Kötülüğün de bir sınırı olmalı…

Bugünlerde, belleğimde, kişisel sözlüğümde, ajandamda ve gündemimde yer alan o kadar çok soru, sorun, konu ve başlık var ki! Sesi cüssesinden daha yüksek desibelde çıkanlar, kulaktan dolma bilgilerle caka satanlar, aramadan sormadan, araştırmadan önümüze bilgi diye çorba koyanlar ne der, ne düşünür bilemem ama!

Ben bugün kişisel olarak gördüğüm lüzum üzerine ve hemcinslerimden gelen dürtüler nedeniyle bir kez daha pozitif ayrımcılık hakkımı kullanarak kapanmayan yaralarımıza parmak basmayı sürdüreceğim. Kanunlarımız kadınlarımızı koruyamadığı sürece bu konu her daim geçerlidir, günceldir ve elbirliğiyle korku duvarını aşmanın tam da zamanıdır diyerek...

Kadınlar önemsenmiyor doğru! Kadınlar sembol olarak görülüyor doğru! Hanım kardeşlerimiz(!) görmezden geliniyor çok doğru! Kadınlar hayatın her alanında olduğu gibi çalışma yaşamında da dışlanıyor, engelleri aşanlar 2.sınıf muamele görüyor o da doğru. Tüm bunlara rağmen yönetim katında her şey konuşuluyor ancak kadın sorunları konuşulmuyor. O halde kötülüğünde bir sınırı olmalı, meydan bazılarına bu kadar kolay bırakılmamalı değil mi? Daha doğrusu hayatlarımızdan, haklarımızdan, birbirimizden bu kadar kolay vazgeçmeden, rehavete kapılmadan, cesaretle “biz buradayız” demeliyiz değil mi?

2011 yılında dönemin başbakanı Erdoğan’ın imzasıyla TBMM’ye sunulup 13 gün sonra da kanunlaşan ve Erdoğan’ın; “Sözleşmeye taraf olunması, ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacaktır. Türkiye bunu yasalaştıran ilk ülke olacak. Bu gurur gerçekten çok tarihi!” açıklaması yaptığı, “Ustalık kabinem” dediği bakanlarının imzasıyla firesiz “evet” oyu çıkan ve “tarihi gurur” diye savunulan “İstanbul Sözleşmesi’ni” bugün kaldırmayı düşünenlere bunun nedenini sorma zamanı değil mi?

Kadını yaşatmayı değil, ateşe atmayı yeğleyen, “kadına şiddet abartılıyor!” diyen, kadın karşıtı siyasi atmosferi hiç değişmeyen, kadın cinayetlerinin, kadına çizilen yaşam alanlarının toplumumuzdaki darlığı ve gördüğü kabul giderek artan, zorlu ekonomik koşulların ev içi şiddeti artırması önemsenmeyen ülkemizde bu konuları tekrar tekrar hatırlatmak varken aklıma başka şey yazmak gelmedi!

Hem yaratıcı, hem yetenekli, hem itaatsiz olan kadınların başlarına gelenlere, çeşitleri ve sayıları artan kadın cinayetlerine bakınca; zulmün, baskının, dayağın çeşitlerini görünce ve etrafta dönen umursamaz dolaplara bakınca! Aklıma “her anlamda kötülüğün de bir sınırı olmalı” başlığından başkası gelmedi!

Şimdi yıllara göre sayısal verilere bakalım! (Bu verilerin arkasındaki öyküler beni hep çok etkiliyor)

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın; “Yalnız bırakılan kadın ya davulcuya ya zurnacıya!” göndermesi yaptığı 2009 yılında 198 kadın öldürüldü.

Dönemin Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun iş arayan kadına; “Evdeki işler yetmiyor mu?” dediği 2009 yılında 198 kadın öldürüldü.

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın; “Kadına şiddet abartılıyor” dediği 2011 yılında 121 kadın öldürüldü.

Dönemin AKP il genel meclisi üyesi; “Kızlar okuyunca, erkekler evlenecek kız bulamıyor!” gibi akıllara seza bir açıklama yaptığı 2012 yılında 210 kadın öldürüldü.

Dönemin AKP milletvekili ve İHK başkanı Ayhan Sefer Üstün’ün; “Tecavüzcü, kürtaj yaptırandan daha masum” dediği 2012 yılında 210 kadın öldürüldü.

Dönemin Ankara B.B.B Melih Gökçek’in; “Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? Anası ölsün öyleyse!” dediği 2012 yılında 210 kadın öldürüldü.

Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in; “Medya olayları abartıyor. Kadına yönelik şiddet, algıda seçicilik!” dediği 2013 yılında 237 kadın öldürüldü.

Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın; “Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içinde kahkaha atmayacak, hareketlerinde cazibedar olmayacak!” dediği 2014 yılında 294 kadın öldürüldü.

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın; “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir” dediği 2014 yılında 294 kadın öldürüldü.

Dönemin Sağlık Bakanı M. Müezzinoğlu’nun; “Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir” dediği 2015 yılında 303 kadın öldürüldü.

Müftülere nikâh kıyma yetkisi verildiği 2017 yılında 409 kadın öldürüldü.

YÖK ve MEB’nın el ele tutup toplumsal cinsiyet eşitliğini müfredattan çıkardığı 2019 yılında 474 kadın öldürüldü.

CB’nın; “Doğum kontrolü dediler, neslimizi kurutma yoluna gittiler” açıklamasını yaptığı 2019 yılında 474 kadın öldürüldü.

CB’nın; “İstanbul Sözleşmesi’ni çalışıp gözden geçirin. Halk istiyorsa kaldırın!” talimatını verdiği 2020’nin ilk altı ayında 146 kadın öldürüldü.

DİB’nın; “Kocanız vurmaya kalkarsa yemekten sonra çayın yanında uygun dille nedenini sorun!” önerisinde bulunduğu 2020 yılının ilk 6 ayında146 kadın öldürüldü. (çayın yanında kek gibi!)

Bu veriler erkek egemen zihniyetin bilinçli göstergeleri olarak önümüze çıkıyor. (Yönetimsel tükenmişlik hissinin dayatması mı demeliydim?)

Şimdi biz susalım sayıların dili konuşmayı sürdürsün!

Ne demek istediğimi biraz daha açmak için resmi verileri yazmayı sürdürmeliyim. CB’nin 17 kişilik kabinesinde sadece iki kadın bakan var. 81 ilin yalnızca ikisinde kadın vali var. Kadın kaymakam sayısı 23. İl, ilçe emniyet müdürü ve yardımcısı kadın sayısı 34. 81 ilde iki kadın milli eğitim müdürü var. Milli eğitim müdür yardımcısı olarak 13 kadın görev yapıyor.

129 devlet üniversitesinde sadece 5 kadın rektör bulunuyor. 79 vakıf üniversitesinde 11 kadın rektör görev yapıyor. Devlet üniversitelerinde profesör olarak görev yapanların yüzde 32’si kadınlardan oluşurken, doçent olarak görev yapanların oranı yüzde 39. Vakıf üniversitelerinde profesörlerin yüzde 32’si kadın. İşgücüne katılım iyice düştü. Yönetici oranı azaldı.

Acil sorumuz şu: Ülkeyi yönetenler! Vahşetin eşiğini yükseltenlere zemin hazırlamamak için, kadın katillerinden kahraman yaratmamak için, korkusuzca durdukları için acımasızca öldürülen kadınların sayısının artmaması için şiddete sıfır tolerans göstererek bir çerçeve çizecekler mi?

Yine biz kadınlar adına tarihi bir dönüm noktası sayılan bu konuda bile asıl mesele bu değil diyerek her zaman olduğu gibi yan mı çizilecek? Ya da göstermelik de olsa KADEM ve TÜRGEV’in başındaki kardeşler ayrı tellerden çalarak kafaların iyice karışmasına zemin mi hazırlanacak?

Yıllar önce yazdığım kadın konulu kitaplarımdan biri “Çilenin Coğrafyası Yok” adını taşıyordu. Şimdi bakıyorum kadına karşı şiddet ne coğrafya tanıyor, ne sınır tanıyor, ne de sinir bırakıyor. Kadın cinayetlerindeki önlenemez yükselişi görünce siz bendeki öngörüye bakar mısınız?

Kıssadan hisse nedir derseniz? “Yaşamak istiyorum!” diye bağıran kadınları, “anne ölme!” diye ağlayan çocukları, kadına karşı önlenemez şiddetin bazılarını hiç tedirgin etmediğini görünce! Vahşetin boyutlarını ve çeşitlerini, cinayet işleyenlere gösterilen hoşgörü ve toleransı, milli ve yerli mihrakların önerdikleri yol, yordam ve yöntemleri görünce (ki istatistikler söylediklerimi doğrulayacaktır.)

Ekmek değil, iş, değil, sevgi değil, saygı değil sadece yaşamak isteyen kadınların çokluğunu görünce boğazım düğüm düğüm, gözlerim yaşla dolu yazmaya çalıştım. Hele de 21 saatte 10 kadının, Temmuz ayında 36 kadının, yılın ilk 7 ayında 182 kadının acımasızca öldürüldüğü bir ülkede uzun bir yazı oldu ama işin özeti maalesef bu…