Nezih Onur Kuru yazdı: Seçmen neden seçim yenilgisini kanıksıyor? Apati (Kayıtsızlık/Yabancılaşma Hissi) - I

Seçmen sivil otokrasiye teslim olan muhalefete yabancılaşıyor, kurumlara inanmıyor, sadece kurtarıcı bekliyor.

2023 seçimleri Türkiye’de iktidarın değişimi için belki de tüm şartların bir araya geldiği koşullarda gerçekleşti. Örneğin dış politikada Türkiye’nin dış ticaretini ve güvenliğini olumsuz etkileyecek birçok hadise art arda yaşandı. Suriye’de devam eden çatışmalar ve göç akınları, pandemi, Ukrayna krizinin Rusya işgaliyle derinleşmesi gibi birçok büyük hadise Türkiye’nin aleyhine görünüyordu.

İç politikada iktidarın keyfi politik ekonomi anlayışıyla birlikte gittikçe derinleşen güven bunalımı, 2018’de Brunson kriziyle başlayan kur krizinin kar topu etkisiyle giderek büyümesine yol açmış, dolar ve Euro 5 yıl içinde TL karşısında 5 kattan fazla değer kazanmıştı. Buna paralel olarak enflasyon İTO verilerine göre üç haneye yaklaşmıştı.

Kamu kaynaklarının popülist şekilde ekonomik büyüme ve istihdam için harcanmasının sonucunda dar işsizlik %10 seviyesinde tutulabilirken geniş işsizlik %20’nin altına indirilememişti. Ayrıca reel ücretler düşmüş, çalışan geniş kesimin kardan aldığı pay 2017 öncesinde %40’a yakınken, 2020’lerde %20’lere gerilemişti. TL’nin değer kaybının tetiklediği konut ve kira kriziyle birlikte varlık sahibi olmayan geniş kitlelerin yaşam standardı aylık 30 bin lirayı aşan yoksulluk seviyesinin de altında kalmıştı.

Öte yandan aslında ilk bakışta muhalefet de bu seçimde iktidarı yenebilecek tecrübe ve donanıma sahip görünüyordu. 2019 yerel seçimlerinde başarılı bir ittifak modeliyle bir araya gelip İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere 11 büyükşehir belediyesini kazanan muhalefet, bu seçimde iktidarı elde edebilirdi.

Peki Muhalefet Neden Kazanamadı? Seçmen Başarısızlığa Neden Apatik ve Kayıtsız?

Ancak bu faktörlerin dışındaki en önemli faktör belki de göz ardı ediliyordu: 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrası OHAL döneminde kurumsallaşan güvenlikçi-otoriter Cumhur İttifakı rejiminin, başkanlık sistemiyle birlikte kuvvetler ayrılığını fiilen ortadan kaldırıp muhalefeti de dizayn edebilecek seviyede bürokratik ve hegemonik güce ulaşması.

Türkiye’de devlet-toplum ilişkisinin asimetrik nitelik göstermesi tarihte bir ilk değil fakat bunun sandık aracılığıyla gerçekleşmesi özgün bir deneyim. OHAL döneminde hayata geçirilen başkanlık sistemiyle inşa edilen sivil otokrasi sürecinde hukuk devleti prensibi, rejimin ideolojik sınırları dışında muhalif siyaset imkanı ve sivil toplum bağımsızlığı tamamen aşındırılırken, seçmen sadece seçim gününde rejimin seçilmişliğini onaylayacak kitleye dönüştürüldü. Bu bağlamda seçmenlerde seçim sonrasında reaksiyon yerine apati ve kayıtsızlığın yaygınlaşmasında kurumların işlevsizleşmesi ve aktif sivil katılım yollarının önünün tıkanması önemli rol oynuyor.

Seçmenler bu rejim yapısında katılımcı aktör olmaktan uzaklaştırılırken, reaksiyon gösteren özneler olmaktan çıkıp kurtarıcı bekleyen pasif izleyicilere dönüşüyor. Örneğin Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde olası adaylar arasında en geride olmasına rağmen rejimin de çıkarlarıyla örtüşen baskıcı bir kampanya neticesinde adaylığı kazanan fakat seçimi kaybeden Kılıçdaroğlu’nu iktidardan daha kolay hedef olmasına rağmen protesto etmiyorlar, hatta öfke bile duyma ihtiyacı hissetmiyorlar.

Seçmen sivil otokrasiye teslim olan muhalefete yabancılaşıyor, kurumlara inanmıyor, sadece kurtarıcı bekliyor

Hani seçmene alim değil de arif deriz ya, seçmen belki de devletin toplum karşısında konumlanma refleksini önceki kuşaklardan aktarımla bildiği/sezdiği için muhalif siyasetçilere reaksiyon göstermeyip kayıtsız şekilde siyasette yenilik bekliyor.

Reform Enstitüsü’nün İstanbul odaklı Apati Araştırması da bu ruh halinin azımsanamayacak boyutta yaygın olduğunu gösteren bulgular ortaya koyuyor. Buna göre güvensizlik üzerine kurulu devlet/siyaset-toplum ilişkisinde otoriteden yana asimetrinin bu seçimde en belirgin hale gelmesiyle birlikte seçmenlerin siyasilerden ve partiler gibi siyasi kurumlardan beklentisini yitirdiğini, sadece kendisini risksiz şekilde temsil edecek güçlü lider, yani yeni bir kurtarıcı beklediğini söylemek mümkün.

Enstitü Direktörü Mehmet Ali Çalışkan ve siyaset bilimci Prof. Seda Demiralp’in farklı platformlarda yorumladığı bulgulara göre vatandaş siyasetçiye ve siyaset kurumlarına ulaşamadığını düşünüyor. Siyasetçilerin halkı umursamadığı görüşüne katılma eğilimi gösterenler %85. Siyasetin kapalı kapılar ardında yapıldığı fikrini destekleyenler %82. Ayrıca vatandaş kendini kurumsal siyasete karşı güçsüz hissediyor. Siyasete ve oy verdiğim partiye tesir edemiyorum diyenler %70’e yakın.

Bu güçsüzlük hissi sandığa ilgiyi düşürüyor. Sandığa gitmek istemeyen seçmen oranı %35. Fakat ekonomik koşullar ve partizan kutuplaşmanın etkisiyle kerhen de olsa oy tercihi belirtenlerle birlikte katılım %65’ten %80’e çıkıyor.

Kılıçdaroğlu’na oy vermiş kişilerin sadece %23’ü Kılıçdaroğlu’na çok öfkeli. Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun umut hissettirebildiği seçmen oranı da %39’da kalıyor. Bu duygusuz tablo bahsedilen apati/kayıtsızlık halini yansıtıyor.

Bunun nedenini siyasetin psikolojisinde bulabiliriz. Psikanalizde Freud sonrası en önemli yorumculardan Lacan’a göre sevginin karşıtı nefret/öfke gibi aktif ve güçlü şekilde hissedilen ve uzun vadede pozitif yöne dönüşme potansiyeli barındıran duygular değil. Aksine apati ve kayıtsızlık halinin getirdiği önemsizleştirme davranışı sevginin kaybını ve zıttını tarif ediyor.

Tüm bu apatik kayıtsızlık ve yabancılaşma haline rağmen güçlü lider arayışı çok belirgin. Vatandaş temsil hakkını güçlü lidere devretmek istiyor. Tüm liderleri gönderecek yeni ve güçlü bir siyasetçiye oy veririm diyenler toplamda %63.

Kılıçdaroğlu’na oy vermiş kişilerin %83’ünün yenilikçi bir lidere oy verme eğilimi göstermesi de seçmenin mevcut muhalefete ve kurumsal siyasete yabancılaşma halini güçlü bir liderle aşmak istediğini ortaya koyuyor. Nitekim siyaset biliminin duayenleri diyebileceğimiz Prof. Ersin Kalaycıoğlu ve Prof. Ali Çarkoğlu da seçmenin lider arayışını tarihsel olarak devlet kurumlarının tarafsızlığına ve siyasi partiler ile sivil toplum ve medya gibi alanların işlevselliğine inancın düşük olmasıyla açıklıyor.