Bazen ama bu aralar sıkça…

Tamamen gri, tamamen edepsiz bir yağmurun arabanın kaportasında çıkardığı düzensiz tıkırtıların ruhunu kararttığı bir pusla mı dolusun? Kaygılarını doğrulayan her şeyin başına geldiğini ve bundan sonrasının yokuş aşağı olduğunu mu düşünüyorsun? Kendine karşı mahcup musun?

Sana da oluyor mu bazen? Kursağında düğümlenen bir sızı ve o sızıdan ılık ılık akan hüzün yakıyor mu içini? Kahkahanın sonuna bağlanan gözyaşı diline bir “keşke” sıkıştırıyor mu? Yetmediğin, yetemediğin hayat sana çok uzaktan dil çıkarırken, çarpık, çapraz bir Türkçeyle bir aahhh! çekiyor musun? Sığınacak bir kuytu, affedecek ve her şeyi temize çekecek bir ana kucağı arıyor musun? Ellerine, yüzüne bakıp aynada kendine yabancılaşıyor musun? Mecalinin kalmadığını, sıkıştığın bu dehlizden çıkmak için şu ana kadar aklına gelen ve işe yaramayan çabalardan daha başka bir çözüm bulamadığını anlayıp bir koltuğa çöküyor musun? Çaresiz hissediyor musun? Yalnız? Umutsuz? Yüzüne kapanan kapılar, dün eline bakanların küçümseyen bakışları, sözleri hınçla, nefretle dolduruyor mu içini? Öfkeyle patlamakla yorganı üstüne çekmek arasında giden bir karamsarlıkla mı dolusun? Geçmişin o “tatlı” günlerinde yaptığın seçimlere mi hayıflanıyorsun? Kendini acımasızca suçluyor musun? Ağzının içi pas, gözünün önü sis mi dolu? Ruhun bedenini terk etmiş ve seni dışardan yargılayan bakışlarla süzüyor mu? Kendine acıyor musun? Korkuyor musun? “Bu duruma düşecek ne yaptım?” sitemiyle acını katlamayı durduramıyor musun? Korkun telaşa, telaşın paniğe ve paniğin dönüp dolaşıp tekrar korkuya dönüşüyor mu? Yaz sonu kapanan pansiyonların kapıları, bir zamanlar nice eğlencelere sahne olmuş mekanların terkedilmiş binaları, yaşlanıp gözden düşmüş bir sanatçının dudağına titrekçe sürdüğü ruj, sahibi tarafından bir ıssızda terkedilmiş ev hayvanı gibi mi hissediyorsun? Yorgun musun? Teselliler sıkıntını daha da katlıyor mu? Bir mucize arayan gözlerin odanın içinde dolanıp nihayetinde dizlerinin üstünde birleşen ellerine mi kilitleniyor? Kullanım sürenin bittiğini mi hissediyorsun? Haksızlığa, ihanete uğradığını ve en kötüsü kendine ihanet ettiğini? Sonunda dönüp durduğun fanus yine çatlak vermeyen hapis, habis bir ur olup duruyor mu karşında? Haraç mezat ruhunu satmak mı istiyorsun? İlk kez şiirle tanışmanın sersemliğini, uçurtma uçururken yere kapaklandığındaki o ince sızıyı, hatta üstüne bir de tabakta kalmış yiyeceklerin kabahatlerini mi özlüyorsun? Özlemlerini ertelediğine ve hatta onlardan vazgeçmek zorunda olduğuna mı yanıyorsun? Ayrıldıkları evlerin pervaz diplerini temizleyen ev kadınlarını, yüzümüze vurulan tokatları değil sonraki sızılarını mı hissediyorsun? Tamamen gri, tamamen edepsiz bir yağmurun arabanın kaportasında çıkardığı düzensiz tıkırtıların ruhunu kararttığı bir pusla mı dolusun? Kaygılarını doğrulayan her şeyin başına geldiğini ve bundan sonrasının yokuş aşağı olduğunu mu düşünüyorsun? Kendine karşı mahcup musun? Yenildin mi?

Olsun… Tekrar yaparsın… Ve tekrar…. Ve tekrar… Her seferinde daha güzel yenilerek…

Seninle gurur duyuyorum.