Antakya'dan yükselen ses: 'Hala çocuğumun sesi geliyor'

"Evet kamyonlar dolusu kepçe var, ama kepçe yıkmak için değil midir? Şu anda insanlar kurtarılmak istiyor. Kepçe değil, vinç lazım. Hilti lazım. Kurtarma köpeği lazım. Koordinasyon lazım, organizasyon lazım."

Yaklaşık 16 saatlik bir otomobil yolculuğu sonrasında, salı sabahı gün ağarırken Antakya’daydım. Uzun bölümü yoğun kar ve tipi altında geçen yolculukta kentte nelerle karşılaşabileceğimi defalarca düşünmüştüm. 99 Depremi'nde aylarca İzmit, Gölcük, Adapazarı, Düzce’de kalmış, gazetecilik yapmış biri olarak bu tür felaketlerde oluşabilecek manzarayı az çok tahmin edebiliyordum. Ama kente girdiğimde gözlerime inanamadım. Lokal bir yıkım değildi gördüklerim. Bir sokak, bir cadde, bir mahalle değildi çöken, bir kent neredeyse bütünüyle yerle yeksan olmuştu. Bir, on, yüz değil çok daha fazlası yıkılmış. Yıkılmayanların çok daha fazlası, içine girilemeyecek kadar hasar almıştı.

Antakya'dan yükselen ses: 'Hala çocuğumun sesi geliyor' - Resim : 1

Ana caddelerin bir kısmı yola devrilen binalar nedeniyle kapanmıştı. Henüz erken olduğundan caddeler tenhaydı. Bazen ters istikamette kısa bir süre gidiyor sonra ara sokaklara dalıyor, enkaz gördükçe bir diğer sokağa giriyorduk. Ara sokaklardaki manzara da ana caddeden farklı değildi. Birçok bina yıkılmış ya da hasar görmüştü. Gazeteci arkadaşım Umut Çolak ile birlikte bir taraftan kenti gözlüyor, diğer taraftan da çekimleri yapmaya nereden başlayacağımızı konuşuyorduk.

Mahalle aralarında ateşler tütüyor, çevresinde battaniyeye sarıp sarmalanmış depremzede insanlar ısınmaya çalışıyordu. Birçokları da otomobillerinin içindeydi. Onlar da araçlarında ısınıyorlardı. Aynı caddede karşılıklı sekiz binanın yıkıldığını görünce araçtan indik. Derken kalabalık etrafımızı çevirdi. Enkazda 10 kişi olduğunu söylüyorlardı. Kalabalıktan biri enkaza çıktı, "Baba, baba, beni duyuyor musun?" diye bağırdı. Ses gelmiyordu. "İçeride akrabalarınız mı var?" diye sorudum. "İçeride kaynanam, kayınbabam, iki tane de çocuk. En son beş altı gibi konuşmuştuk" dedi. Sesi sakin ama çok üzgündü. Etrafımızı çevreleyenlerin tümü böyleydi. Herkes konuşmak, derdini duyurmak istiyordu. Yaptığımız röportajları derhal yayınlamamızı da istiyorlardı. Ama ne o anda ne de gün boyu kent adeta iletişime kapalıydı. Neredeyse hiçbir noktada internet erişimi bulunmuyordu. Telefon da öyle. Çoğu noktada telefonla görüşmek koca bir gün mümkün olmadı. Evet telefonla konuşmanın bile imkansız olduğu bir deprem şehri.

Antakya'dan yükselen ses: 'Hala çocuğumun sesi geliyor' - Resim : 2

'BİZ DEVLETİMİZ İÇİN ÖLÜRÜZ DE, KİMSE YOK'

O sırada bir başkası kolumu tuttu, “Biz devletimiz için ölürüz de. Kimse yok. Çocuklarımız aç, göçük altında bir sürü insan var. Kimse gelip ilgilenmeyecek mi? Annemizden babamızdan haber alamaz olduk” dedikten sonra medyadan da şikayet etti, "Televizyon yok da radyodan duyuyoruz. 'Bina yatmış' diyorlar. Vali göbeğine (valiliğin olduğu yeri kast ediyor) kadar gittik az önce. Ne yatmış ya, bir sürü bina çökmüş. Çocuklar yemek yiyemeyecek mi? Bir ekmek bulamıyoruz. Ben şu ana kadar bir çalışma görmedim. Daha yeni bir ekip gördüm. Ama başka yok.” Adı Mehmet Esmer’di, konuşan depremzedenin. Esmer, bize eşlik etti, mahallenin içine götürdü.

'HALA ÇOCUĞUMUN SESİ GELİYOR'

Sağlı sollu çökmüş evler görüyorduk. O sırada bir kadın önümüze atladı. Çok öfkeliydi. "Bir şehit annesi içeride. Yanında da otizmli bir çocuk. Gelen ambulans gidiyor, gelen itfaiye gidiyor. Gelen AFAD gidiyor. Hala bakın çocuğumun sesi geliyor, ‘Sevim’ diye seslendiğinizde. Ne biçim ülkedeyiz biz. Duysun bütün vatan. Yeter artık" diye konuşurken bizi de enkazın önüne götürdü.

Antakya'dan yükselen ses: 'Hala çocuğumun sesi geliyor' - Resim : 3

Kızına seslendi. Çaresizlik, derin bir çaresizlik. İnsanın göz pınarları yerinde duramıyordu. Tam ayrılacakken arkamdan seslendi, “Adım Nazime Ölçer Usluer, şehit Uğur Ölçer’in ablasıyım”.

'TEK BAŞIMIZA KALDIK'

O sırada bir başka depremzede yanımıza geldi. Hemen yan binaya götürdü bizi. Gül Apartmanı yazısı yerle aynı seviyeye gelmişti. Ağlıyordu. Çaresizdi. Adı Kenan Gençoğlu. “Yapabilecek bir şey olsa yapacağım. İmkan yok. Böyle tek başımıza kaldık.” diyordu. O sırada arkamızdan bir arama kurtarma personelinin yürüdüğünü gördü. Ona "Ses geliyor, yardım edin" diye seslendi. Yanıt şöyleydi; “Anladım da bütün enkazlar dolu. Ankara İtfaiyesi olarak arkadaşlar gelecek” dedi. Günün ilerleyen saatlerinde benzer başka durumlarla da karşılaştım. Depremde “İlk 72 saat önemli” deniyor ama kış mevsiminde hele de şubat ayında sıcaklığın 1 derece ve altında gittiği bölgelerde sanki ilk 48 saat hatta ilk 24 saat çok çok önemli olmalı.

Antakya'dan yükselen ses: 'Hala çocuğumun sesi geliyor' - Resim : 4

'BİZ KURTULDUK AMA BURADA ÖLECEĞİZ'

Antakya ve İskenderun’da internet ve elektrik olmadığı için gece Adana’ya geldim. Az sonra da buradan Maraş’a geçmeyi planlıyorum. Anlatacak çok şey var. Ama haber sahada. İnsanlar orada. Asıl önemli olan onlara mikrofon tutmak, onların yaşadıklarına tanıklık etmek ve bunları aktarmak. Bu yazılara devam edeceğim ama düne dair şu notları da geçmek gerek. Az önce bahsettiğim mahallenin ortasındaki boşluk alanda onlarca araba çekilmiş, etrafında büyücek bir ateş ve kendi kaderini yaşayan insanlar vardı.

Antakya'dan yükselen ses: 'Hala çocuğumun sesi geliyor' - Resim : 5

Onlardan biri Sabahat Dönmez’di. "Bir kuru ekmek bile yok, çocuklarıma ne yedireceğim burada. Dün den beri yardım yoktur burada. Soğukta mazotumuz da bitmek üzere" dedi ki bir başka kadın söze girdi, "Hiçbir şey burada yok, tuvalet ihtiyacını karşılayacak bir yer bile yok. Millet göçüklerin altında ölüyor, biz kurtulduk ama burada öleceğiz."

İşte bu sözler çaresizliğin dibiydi. İnsanlar yalnız, insanlar çaresiz, yardımlar destekler kesinlikle zamanında gelmedi. Gelen ekipler görünen o ki yeterli teçhizata sahip değildi. Evet kamyonlar dolusu kepçe var, ama kepçe yıkmak için değil midir? Şu anda insanlar kurtarılmak istiyor. Kepçe değil vinç lazım. Hilti lazım. Kurtarma köpeği lazım. Koordinasyon lazım, organizasyon lazım.

Etiketler
Hilmi Hacaloğlu Antakya