Belleğin ağır yükleri…

Üzgünüm! Parasızlık ve pahalılık at başı giderken, umutlar, hayaller birbiri ardına çökerken gökyüzü olmasa da gençlik akıp gidiyor…

Bir zamanlar tarım ve hayvancılık ülkesi iken, yanlış ve yanlı politikalar yüzünden, ihracat yerine ithalat yapanların, maaşları mum gibi eritenlerin sayesinde kasaplara utana sıkıla girip 100 gram kıyma isteyenlerin sayısının arttığı ülkemizde; kişi başı yıllık et tüketimi 12 kiloya inmiş. Porsiyonların son derece büyük olduğu ABD’de ise yılda kişi başına 120 kilo et tüketiliyormuş…

Kontrolsüz ve sınırsız biçimde artan, mülteci, kaçak, göçmenler yüzünden demografik yapı başta olmak üzere başımıza gelenler ve gelecekleri sağır sultan bile duydu, duyması gerekenler duyamadı! Daha geçenlerde Dilovası’nda Suriyelilerle yaşanan gerilim ortada. Bu ilgisizlik değişmedikçe bu sorunun artarak süreceği bilinmesine rağmen, yönetimin ve muhalefetin bu konudaki duruşu, tarzı, tavrı, üslubu, yaklaşımı ortada! İBB’nin 16 milyon demesine rağmen, şu anda İstanbul’un nüfusunun 20.5 milyonu aştığı, bunun 3.5 milyonunun da kaçaklar olduğu bilgisi ortada. Her an olay çıkarmaya hazır bekleyenler arasında Suriye, Afgan, Uganda, Nijerya, Kongo, Katar, Libya, Etiyopya, Sudan, Somali, Bangladeş’ten gelenler başı çektiği herkesin bildiği bir sır…

Sırada kadınların yaşamına değer ve anlam katan çıkışlar var!

Bursa Büyükorhan’a bağlı Karaağız Mahallesinde; düğün, kına, asker uğurlama gibi eğlencelerde kadın ve erkeklerin bir arada olması uygun değildir gerekçesiyle muhtarlık tarafından yasak getirildi.

İyi de; 1 ayda 25 kadının oğlu, eşi, eski eşi, akrabası tarafından öldürüldüğü, 27 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğu ülkemizde iş düğüne mi kaldı? Kaldıysa vay halimize…

Bu arada Afganistan’da Taliban’ın kadınlara jesti bitmek bilmiyor! Kadınların ilkokul dışında okula gitmesine, çalışmasına izin vermeyenler, şimdi de güzellik salonlarını kapatıyor. İyi de kocası çalışmadığı için o salonlarda çalışarak evine ekmek götüren Afgan kadını ne yapsın?

Gelelim sağlıkta yaşananlara!

TTB Genel Sekreteri yaptığı açıklamada; “Yılda 29 tıp fakültesinin toplam mezunu kadar doktor göçü yaşanıyor. TTB’den iyi hal belgesi alanların ardı arkası kesilmiyor. İlk 6 ayda 1361 kişi daha başvurdu. 5-10 yıl sonra toplum sağlığı olumsuz etkilenecek ve sağlıkta nitelikli iş gücü kaybedilecek” dedi. Başta Almanya olmak üzere doktorlara kapılarını açan o ülkeler son derece pahalıya mal olan hekimlerimizi kazanırken, ülkemizin ciddi bir kayıp yaşayacak olmasını ilgililer ve yetkililer görmüyor mu? Görüyorsa bu suskunluk niye?

Sadece sağlık çalışanı mı gidiyor? Beyin göçü artık liseye kadar indi.

Eğitim sistemine güven azaldığı için, umut yurtdışında arandığı için yabancı liselere fiyat artışına rağmen talep arttı, çünkü o liselerin mezunları üniversiteyi yurtdışında okuyor. Ailelerde sırf bu nedenle ve çocuğunun geleceği adına bu zorluğa katlanıyor. Mezunların yüzde 70- 80’i gidiyor. Amaç Batıdaki bir üniversiteyi bitirip, işini garantilemek! Sağlık çalışanlarından sonra nitelikli beyin göçüne çare aramak neden yetkili zevatın aklına gelmiyor, gündeminde yer almıyor?

Soruları uzatabiliriz.

Giderek elde kalan ne derseniz? Çıkışsız kapılarda yok oluş, güvenilen ellere ve illere kaçış, bir yerlerde toz tortu olmayı bile göze almak artıyor. Daha ne olsun?

Gidenlere ve bu kararı alanlara sorulunca da, genelde yanıtları şöyle oluyor; “İçimi soracak olursanız! Sormayın. Güvensiz, çalkantılı, huzursuz bir iklimde silkelenip dururken iç dünya nasıl olur ki? İçimde asılı kalan soru işaretleri yığın yığınken, kaçışlar, yok sayışlar, debelenme, yok oluşu körüklerken iç dünya nasıl olur ki?”

Tam da burada soru şu? Bu yanıtı verenler haklı değil mi? Geçmişe yönelik sorgulamalar, kaçışlar, verilen ya da verilemeyen sınavlar, yanıt alınamayan sorular, huzursuzluğun ve tutarsızlığın başrolde olduğu bir ortamda iç dünya nasıl olur ki?

Hele de ülkemiz tertemiz toprağı, bol maden ocakları, bereketli denizleri- suları, geçmiş uygarlıkları, muhteşem kalıntıları, turizme elverişli doğasıyla, Asya ile Avrupa’nın geçiş yolu üzerindeki özgün ve önemli konumuyla dünyayı yönetenlerin ağzını sulandıran bir yerken bırakıp gitmek!

Hele de bazı sözlerin, bazı yerlerin, bazı anıların beynimize ve yüreğimize mühür gibi kazıldığı bilinirken toprağımızdan kopup gitmek! Hele de toplumsal, siyasal, sınıfsal olmasa da, her şeyin tanımının ve sınırının olduğunu bilmek!

Özetle! Beynimize kazınan sözler için nereden ve kimlerden kopya çekeceğim belliyken, şimdi onlardan birini ele alalım, o söze göz atalım. Edip Cansever diyor ki; “Gökyüzü gibi bir şey ilk gençlik, hiçbir yere gitmiyor!”

Üzgünüm! Parasızlık ve pahalılık at başı giderken, umutlar, hayaller birbiri ardına çökerken gökyüzü olmasa da gençlik akıp gidiyor…

Etiketler
Para