Bahar geliyor!

Meteoroloji günler süren soğuk havalardan sonra Pazar ve Pazartesi günleri, güneşli havaların tüm yurda hakim olacağını gösteriyor. Demek ki bahar geliyor.

İlk izlediğim seçim konuşmasını Kenan Evren yapıyordu TRT ekranlarında. 1982 Anayasası’na ‘evet’ oyu istiyordu. Birlikte izlediğim büyük ailemdeki abilerimin hiç hazzetmediğini hatırlıyorum. Karşısında kampanya yapan kimse de yoktu, 12 Eylül’ün kudretli generalinin. Yüzde 91’den biraz fazla bir oyla Anayasa kabul edilirken, darbe sonrası devlet başkanlığı görevini üstlenen Orgeneral Evren artık cumhurbaşkanı olmuştu. 1983’te “köprüyü satacağım” diyen ANAP lideri Turgut Özal’a karşı Halkçı Parti Genel Başkanı Necdet Calp’ın “sattırmam” deyişi de hafızamda taze. O seçimlerde herkes emekli asker Turgut Sunalp’in Miliyetçi Demokrasi Partisi’nin kazanacağını bekliyordu. Seçimi “merkez sağ, merkez sol, muhafazakar, milliyetçi” dört eğilimi bünyesinde barındıran ANAP kazandı, Turgut Özal zaferi, Milliyet gazetesi arşivine göre “black label” içerek kutladı.

Benim alanda izlediğim ilk seçim, 1987 Genel Seçimleri’ydi. “Aslan sosyal demokratlar”ın partisi SHP, İstanbul mitingini Kartal’da yapıyordu. Trenle Erdal İnönü’yü dinlemeye gitmiştik o ilk satırdaki abilerimle birlikte. Babam da gelmişti. Köfte ekmek eşliğinde İnönü’yü izlemiştik. Ama SHP o seçimde ANAP’ı geçmeyi başaramadı. 1991 seçimlerinde İnönü, Kadıköy’e geliyordu. Sınıf arkadaşım Bekir Can’la birlikte otobüsü kovaladığımızı hatırlıyorum. Büyük umutlar vardı yine. SHP, bu kez ANAP’ı geçmişti ama Demirel’in “iki anahtar” vaadi Doğru Yol Partisi’ni seçimin şampiyonu yapmıştı. Koalisyon kuruldu. Sonra Özal öldü; Demirel, Çankaya’ya çıktı. Türkiye, kanlı 90’lara girdi. Refah Partisi önce yerel iktidara ardından 1994 krizi ile birlikte 1995’te merkezi iktidara yürüdü. Bu yıllarda üniversite öğrencisiydim.

Sonraki tüm seçimleri gazeteci olarak izledim. Mesela 1999 seçimlerinde MHP’nin oy patlaması yapacağını ilk söyleyen gazetecilerden biriydim. Bayburt, Gümüşhane’deki kalabalıkları görünce NTV haber merkezine döndüğümde “MHP iktidara yürüyor” demiştim. Türkeş’in ölümü sonrası kimse buna ihtimal vermiyordu. Sonra KONDA anketinde durum görünür oldu. Sonra sandıktan da MHP çıktı. Evet ikinci parti olmuştu ama DSP ve ANAP’la koalisyon kurup iktidar olmayı başarmıştı işte.

2002 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara yürüdüğünü kampanya sürecinde hemen herkes gibi ben de idrak etmiştim. Fakat DYP’nin baraj sorunu yaşamayacağını düşünüyordum. Ama Genç Parti’nin yükselişi, Kemal Derviş’in çekilmesi sonucu YTP’nin çöküşü hem DYP’yi hem MHP’yi Meclis dışı bırakırken AKP’ye altın tepside ‘Meclis çoğunluğunu ele geçirmiş’ bir iktidar sunuyordu. Muhalefet, Irak’ın işgali sürecinde AKP’nin tökezlemesini bekliyordu. Tezkere çıkarma sözü vermesine rağmen Meclis’te bunu başaramayan Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki iktidar partisi, bu süreçten büyüyerek çıktı.

Benim 27 yıllık meslek hayatımda en büyük yanılgım, 2007 seçimleriydi. Özellikle İzmir’deki Cumhuriyet mitinginde esen havanın beni terse yatırdığını itiraf etmeliyim. Ankara, İstanbul, İzmir ve Samsun’daki Cumhuriyet mitingleri sonrası, tabii 367 krizinin damga vurduğu seçimde, AKP sildi süpürdü. AKP yüzde 46 oyla yeniden iktidara yürürken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül oldu. Ergenekon, Balyoz, Odatv, KCK operasyonlarıyla birlikte sonradan (FETÖ olarak anılacak) Gülen cemaati desteğiyle devlete hakim olan AKP, 2011 seçimlerinde neredeyse yüzde 50’ye dayandı. O seçimde AKP’nin güçleneceği konusunda hiçbir şüphem olmadığını belirteyim.

Gezi direnişi ve 17/25 Aralık operasyonu sonrası 2015 seçimleri, tıpkı 2019 İstanbul Seçimleri gibi adeta iki turluydu. İlk tur görece demokratik bir iklimde gerçekleşti (Aslında tam öyle değil, o başka bir yazı konusu) ve AKP -yüzde 40 kadar oy olmasına rağmen- ilk kez tek başına hükümet kurmayı başaramadı. Sahada yaptığım gözlemler de bu durumu doğruluyordu. Tabii 1 Kasım’a giden süreçte Suruç Katliamı, Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi, sınır ötesi operasyon, Ankara Gar Katliamı daha birkaç ay önce Türkiye’ye hakim olan bahar havasına kışa çevirmişti bile. AKP bu virajı da korku iklimiyle döndü. Sonrasında 15 Temmuz darbe girişimi, 2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Referandumu ile siyaset yeniden şekillendi.

Artık Erdoğan-Bahçeli ittifakı Türkiye’yi yönetiyordu. Cumhur İttifakı adı verilen bu ‘yeni tip koalisyon’ Erdoğan’ın ikinci kez cumhurbaşkanlığına taşıdı. İtiraf edeyim İnce ve Akşener’in alacağı oy oranının seçimi ikinci tura taşıyabileceğini düşünüyordum. Ama o dönem CHP adayı olan bugünün Cumhurbaşkanı adayı Memleket Partisi liderinin sert sözleri yalnız kendi seçmenini konsolide etmekle kalmadı, karşısındaki kitleyi de konsolide etti. Sonuç mu, tarihe “adam kazandı” olarak geçecek bir siyasi basiretsizlik.

Geldik bugüne. Bu seçimde İstanbul dışında Çanakkale, Balıkesir, Trabzon, Giresun, Ordu, Düzce, Sakarya, Osmaniye’de seçimin nabzını tutmaya çalıştım. Gördüğüm şu; Erdoğan ve AKP kan kaybediyor. Elbette bu kan kaybı, 3 Kasım 2002 seçimlerinde DSP-ANAP-MHP’yi baraj altına götürmüş olan gibi bir zayıflama değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2018 seçimlerinden birkaç gün önce, “Bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” dediğinde dolar 4,94’tü, bugün ise serbest piyasada 21 liranın üzerinde. O gün asgari ücret 1603 lira, açlık sınırı 1714 liraydı; bugün asgari ücret 8 bin 500 lira, açlık sınırı 12 bin 335 lira. Kiraların geldiği seviyeyi zaten hiç konuşmayalım.

Geçtiğimiz günlerde Sakarya’da konuştuğum henüz 18 yaşında olan bir üniversite öğrencisi elini cebine attı ve “abi 45 liram kaldı, bu ay sonunu bu parayla ben nasıl getireceğim” diye soruyordu. Babasının “fanatik bir AK Partili” olduğunu kendisine sürekli “dava” telkinleri yaptığını ama kendisinin artık geleceğini göremediğini vatanında bir gelecek hayali kuramadığını söylüyordu. Bu genç kız elbette tek değil, böyle başkaları da var. Ordu’da konuştuğum bir genç, daha önce İnce’ye oy kullanacakken tıpkı babasın AKP’li olduğunu söyleyen üniversite öğrencisi gibi “Kılıçdaroğlu’na vereceğim” diyordu. “Neden” diye sorduğumda, “Özgürlük istiyoruz, umut istiyoruz abi, haksızlık değil, adil bir devlet istiyoruz” diye yanıt vermişti. Elbette birçok AKP’li ile de konuştum. Onlara, “Ne istiyorsunuz Erdoğan’dan?” deyince genelde hep benzer yanıtları aldım. “Reis ne gerekiyorsa verir”, “Bizim derdimiz patates soğan değil, vatan millet”, “Bu millet Kurtuluş Savaşı’nı yaşadı, gerekirse yine kuru soğan yeriz ama Reisimizden vazgeçmeyiz”. Büyük kısmı bu şekildeydi TOGG ve Bayraktar vurguları da vardı. Ama kendilerine dair bir şey pek yoktu. Tamamen davaya ve Erdoğan’a bağlılık. Bu seçmen gurubu için Erdoğan’ı korumak bir nevi namus meselesi.

Ancak bu toplamın, bu siyasi çerçevenin bu kez Erdoğan’a seçim kazandırmaya yetmeyeceği kanaatindeyim. 2018’de 59,3 milyon seçmen vardı, 51,2 milyon oy kullanıldı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 26,3 milyon oylar (yüzde 52,6) ile seçimi kazandı. Bugün bu seçmende en az yüzde 10 kaybı olduğunu düşünürsek bunun üzerine de 4 milyon 800 bin seçmenden yüzde 30 ay aldığını varsayarsak en fazla 25 milyon oy alacağını tahmin edebiliriz. Yüzde 88-89 katılımla 56 milyon seçmenin oy kullanacağı bir seçim olması çok muhtemel olduğuna göre Erdoğan’ın yüzde 50’ye ulaşması çok zor. Seçimin ilk turda bitmesi hiç uzak ihtimal değil. Ama burada belirleyici olan şey hiç kuşkusuz diğer iki adayın alacağı oy olacak. İnce çekilse de ismi listede. Oğan da son açıklamalarına kadar yüzde 4’leri zorluyordu.

Benim için Kılıçdaroğlu’nun yüzde 51’in bir miktar üzerinde bir oyla seçimi ilk turda kazanması sürpriz olmaz. Ama tabii ki son karar halkın. Onun iradesinin üzerinde hiçbir irade olamaz ve olmayacak. Seçim sonrasında bu iradeye meydan okuyacak herhangi bir şey olması da çok olası değil. Çünkü Türkiye Cumhuriyet kurulduktan sonra çok partili demokrasiye geçmek için çok gayret etti. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka deneyimleri hüzünle sonuçlandı. 1946 Seçimleri tartışmalıydı ama bir başlangıçtı. 1950 Seçimleri “en büyük mağlubiyetim aslında en büyük zaferimdir” diyen İnönü’nün iktidarı Bayar ve Menderes’e teslim etmesi ile sonuçlandı. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül üçü de çok farklı içerikleri olsa da demokrasiyi akamete uğrattı, dersler alındı.

Son not: Meteoroloji günler süren soğuk havalardan sonra Pazar ve Pazartesi günleri, güneşli havaların tüm yurda hakim olacağını gösteriyor. Demek ki bahar geliyor.

Etiketler
Meteoroloji Hilmi Hacaloğlu