Bozkırdaki eğitim ateşi…

Bu nasıl bir şans ise çok duyarlı olduğum özel günler, ulusal bayramlar, anılması gereken tarihler benim yazı günüme bir türlü denk gelmiyor. O nedenle görüş ve düşüncelerimi hoşgörünüze sığınarak ya gecikmeli, ya da erken paylaşıyorum.

Demem o ki; Bugünkü konumuz eğitim dünyamız açısından çok önemli olan 17 Nisan 1940’ta kurulup, 1954’te kapatılan Köy Enstitüleri’nin destansı geçmişine kısa bir yolculuk yaparak bozkırdaki eğitim ateşini masaya yatırmak olacak…

Hani bazı olaylar, anlar, anılar, atılımlar sözcüklere, tariflere, sıfatlara, saatlere, satırlara, sayfalara sığmaz ya! Dünya eğitim tarihine “Türk Buluşu Eğitim Kurumları” olarak geçen Köy Enstitüleri onlardan biridir. O nedenle bu kurumlar hakkında ne yazılsa az olur, ne söylense eksik kalır, ne kadar tekrar edilirse noksan sayılır…

Yıl 1940. Nüfusumuz 16 milyon, 12 milyonu köylerde yaşıyor. 40 bin köyümüz var. 35 bininde okul yok.

Bu koşullarda Köy Enstitüleri açılıyor. Köylünün cahilliğine çözüm arayan, bataklıkları kurutan, sıtmanın- veremin kökünü kazıyan, öğretmen, sağlık memuru, tarım ve hayvancılık uzmanı, teknik eleman yetiştiren bu kurumların mezunları ve mensupları ülkeyi kurtaracak yolu ve dili keşfederek yola çıkanlardı…

Bu kurumlardan mezun olanlar, o köyün okuyanı olarak kendi toprağına geri dönen, bilimsel - teknik bilgisini köyünün aydınlanmasına harcayan, köylünün emeğini, aklını, müziğini, bedenini, ruhunu geliştirecek aydınlığa kapı aralayan, böylece bir yandan köylüyü bilinçlendirirken, diğer yandan ağaların eski gücünü yitirmesine ön ayak olanlardı…

Hal böyle iken her dönem var ve etkin olan karanlık ve kararlı adımlar boş durur mu? Tabii ki hayır! Onlara göre; “Dünün çarıklıları memlekete efendi mi oluyordu? Böyle şey olur muydu? Kızlarla erkeklerin aynı sınıflarda okuması ne demekti?”

Bu yanlı ve çağdışı soruların yanıtı 1954 yılında geldi. Hesaplı ve kitaplı adımlarla okullar kapatıldı. Dünya eğitim bilim külliyatına “Türk Buluşu Eğitim Kurumları” olarak geçen, tüm azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere örnek olarak sunulan bu aydınlanma ocakları ortadan kaldırıldı. Böylece bir kez daha kazanan karanlık güçler, kaybeden ise ülkenin aydınlık yarınları oldu…

Şimdi adım adım sürece ve yapılanlara bakalım…

Köy Enstitülerinin büyük adımı 17 Nisan 1940’tır.

Köy Enstitülerinin kılavuzu Enstitü öğretmenidir.

Köy Enstitülerinin çizgisi köylülüğü yadsımadan üretimi özgürleştirmektir.

Bu iddianın sahibi üç kişidir: İsmet İnönü. Hasan Ali Yücel. İsmail Hakkı Tonguç…

İlk adım olarak hedeflenen 21 yerleşim bölgesinde 14 Köy Enstitüsü açmaktır.

Kıskacın bir ayağında Köy öğretmeni! Öbür ayağında çiftçi ve köylü vardır.

Bu hamle o nedenle tarihe geçmiştir.

Dolayısıyla genç ve yorgun Cumhuriyetin idealist kadrolarının kısıtlı imkânlarıyla başlattıkları eğitim hamlelerinin başını çeken Köy Enstitüleri sadece ideal öğretmeni değil, ideal insanı yetiştiren o ruhu da yaratmış ve yansıtmıştır.

Enstitülerin kurucusu ve kuramcısı İsmail Hakkı Tonguç’un 61 il, 305 ilçe, 9150 köyü incelemesinden sonra arazisi elverişli, iklimi, sulama ve sağlık koşulları uygun olan 21 bölgede bu kurumları hayata geçirmesi köylünün kaderini değiştiren adımların atılmasına neden olmuştur. Kısaca akıllı ve akılcı projelerin neleri değiştirip, neleri başardığı o zor koşullarda bile kanıtlanmıştır.

Tonguç’un; “Köy güzelleşmedikçe, ülke güzelleştirilemez. Köy canlandırılmadıkça, memleketin genel yaşamı canlanamaz. Köy çiçeklenmedikçe, ilçe ve iller çiçeklenemez. Köylü gülmedikçe, şehirli de gülemez. Köylü doymadıkça, ulus doyamaz” sözleri o nedenle ilgi görmüş, taban bulmuştur.

Ülke haritasında çok özenle belirlenen, eleştirel aklın egemen olduğu, insani vurguları olan, yaşamı esas alan, çağı yakalayan, hayatı ve insan onurunu önemseyen bu kurumları ortadan kaldırmaya çalışmak da bazılarının işine gelmiştir. (Bunu da unutmamak gerekir.)

Köy Enstitüleri’nin amaçlarını özetlersek…

Bu kurumlar ülkenin ekonomik ve toplumsal hayatı birlikte düşünülerek yapılmıştı. Köyün ve köylünün kalkınması ötelenmemiş, öncelenmişti. Mezunlarına; “öğrencilerinizin dışında köylüye de okuma, yazma, yurttaşlık bilgisi öğretecek, sonra da salgın hastalıklarla mücadeleyi anlatacaksınız!” denilmişti…

Köy Enstitülerinin kuruluş yerlerinin yapısal özellikleri, seçimin ne denli titiz, özenli, dikkatli yapıldığının kanıtıdır. Okulun bulunduğu yerde tarım işlerine uygun arazinin olması ve bu arazinin devlete ait olması, kuruluş için düşünülen yerin yeterli ölçülerde olması, seçilen yerin okul ve öğretmen açısından geri olması, hava, su ve sağlık koşullarının uygun olması şartları aranmıştır. Siz bu planlamaya bakar mısınız?

Ne diyor Einstein: “Layık olmadığımız ya da hak etmediğimiz bir gelecek inşa edenler karşısında susmayınız.” Eğitime ardı ardına vurulan darbeleri görünce geri kalmış ülkelere örnek eğitim modeli olarak önerilen “Türk Buluşu Eğitim Kurumlarını” kuruluş yıldönümünde bir kez daha anmak ve anımsatmak istedim. ÇEDES uygulamalarıyla olura olmaz, olmaza olur diyen anlayışa, karmaşık ve çağdışı bir hale getirilen eğitim sistemine bakınca değmez mi?

Zorunlu açıklama: Köy enstitüleriyle ilgili görüş ve düşüncelerim değişmediği için geçen yıl yazdığım yazımı güncelleyerek yayınlıyorum.