Gazze’deki duvarlar…

Ve bir gün bakıldı ki; sevdaya uzaktan bakan kadınlar, oyuncakla tanışmamış çocuklar, sevgili yerine silah kucaklayan gençler dehşetin ve vahşetin kol gezip, kol kestiği o topraklarda yitip gitmişler. Yüzünün yarısı yanan bebeğin çığlıklarını, “Bir çocuk kollarımda öldü.

Kaydımı baştan düşeyim. Bu yazımı 2009 yılında yazmışım. Aradan 14 yıl geçmiş. Değişen bir şey var mı? ABD’li gazeteci hala bu tür sorular sorabiliyor mu? Dua eden adam barış konusunda hala o noktada mı? Hemen yanı başımızda yaşanan acılar, bölgeye çevrili namlular, bombalar altındaki hayatları başlamadan biten çocuklar, annelerin bitmeyen feryatları, babaların giderek artan dramları, bazılarının bitip tükenmeyen iştahı için söylenecek söz, yazılacak bir şey kaldı mı? Bilmiyorum.

Bildiğim o ki bu anlamsız ve acımasız savaşın bir an önce bitmesini dileyerek, hatta dört gözle bekleyip umarak, yine ve yeniden bilginize sunuyorum.

İsrail’de yaşayan ABD’li bir gazeteci, her sabah işine gidip gelirken Kudüs’teki ağlama duvarının önünde dua eden bir adam görürmüş. Bir gün dayanamayıp sormuş: “Sizi her gün burada dua ederken görüyorum”. Adam, “Evet” demiş, “30 yıldır barış için dua ediyorum”. ABD’li gazeteci üstelemiş. “30 yıl ha! Nasıl bir duygu var içinizde?” Adam yanıtlamış: “Duvara konuşuyormuşum gibi”.

İsrail, Gazze’de yağdırdığı bombalarla duvar bırakmazken ve barış Kaf dağının ardına saklanmışken aklıma bu örnek geldi ve şunları düşündüm!

Annesiyle aynı tabuta konan bebeğin ağzındaki emziği düşündüm. Tankların önündeki çocuklarını kaçırmaya çalışan babanın yüzündeki çaresizliğe baktım. Çocuklarını rasgele savrulan kurşunlardan korumak için bağrına basan annenin yüzündeki korkuya daldım. Kırık dökük hastane odasındaki hasta yataklarında korkudan büyümüş gözlerle tek bir noktaya bakan çocuklara uzandım…

Bu sıralananlar, hayatlarına ve dramlarına ortak olduğumuz insanların savaş sırasında ve sonrasında çekilen fotoğraflarıdır. Bu anlatılanlar çocuklukları ellerinden alınan, yaşamları çalınan, düşleri, sevinçleri, umutları, kahkahaları yok edilen insanların görüntüleridir. Gidecek yerleri olmayan, gidecek halleri olmayan bu insanlar; kollarını, bacaklarını, gözlerini güçlünün zayıfa uyguladığı barbarlıkta yitirdiler.

Ve bir gün bakıldı ki; sevdaya uzaktan bakan kadınlar, oyuncakla tanışmamış çocuklar, sevgili yerine silah kucaklayan gençler dehşetin ve vahşetin kol gezip, kol kestiği o topraklarda yitip gitmişler. Yüzünün yarısı yanan bebeğin çığlıklarını, “Bir çocuk kollarımda öldü. Ölen çocuk eminim buradan daha iyi bir yere gitmiştir” şeklinde konuşan hemşirenin yürek acıtan sözlerini, kenar mahallelerde ellerinde oyuncak silahla geleceğe hazırlanan çocukları, ölen yakınlarının ardından gözyaşları kurumayan anneleri daha kaç yıl duvarlarla paylaşacağız?

Y.N: Tüm çağrılara kulak tıkayan, ateşkes çağrılarını reddeden, hastaneleri, okulları, mülteci kamplarını, yolları, yerleşim birimlerini bombalamayı sürdürenler bu yükün altından nasıl kalkacak? Ya da kalkacak mı? “Şimdi savaş zamanı!” dediklerine göre! Böyle bir umut ya da olasılık en azından şimdilik yok…