolojiye gayet uyumlu bir çizgide hayatını sürdürür. Galiba onun hayatındaki en büyük kırılma 1941 yılında, CHP milletvekili aday listesinden adının silinmesiyle olur. Bu tarihten sonra CHP’ye dönük öfkesi hiç azalmayan, Kemalizmle münakaşa etme çabasında bir Necip Fazıl görürüz. 1942 yılında bir yazı nedeniyle ilk mahkûmiyetini alır ve “çileli” yaşamının delili sayılacak birçok dava peşi sıra gelir.

BÜYÜK DOĞU DERGİSİ ve ANTİKOMÜNİZM

Büyük Doğu Dergisi, Büyük Doğu idealinin yayın organı olarak çıkmaya başlar. Derginin ilk döneminde İslamcı bir vurgu yoktur, ahlaki meselelere, güncel siyasi gelişmelere odaklanır. Oktay Akbal, Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sait Faik gibi yazar ve şairler de dergide yazarlar. Necip Fazıl sonraki anlatımlarında bunun bir taktik olduğunu, genç neslin yetişmesini beklediği bu sürede “kof şöhretlerden yararlandığını” söyleyecektir. Büyük Doğu kesintili de olsa otuz altı yıl yayınlanır.

1948’de fikirlerini yaymak üzere Büyük Doğu Cemiyeti’ni kurar. Necip Fazıl, CHP düşmanıdır ama ondan da önce antikomünisttir. 1945’teki Tan Matbaası’nı basmaya giden kalabalık onun da adını anmakta ve çalıştığı gazetenin penceresinden Necip Fazıl kalabalığı selamlamaktadır.

Antikomünizm 1945 sonrasının emperyalist siyasetinin etkisiyle büyür. Kısakürek, İslamcılığın savunmadan çıkarak hücum etmesine işaret eder. Aynı zamanda konferanslar vermeye başlar, uzun anlatımı, ağdalı bir dili vardır. Öfke, dilinden ve kaleminden eksik etmediği bir unsurdur. Kendi solunda gördüğü her fikre karşı saldırgandır. Düşmanını hedef göstermeden kendi varlığını ortaya koyamaz; "Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.” dizeleriyle kendini güzel şekilde ifade ediyor. Lise yıllarımda karşılaştığımda dehşete kapılmama neden olan şu dizeler sol düşmanlığının şiddetini göstermesi açısından dikkate değer: "Kalbimi ve aklımı hep sağ elime verdim / Görevi olmasaydı sol elimi keserdim."

60’lar sonrasında sosyalist eserlere ulaşma imkanının oldukça zayıf olduğu zamanlarda isimlerini saydığı, derinlemesine hiçbir zaman idrak etmediği kişiler, kitaplar ve sosyalizm hakkında kesin yargılarla konuşur. Bir konferansta sarf ettiği sözlere kısaca bakalım:

“Sosyalistlerin çoğu sosyalizmi bilmez. Köpeğin başka köpekteki kemiği kapmak istemesi kadar bilirler sosyalizmi. Çünkü ilk sosyalist köpeklerdir (salonda gülüşmeler)… Sosyalizm 19. yüzyılda Marks ve Engels’in eline geçti. Bunlar sosyalizmin mesnetsiz, muallakta, kıymetsiz bir fikre dayanmayan bir müessese olduğunu gördüler… Bir gün ben evimde bir söz söyledim, bir komünist profesör kalktı elimi öptü. Dedim ki; komünist olmaya karar vermeden sosyalist olmak gülünçtür. Komünizm, sosyalizmin azmanıdır. Sosyalizm bir bakireyi mıncıklama işidir. Komünizm de ırzına geçme işidir. (salonda alkışlar)[i]”

Fakat Necip Fazıl İslamcılığını İslam kaynaklarına dayandırmaz. Ne şeyhi ne de başka İslamcı düşünürlerin izlerine yazılarında ve konuşmalarında çok rastlamayız. Batılı kaynaklardan daha çok referans verir. Edebiyat açısından da “yerli ve milli” olana burun kıvırır, "Türk muharrirlerinden hiçbiri beni sarmıyor" der.

CHP’Yİ KAPATTIRMA ARZUSU

Demokrat Partili yıllarda Necip Fazıl’ın CHP’ye, sosyalistlere dönük öfkesi “İslam Davası”ndan çok daha öndedir.

CHP konusundaki tutumu açıktır; kapatılmalı, mallarına el konulmalıdır. “Halk Partisi isimli sıçanı...” diye cümleler kurar. Uzun süre Menderes’in peşinde koşar ve nihayet görüşmeyi başarır. Menderes’e isminde “halk” bulunan partiyi yerle yeksan etmeyi önerir. TBMM’de yazan “Egemenlik ulusundur” yazısıyla derdi vardır, yerine “Egemenlik Hakkındır” yazılmalıdır. Menderes kendisine ne demiştir bilmiyoruz ama örtülü ödenekten yüklü bir para aktarmıştır. Örtülü ödenekten para aktarma mevzusu Yassıada Yargılamalarının da konularından biridir. Bu arada şair, Menderes döneminde birçok soruşturma ve davayla karşı karşıya kalmıştır.

Menderes’i eleştirdiği konular da vardır. Örneğin 6-7 Eylül’ün doğru bir hamle olduğunu ama Başbakanın bu hamlenin arkasında durmadığını söyler. Ona göre yapılan meşrudur ve bu meşruluk hükümete darbe hakkı da vermektedir. 27 Mayıs’ın kimler tarafından yapıldığını anlayana kadar DP yaptı sanarak sevinmiştir.

Komünistleri, CHP’yi, ahlaksızlık yapanları ezmeyen DP kabahatlidir. Çağrısı yalnızca iktidara değildir, bu yönde gençliğe de çokça çağrı yapar, bu çağrıyı önemseyen Hüseyin Üzmez 1952’de Ahmet Emin Yalman'a suikast düzenler. Kısakürek bu suikast davasında yargılanır, beraat eder.

"Zeybeğim, dünyayı aldın götürdün; bir öldün de beni bin bir öldürdün!" diye ardından seslendiği Menderes’e en büyük eleştirisi CHP’yi yok edememesidir.

NECİP FAZIL NASIL BİR DÜZEN İSTİYORDU?

Necip Fazıl ‘a göre yalnızca sosyalizm “düşman” değildir, demokrasi “hastalığın başı”dır. 1968 yılında yayımlanan İdeolocya Örgüsü kitabına göre “halkın egemenliği yerine hakkın egemenliği kurulacaktır.”

İslamcılığın aksiyonerleşmesinde Necip Fazıl önemli bir isimdir ama onu aynı zamanda milliyetçilikle de anmak gerekir. Türklerin Müslüman olmadan önceki tarihini önemsemez. "Türk vatanının yalnız Müslüman ve Türklerle meskun, yalnız Türkler ve Müslümanlardan ibaret hale gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştanbaşa temizlenmesi için her türlü tedbir alınacaktır" diyerek Nihal Atsız’la olan benzerliğini ortaya koyar.

Necip Fazıl’ın önerdiği şeriat esasına dayalı rejimin temel organları Yüceler Kurultayı, Başyüce ve Başyücelik Hükümetinden oluşur. Oluşturulacak Yüceler Kurultayı bir çeşit seçkinler meclisidir. Ayrıntısına girmeyelim merak edenler Kısakürek’in önerdiği rejimin esaslarına kendi eserilenlerinden de hakkında yazılan yazılardan da görebilir. Necip Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü”nün dayandığı esaslar bildiğimiz klasik faşizmi anlatıyor.

MİLLİYETÇİ İSLAMCI NECİP FAZIL

1960 sonrası İslamcı gençler için Necip Fazıl idol haline gelir. İddiasına göre emek verdiği genç kuşaklar yetişmiştir. Hâlbuki olan Yeşil Kuşak siyasetinin aldığı mesafe, Siyasal İslam’ın palazlanmasıdır.

Ama hakkını verelim; Abdülhamit’in yüceltilmesinde, Vahdettin’in “vatan dostu” olarak itibarının kazandırılmasında ve Ayasofya meselesinde Necip Fazıl’ın rolü büyüktür. Ona göre Ayasofya ruh diğer camiler onun basit gölgeleridir. Ruh özgürleşirse diğer camiler de nurlanacaktır.[ii]

Devrimci üniversite gençliğinin karşısına dikilmek için örgütlenen, en önemli antikomünist oluşumlardan biri Milli Türk Talebe Birliği için Kısakürek çok önemli bir isimdir. Erdoğan dâhil, bugünün iktidarının pek çok ismi MTTB’nin gecelerinde Necip Fazıl’dan şiirler okuyor, Necip Fazıl da çoğu zaman bu etkinliklere katılıyordu.

Fakat Necip Fazıl İslamcı bir örgüt kurma ya da bir siyasi harekete uzun süre destek verme gibi hale hiçbir zaman girmez. DP ve Menderes desteğinin çerçevesini konuştuk, Milli Nizam Partisi’nin kuruluş bildirisini de onun yazdığı söylenir. Fakat Erbakan’a dönük olumsuz tavrı da bilinmektedir. Demirel’i masonlukla itham eder, Necmettin Erbakan şaire göre “dava için” Demirel’den çok daha fazla zararlıdır.

1977 yılına gelindiğinde MHP’de İslamcı söyleme sarılma söz konusudur. Seçim döneminde Türkeş hacca gider, aynı zaman diliminde “hakkın düşmanları düşmanımız, hakkın dostları dostumuzdur” dediği bir beyanname yayınlar. Radikal İslamcı tabanda sevilen Kısakürek “içi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle” dediği MHP’ye destek vermesi, İslami bir açılım yapan parti için iyi bir fırsattır. Bu dönemde “Kanımız aksa da zafer İslam’ın" MHP’nin sıkça kullandığı bir slogandır. Ayrıca MHP gençliği şairin “taarruz” fikrine çok uygundur. Ona göre ülkücü gençliğin aksiyonerliği ve MTTB’nin İslami ruhu birleştiğinde büyük bir güç ortaya çıkacaktır.

Antikomünist cephede sıralanan toplamın en sağında kontrgerilla ilişkileriyle sıkı sıkıya bağlı Siyasal İslam ve sivil faşist hareket vardır. Şairin “40 yıllık emeğimin karşılığı” dediği emperyalizmin “Yeşil Kuşak” siyasetinin sonuçlarıdır. Bu konuda da dürüsttür, Amerikancılığını gizlemez; “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz... Amerikan siyasetini tutmak biricik yol... Amerika'dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mânâ gizlidir."

BATILI TARZDA YAŞAMAKTAN VAZGEÇMEYEN İSLAMCI

Peki, doğup büyüdüğü çevre, uzun süre dostluk kurduğu insanlar dikkate alındığında şair bildiğimiz türden bir İslamcı mı? Ya da kendi anlatımlarında ifade ettiği gibi hayatının iki dönemi mi var? Öyle görünmüyor, davasını en yüksek hararetle bile yaymaya çalıştığı dönemlerde dahi eski Necip Fazıl’ın yeni Necip Fazıl’la birlikte yaşadığını görebiliyoruz. Örneğin bir kumar baskınında yakalanmasının tarihi 1951’dir.

Bizzat İslamcı ve sağ cenah içinden Necip Fazıl için bu söylediğimi ispat eden değerlendirmeler var. Mesela Kadir Mısıroğlu, şair için, "Bu davaya başlayan ilk adam olmak itibariyle müstesna bir değeri vardır, ama bu değer dışında ahlaken Müslüman değildir" diyor. Mısırlıoğlu’nun hangi hakla kimin ahlaken Müslüman olup olmadığına karar verme yetkisine nasıl sahip olduğu ayrı bir konu fakat konuşmasının devamında söyledikleri önemli; “Son üç senesini bilmiyorum. Bildiğim zamanlarda, İslam’ı hayatla yaşamakla hiçbir alakası yok. Aksine, İslam’ın men ettiği her şeyi yapan bir adam; kumarı, içkisi aklınıza ne geliyorsa…”[iii].

1980 öncesinin MHP yöneticisi Taha Akyol’un anlattığına göre 1977 yılında Necip Fazıl Türkeş’i evinde yemeğe davet eder, Türkeş Akyol’un da yemeğe katılmasını ister. İzlenimlerini aynen aktaralım: “Türkeş, Ahmet Er ve ben, İstanbul’da Üstad’ın ünlü ‘heykelli yalı’sındayız. Bahçede, havuz başında Yunan tarzı bir kadın heykeli... Tam alafranga bir ziyafet masası; sağda bıçak, solda çatal, rulo halinde peçeteler, ortada çiçek... Beyaz ceketli, beyaz kelebek kravat ve beyaz eldivenli garsonlar... Ve lüks bir kâğıda basılı mönü... Gümüş olduğunu zannettiğim kâselerde su ve birkaç gül yaprağı... Hayatımda ilk defa böyle şeyleri görüyordum, hatta kâsedeki suyu ve gül parçalarını komposto sanmıştım, meğer parmakları yıkamak içinmiş. Yemekte her şeyi herkesten sonra yapıyordum; böyle alafranga usulde yanlış yapmamak için. Sofrada Üstad’ın eşi Neslihan Hanım da vardı. Necip Fazıl yüksek sınıfların görgüsünü çok takdir eder, kendi deyişiyle ‘ham softa kaba yobaz’ tarzını şiddetle eleştirirdi.”[iv]

FİKİRLERİNE SAHİP ÇIKANLAR AÇIK OLMALI

İslamcı ve milliyetçi, muhafazakar sağcı yelpazenin “Üstadı”, “Sultan-ı Şuarası” bir yandan da soldaki Nâzım Hikmet’in sağdaki dengi olarak sunuldu ve sunulmaya devam ediyor. Bence kıyasa gerek yok, yazının konusu da bu değil. Sadece şunu ifade edeyim Nâzım’ın savunduğu fikirlerin, sosyalizmin hangi esaslara dayandığı oldukça açık. Sosyalist olmayıp da Nâzım’ı sevenler genelde fikirleri hakkında bilgi sahibidir.

Necip Fazıl için aynısını söyleyebilir miyiz? Erdoğan dâhil olmak üzere, Necip Fazıl’ı yolundan gittikleri mürşitlerden biri olarak görüyorlarsa, fikirlerini de aynen sahipleniyorlar mı, bunu açıkça ifade etmeliler. Önerdiği “Başyücelik” sistemini benimsiyorlar mı? Yahudilere ilişkin fikirlerini nasıl değerlendiriyorlar? İslam İnkılabı dediği “şeriat” rejimine taraftarlar mı ve "’Şeriat, gelmiş ve gelecek nizamların üstünde tek yoldur!’ diye haykırmanın hürriyetine malik miyiz?” sözlerini de tekrar ederler mi?



[i] https://www.youtube.com/watch?v=EwABaePjBhU
[ii] https://www.youtube.com/watch?v=7Fhx-INXhfo&t=64s
[iii] https://www.odatv4.com/guncel/necip-fazil-ahlaken-musluman-degildir-23121814-152716
[iv] https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/necip-fazil-ve-turkes-27518667

KAYNAKLAR

Taner Timur, İslam, Laiklik ve Aydınlanma Savaşı, Yordam Kitap, 2019

Modem Türkiye'de Siyasi Düşünce 6-İslamcılık, İletişim Yayınları, 2004

Tanıl Bora – Kemal Can, Devlet Ocak Dergah, İletişim Yayınları, 2000

Tanıl Bora, Türk Sağının Üç Hali, Birikim Yayınları, 2011

Tanıl Bora, Cereyanlar, İletişim Yayınları, 2017

Mina Urgan, Bir Dinozorun Anıları, YKY, 1998

Funda Çoban, İslamcılığın Fikri Taşıyıcısı Olarak Türkiye Siyasi Hayatında Necip Fazıl, Mülkiye Dergisi S.39

Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları

Necip Fazıl Kısakürek, Ben ve O, Büyük Doğu Yayınları

Etiketler
Aydın Ordu