28 Kânunisaniyi, Mustafa Suphileri Unutma!

Mustafa Suphi, 15’lerin katledilmesi, Maria Suphi hakkında son yıllarda daha fazla yazılar yazılıyor, kitaplar çıkıyor. Ülkemiz tarihi ve sosyalist tarihimiz açısından bu çalışmalar çok kıymetli. O yüzden 15’lerle ilgili günlük aktüel yazılarla yetinmeyin derim

“Göğsümde 15 yara var!.

Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!..

Kalbim yine çarpıyor,

kalbim yine çarpacak!!! …”

Nâzım Hikmet, Mustafa Suphi ve arkadaşları için bir başka şiirinde “28 Kânunisaniyi unutma!” der. Unutmamaktan kasıt hatırda kalması değildir, öğrenmektir, anlamaktır, bilmektir… Gün 28 Ocak, sene 1921’dir. Akşam saatlerinde Trabzon’dan bir motora bindirilen TKP’liler Karadeniz açıklarında katledilirler. Mustafa Suphi’nin eşi Maria Suphi esir düşer.

15’lerin katledilmesi ülkemizde sosyalistlere dönük günümüze kadar gelecek baskı siyasetinin ilk adımıdır. Esasında olan sınıflar mücadelesinin sonucudur ama ne hayat, ne mücadele, ne tarih öyle buz gibi bir şey değildir. Aklını, bilgisini, ömrünü halkının kurtuluşuna, işçi sınıfının davasına adayların öyküsü o yüzden yüreklere saplanan kara saplı bıçak gibidir.

BİR OSMANLI AYDINI MUSTAFA SUPHİ; TÜRKÇÜLÜKTEN SOSYALİZME

Osmanlı’nın son dönemi siyasal gelişmelerde olduğu gibi aydınların fikir dünyası açısından oldukça hareketli ve karmaşıktır. Çıkış noktası itibariyle devletin kurtuluşuna çare arayan Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi fikir akımları fazlasıyla iç içe geçmektedir. Bu yüzden fikirler arasındaki gelgitler yoğundur. Resmi tarih olayı bu sınırda tutmak ister ama fikir akımları da örgütlenmeler de bu üç tarz-ı siyasetle sınırlı değildir. En görmezden gelinen sosyalizmdir ki son yıllarda yapılan birçok çalışmayla sosyalizmin Osmanlı topraklarında derin köklere sahip olduğu somut bir şekilde ortaya konmuştur.

Mustafa Suphi’nin siyasal gelişimini de bu dönemin koşulları içinde ele almak gerekir. Suphi, Osmanlı bürokratı bir ailenin oğlu olarak 1882’de Giresun’da dünyaya gelir. Babası Şam, Kudüs, Yanya gibi yerlerde valilik yaptığından Arapça ve Farsça’yı öğrenmiştir. İyi bir eğitim alır, liseyi Erzurum’da okur ve İstanbul’da hukuk tahsil eder. Eğitimine Paris’te devam eder bu esnada Fransızcayı da öğrenir ve aynı zamanda gazeteciliğe başlamıştır. Jön Türkler hareketinin bir mensubudur. 1908’de Meşrutiyetin ilan edilmesiyle ülkeye döner ve Galatasaray Lisesinde öğretmenlik yapar. Tanin, Servet-i Fünun, Hak gibi gazetelerde yazılar yazar.

Bu yıllarda liberal bir Osmanlı aydınıdır. 1911’de İttihat ve Terakki’nin dördüncü kongresine Anadolu delegesi olarak katılır. Aralarında Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu gibi isimlerin olduğu yakın dostlarından etkilenir, Türkçülük ve milliyetçiliğe yakındır fakat Turancılığa karşı mesafelidir. Türkçülük ve milliyetçilik uğrağında fazla durmaz, 1911-12 yıllarında antiemperyalist ve sömürgecilik karşıtı bir çizgiyi benimser.

BİR SÜRGÜNDEN BAŞKA BİR SÜRGÜNE

Osmanlı’nın son döneminde işçi sınıfı hareketleri özellikle Balkan şehirlerinde yükselmekte, yeni örgütlenmeler doğmaktadır. İTC’nin baskıcı siyaseti pek çok aydının gözünü işçi sınıfı ideolojisine ve bu yeni örgütlenmelere dikmesine sebep olmuştur. Mustafa Suphi de 1912’de İttihat ve Terakki’den ayrılarak Milli Meşrutiyet Fırkası kuruluşunda yer alır, bundan kısa süre sonra da Osmanlı Sosyalist Fırkasına katılır. Kısa bir zaman sonra 1913 yılında Mahmut Şevket Paşa’ya yapılan suikastın ardından gelen baskı ve tutuklama dalgası onu da vurur, tutuklanır, Sinop’a sürgün edilir. Bir yıl sonra birkaç yakın arkadaşıyla küçük bir tekneyle Rusya’ya kaçar. Fakat Osmanlı’yla savaş halinde olan Çarlık rejimi Türk sığınmacıları tutuklamaya başlar. Mustafa Suphi de tutuklanır ve bu defaki sürgün yeri Ural bölgesidir.

Suphi’nin esaslı politik değişimi bu dönemde gerçekleşir, Bolşevik Parti’nin sürgündeki kadrolarıyla tanışır. 1917 Devriminin topraklarındadır ve Bolşevik yapılanmalar içinde yer alır. Devrimin ardından gelen iç savaş sürecinde Beyaz Ordu’nun Türk ve Müslümanlar içinde taraftar bulmasını engellemek için yoğun şekilde çalışır. Devrim Kafkaslar’da yayılırken düzenlenen ‘Müslüman Komünistler Kurultayı’nın örgütlenmesinde Mustafa Suphi de vardır.

Mustafa Suphi emekçiliği, örgütçülüğü ve lider kişiliğiyle Türkler ve bölge halkları arasında saygınlık kazanır. 1918 yılında sürgün asker, subay ve aydınlardan oluşan Türk Komünist Teşkilatı kurulur. Bu üyelerden ülkeye dönenler Zonguldak, Trabzon, Rize, Eskişehir, Erzurum, Samsun, Kastamonu gibi pek çok yerde çalışmalar örgütlerler. Aynı yıl Türk Sosyalistleri Kongresi toplanır. Yine 1918 yılında Yeni Dünya gazetesinin ilk sayısı basılır, Türkiye’ye de yollanır. Yayın faaliyeti Rusya’daki TKT’nın derlenip toparlamasına yarar. Suphi ve arkadaşlarının merkezi Bakü’dür. Mustafa Suphi’nin fikri çizgisi enternasyonal sosyalist bir hatta oturmuştur.

Bakü’de sadece sosyalistler yoktur, ülke dışına kaçan İttihatçılar da oradadır. Enver Paşa, Turancı hayalleriyle meşguldür. Doğu Halkları Kurultayına da katılır, konuşma yapma çabası engellenir, Doğu Halkları Kurultayı’ndan tecrit olur. Enver Paşa’nın Sovyet Hükümeti ile bağ kurmaya çalışması Mustafa Suphi ve komünist kadrolar tarafından teşhir edilerek bozulur.

Mustafa Suphi, 1919’da, Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşunun ilan edildiği kongrede delegedir.

TKP KURULUYOR

20 Eylül 1920’de TKP’nin kuruluşu sosyalist hareketin en önemli dönüm noktalarından birisidir. Şimdiye kadar farklı farklı kanallardan örgütlenme çabası içindeki sosyalistler ana akım sosyalist hareket haline gelme yolunda çok önemli bir adım atmıştır.

TKP ilk kuruluşunda üç ana kolun bileşiminden oluşmaktaydı. Rusya topraklarında bulunan Mustafa Suphi ve arkadaşları; Mütarekeden sonra Avrupa’dan ve daha çok Almanya’dan dönen aydınların yoğun olarak içinde yer aldığı İstanbul çevresi; Milli Mücadele sürerken Anadolu’da Sovyet devriminden etkilenen sosyalist çevreler yani Ankara kolu. Birleşme meselesinin en önemli savunucusu Ethem Nejat’tır ve onun önerisiyle “Türkiye komünist teşkilatlarının birleştirilmesi” kararı alınır. Kongrenin adı ise “Birinci ve Umumi Türk Komünistleri Kongresi” olarak tarihe geçer. Mustafa Suphi TKP başkanlığına, Ethem Nejat genel sekreterliğe seçilir.

Kuruluş kongresinde iki ana vurgu tarihseldir. Emperyalizme karşı milli kurtuluş hareketinin büyümesine yardım edilecek, bununla birlikte sosyalist mücadele ve emekçilerin iktidarını kurmak için koşullar ve zemin hazırlanmaya çalışılacaktır. Bu açıdan bakıldığında Mustafa Suphi ve TKP heyetinin Anadolu’ya geçme kararı alması kuruluş kongresi kararlarının doğal sonucudur. Mustafa Suphi, Mustafa Kemal’le bu doğrultuda Haziran 1920 de yazışmaya başlamıştır.

Ancak 1920 sonbaharında Anadolu’da koşullar değişmektedir. Bu geliş “uygun olmayan koşullar” nedeniyle günümüze kadar gelen bir eleştiri konusudur da. Ancak Anadolu’daki acil durum, memleketin kurtuluş hareketinde yer alma ve sosyalist mücadelenin zeminini oluşturma arzusu pek çok engel ve tehlikenin göze alınmasının nedenidir.

KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA MEMLEKETİN HALİ

Osmanlının sonu, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu sürecine dair resmi anlatıya bakarsak sınıfsal yapılar ve siyasi güçlerle ilgili yeterli bilgiye sahip olamayız. Olaylar yalnızca Padişah-İstanbul Hükümeti, Anadolu’daki millici güçler, emperyalist işgalciler arasında geçmemektedir.

Mütarekeden cumhuriyetin kuruluşuna kadar olan ülke tablosuna baktığımızda nüfusun büyük çoğunluğunu yoksul köylüler oluşturmaktadır. İstanbul, Bursa, Adana, İzmir, Eskişehir gibi şehirlerde sayıca güçsüz işçi sınıfı bulunmaktadır. Oldukça zayıflamış küçük esnaf ve zanaatkârlar, devlet bürokrasisi içinde yer alan memurlar, Anadolu eşrafı, işbirlikçi ticaret burjuvazisi ve palazlanmak isteyen güçsüz yerli burjuvazi Anadolu fotoğrafının parçalarıdır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları dışında Anadolu’daki ihtilali derinleştirmeye aday siyasi güçler de kısaca şöyle sıralanabilir; Mustafa Suphi ve yoldaşları, Büyük Millet Meclisindeki Halk Zümresi ve Yeşil Ordu Cemiyeti, Kuvayı Milliye çeteleri, Kuvayı Seyyare birlikleri.

Yüz yılı aşkın zamandır siyasetin antikomünist çemberinden geçmiş bir ülkeden o yıllara bakınca biraz enteresan gelebilir ama 1917 Devrimi’nin ülkemiz topraklarındaki etkisi çok büyüktür. Devrimin bilgisine sahip olabilen halktan ve işçilerden devlet bürokrasisine, mekteplere, ordunun her kademesine kadar yüksek bir Sovyet sempatisi vardır. Doğu Cephesinde askerler birbirlerine “yoldaş” diye hitap etmekte, kızıl kalpak giyilmesi yaygınlaşmakta, resmi görevliler Bolşevikliği övmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda Rus ordusunun ele geçirdiği yerlerde yaşayan Doğu Anadolu ahalisi 1917’nin bir nevi tanığıdır, mitinglere ve Bolşeviklerin yaptıkları toplantılara şahit olmuşlardır. Erzurum ve Erzincan illerinde kurulan Kafkas Rus ordusunun devrimci savaş grupları Doğu Anadolu halkı arasında propaganda yapmıştır. Kafa yorduğu bütün fikir akımları iflas eden Osmanlı aydınlarının önemli bir kısmı gözünü sosyalist tarafa dikmektedir.

Ankara tarafından kurulan resmi Türkiye Komünist Fırkası yalnızca Sovyetlerle kurulan pragmatik ilişkilerin bir sonucu değildir. Fırka aynı zamanda yükselen sosyalizm sempatisini dizginlemek için de bir araç olarak düşünülmüştür.

Kısacası 1919 -1923 arası Anadolu topraklarında ahval-ü şerait böyleydi. Bu süreç bahsettiğimiz sınıfsal yapıları temsil eden ya da temsil etme iddiasında olan güçlerin mücadelesine sahne oluyor ve 1920’den 1921’e geçilirken Ankara Hükümeti dışındaki kuvvetler tasfiye ediliyordu.

SOL TASFİYE EDİLİRKEN GERÇEKLEŞEN KATLİAM

Birinci Dünya Savaşı sonunda ülke dışına çıkan İttihatçı önderlerin de Ankara Hükümeti’nin de Anadolu’da sosyalist bir güç istemedikleri malumdur. Bu tutum temsil edilen ve büyütülmek istenen sınıfın çıkarlarının sonucudur. Diğer yandan Ankara Hükümeti Mart 1921’de yapılacak Londra Konferansı’na çağırılmıştır ve sosyalistlerin tasfiyesiyle dâhil olmak istenen kapitalist batı kampına Ankara’nın tercihi somut olarak gösterilmektedir. Sovyetlerle de sorun çıkmayacaktır çünkü her koşulda Ankara’yı destekleyeceklerini açıkça beyan etmişlerdir.

1920 sonbahar aylarından başlayarak Anadolu’daki diğer güçlerin, sosyalistlerin tasfiyesi için adımlar atılır. Çerkes Ethem’in güçlerinin dağıtılması aynı zamanda solu dağıtma ve susturma operasyonu olarak gerçekleşir. Yeşil Ordu Cemiyeti kapatılır, Mustafa Kemal’in onayı doğrultusunda kurulan Türkiye Komünist Fırkası ve yayın organı da bu baskılardan nasibini alır ve kısa sürede varlığı son bulur. Meclisteki Halk Zümresi grubunun üyeleri de Çerkes Ethem vakasıyla ilişkilendirilir, dokunulmazlıkları kaldırılır, 1921 Mayıs’ında çeşitli cezalara çarptırılırlar.

TKP’liler ise Anadolu’ya geçmekte kararlıdırlar. Mustafa Suphi’nin de içinde olduğu ilk grup 28 Aralık 1920’de Sovyet yetkililerle Kars’a gelir, törenlerle karşılanırlar. Birkaç gün sonra geriden gelenler de gruba katılır. Grubun sayısına dair farklı rakamlar okuyoruz ama kesin bildiğimiz sayının 15’ten fazla olduğu ve Trabzon’a varana kadar çeşitli sebeplerden eksilmelerin olduğudur. 28 Aralık’tan 28 Ocak’a kadar geçen bir aylık süre zarfında yaşanan insanlık dışı saldırılar son yıllarda yazılan kitaplarda ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Kısa süre içinde planlar devreye sokulmuş, törenlerle karşılanan, hepsi Anadolu topraklarının çocukları olan yurtsever sosyalistler insanlık dışı linçlere maruz kalmıştır. Gerek Erzurum’da gerekse diğer yerlerde saldırıların söylemleri çok tanıdıktır. Tan Gazetesi baskınında, 6-7 Eylülde, Maraş Katliamında, 93 Sivas Katliamında dillerde hangi yalanlar, küfürler, hakaretler varsa Mustafa Suphi ve arkadaşları aynılarına maruz kalırlar.

Heyet 18 Ocak’ta bu tarihe kadar bekletildikleri Kars’tan Erzurum’a doğru yola çıkar. 22 Ocak’ta vardıkları Erzurum’da onları antikomünist tertipler bekliyordur. Galeyana getirilmiş göstericiler heyeti Erzurum’a sokmazlar ve heyet Aşkale yakınında bir köyde konaklar. Yolculuk açlık koşullarında, kızaklarla yapılır ve 27 Ocak’ta Bayburt üzerinden Maçka’ya varılır. 28 Ocak günü Trabzon’da olağanüstü bir durum vardır. Basın, kışkırtıcı yayınlarla halkı göreve çağırıyordur. Akşamüstü Trabzon’a varan heyetin yolu Kayıkçılar Kâhyası Yahya ve adamları tarafından kesilerek iskeleye doğru yönlendirilirler. Mustafa Suphi ve arkadaşları küfürler, hakaretler ve tekmelerle bir motora bindirilirler. Kâhyanın adamları onları Karadeniz açıklarında katlederler. Mustafa Suphilerin milli mücadele için yanlarında getirdikleri otuz bin Rus ve Osmanlı altınının ve birçok mücevheratın gasp edildiği bilinmektedir.

Heyette Odessalı bir Rus olan Maria Suphi de vardır. Maria hanım 1905 ve 1917 devrimine katılmıştır, aynı zamanda Mustafa Suphi’nin eşidir. 28 Ocak’ta öldürülmemiş Kâhya Yahya tarafından esir edilmiştir. Daha sonrasında esareti devam etmiş ve öldürülene kadar insanlık dışı saldırılara maruz kalmıştır. Maria Suphi’nin maruz kaldıkları insanlığın yüz karasıdır, utancıdır. Ne yazık ki uzun yıllarca ne kendisi ne de yaşadıkları sosyalistler tarafından bile yeterince bilinmemiştir. Ancak son yıllarda hakkında yazılan pek çok yazı, kitap Maria Suphi’yi tanımamızı sağlamıştır.

1917 Devrimi için mücadele etmiş ve çok önemli görevleri başarıyla üstlenmiş Mustafa Suphi ve arkadaşlarına Sovyetler Birliği’nin de sahip çıkmadığı bir başka gerçektir. Mustafa Suphilere ne olduğunu sormamış değillerdir fakat “deniz kazası” cevabına hemen ikna olmuşlardır. Sonraki açıklamalarında ise Suphiler Sovyetler’in inisiyatifi dışında hareket ettiklerini söylemişler ve girişimi “maceracı” olarak değerlendirmişlerdir.

15’LERLE KESİLEN DAMARLARIMIZ

15’lerin kaybını sosyalistlerin bastırılma, tasfiye edilme sürecinin en önemli aşaması olarak görmek gerekir. Katliamla ulusal kurtuluş mücadelesini enternasyonal anlayışla ele alacak, işçi sınıfını ve yoksul halkı temsil etme ihtimali olan bir siyasi çizgi ortadan kaldırılmıştır. Mustafa Suphi, Ethem Nejat gibi yetenekli siyasetçiler gerek Kurtuluş Savaşı gerekse cumhuriyet döneminde hayatta olsalardı ülkeye çok önemli katkılar sunabilirlerdi. Eğer 15’ler katledilmeseydi sonraki yıllarda sosyalistlerin maruz kaldığı baskıya, antikomünist siyasete karşı çok daha ciddi bir direnç oluşabilirdi. Mustafa Suphiler yaşasaydı yeni kurulan cumhuriyetin demokratik bir anlayışa kavuşma ihtimali daha da artabilirdi. Müslüman halklar içinde sosyalist bir devrimci önder olarak çalışmış Mustafa Suphi yaşasaydı İslamcılığın antikomünist içerikle solun karşısına dikilmesi bu kadar kolay olmayabilirdi. Sosyalist hareket ana akım bir güç halinde ülke siyasetinde yer alabilirdi ve birlik sorununun bugünlere uzanan arızaları belki daha başlarda giderilebilirdi.

Mustafa Suphi, 15’lerin katledilmesi, Maria Suphi hakkında son yıllarda daha fazla yazılar yazılıyor, kitaplar çıkıyor. Ülkemiz tarihi ve sosyalist tarihimiz açısından bu çalışmalar çok kıymetli. O yüzden 15’lerle ilgili günlük aktüel yazılarla yetinmeyin derim. Ben, Emrah Cilasun’un “Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını Kim Öldürdü?”, Ahmet Kardam’ın “Karanlıktan Aydınlığa Mustafa Suphi”, Kenan Karabağ’ın romanı “Maria Suphi Bir Direniş Öyküsü” adlı kitapları tavsiye edebilirim ama küçük bir taramayla ulaşabileceğiniz konuyla ilgili başka kitaplar da var.

Son olarak 15’lerin katledilmesi yalnızca yüz yılı aşmış bir tarihin konusu değildir. Provokasyonlarla, siyasi cinayetlerle, antidemokratik her türlü usulle siyasete ve ülke kaderine yön vermek isteyen güç odakları ortaya çıkartılmadıkça, yargılanmadıkça ve ülkemizde eşitlik, demokrasi tesis edilmedikçe aynı fasit dairede dönüp duracağız. Eşitlik ve demokrasinin tesisi ise halkın mücadelesiyle mümkün olacak.

15’lerin hatırasına, mücadelesine sonsuz saygıyla…