Siyasi kapitalizm ve güncel yönelimler

Siyasi kapitalizm, şimdilik yeni bir birikim rejimi olmaktan çok mevcut birikim rejiminin sürekliliğini sağlamayı hedefleyen bir kriz yönetimi gibi görünüyor.

Dylan Riley ve Robert Brenner, yakın zamanda ABD siyaseti ve kapitalizmin güncel yönelimini anlama konusunda 7 tezden oluşan bir makale yayınladı. Her iki yazar da tezlerin tamamlanmamış olduğunu kabul ederek bu “son derece tuhaf siyasi dönemin kavranabilmesi” için belirli kavramsal çerçevelerin oluşturulması gerekliliğini belirtti.

Riley ve Brenner’ın öne sürdüğü önemli iddialardan biri 2010’lardan sonra sermaye birikim rejiminin dönüşmesidir. Bu iddiaya göre artık eskisi gibi ekonomik temelli büyüme ve kalkınma planları gündemde değildir. Bunun yerini siyasetin belirgin hale geldiği, seçim kazanmanın merkezi bir önem taşıdığı yeni bir biçim almaktadır. Birikimin birincil getirisi kaba siyasi güç haline gelmiştir ve tüm bunlar “siyaset yoluyla oluşturulmuş vurgun mekanizmasına dayanır.” Bunu siyasi kapitalizm olarak nitelendirirler.

Riley ve Brenner’ın siyasi kapitalizm konusundaki bir diğer önemli iddiası bu yeni birikim rejiminin siyaseti de köklü biçimde değiştirdiğidir. Egemenler açısından bu durum sürekli seçim kampanyası ve bu tarz faaliyetlere yatırım anlamına gelir ve Riley ve Brenner, siyasi partilerin tam bu noktada “sınıf uzlaşması”nın yürütücü olmaktan çıkarak “mali koalisyonlar haline geldiğini” söyler. Dolayısıyla yeniden yapılandırılan bu siyaset içindeki partiler, bir biçimiyle egemen sınıfların ya da seçkinlerin partisi haline gelmektedir.

Üçüncü ve bir diğer temel iddia sınıf siyasetinin çağdaş dünyada yerini almasıyla ilgilidir. Riley ve Brenner’ın buradaki vurgusu, sömürü ilişkilerinin siyasallaştırılması üzerinedir. Birçok kişi tarafından önceki toplumsal formasyonlardan farklı olarak kapitalist toplumda artığa el koyma sürecinin her zaman üretim sürecine içkin olduğu ve siyasetin bu noktada dışsal bir rol oynadığı kabul edilir. Riley ve Brenner bu durumun değişmeye başladığını ve ücretli emek ile sermaye arasındaki ilişkinin siyasallaştığını söyler.

Dördüncü ve son nokta şudur; 2010’lardan bu yana artan bir sınıf mücadelesi gözlemlenir. Ancak bahsedilen sınıf siyaseti, işçi sınıfının siyaseti değildir, yani burada işçiler, çıkarlarının peşinde bir sınıf olarak hareket etmek yerine emek gücü sahipleri olarak kalmaya devam eder. Bu durum ise %68’e varan işçi sınıfı oranı tanımladıkları ABD’de sınıf siyasetinin ana akım partiler ve seçkinler tarafından kullanıldığı ve işçi sınıfı taleplerinin araçsallaştırılarak bu mali koalisyonlar içinde eritildiği anlamına gelmektedir.

Ancak burada bir soru sormak gerekir; siyasi kapitalizm yeni bir birikim rejiminin ifadesi midir yoksa 1980’lerde başlayan yeni birikim rejiminin bir sonucu mudur? Elbette henüz tamamlanmamış bir süreç için net bir yanıt vermek oldukça zordur. Yine de siyasi kapitalizm yeni bir birikim rejiminin temeli olarak görülebileceği gibi, neoliberal dönemdeki birikimin sonucu olarak görme konusunda da yeteri kadar malzeme sunmaktadır. İlkel birikim, toplumsal hareketlerin dönüşümü ve devlet ve siyaset ilişkisi bağlamında bu tartışmalara kısaca göz atılabilir.

İLK BİRİKİM

Sermayenin nasıl biriktiği sorusu politik ekonominin önemli başlıklarından biridir. Klasik ekonomi politikçileri ve özellikle Adam Smith’in argümanını hedef alarak Marx, bu birikim sürecinin yaygın öyküde anlatıldığı gibi sermayedarların çalışkanlığından değil, “ateş ve kana” dayandığını, temelde mülksüzleştirmeyi ve üreticileri üretim araçlarından ayırmayı hedeflediğini belirtir. Rosa Luxemburg, Marx’ın argümanını daha da derinleştirerek birikim tartışmasıyla emperyalizm arasındaki ilişkiyi gündeme getirir. Neoliberal dönemde pek çok kişi ilk birikim tartışmasına dönüş yapmıştır. “Mülksüzleştirme yoluyla birikim”, “el koyarak birikim”, “istila yoluyla birikim” gibi çeşitli kavramlar bu dönemde ortaya çıkar.

Marx’ın ilk birikim argümanı, kimi zaman tarihsel kimi zaman da sürekli niteliği ile okunur. Argümanı neoliberal döneme taşıyanlar, ilk birikimi kapitalist toplumsal ilişkilerin sürekli bir unsuru olarak değerlendirmiştir. Örneğin Massimo De Angelis, ilk birikim ile genel sermaye birikimi arasında bir ayrım yapar. Her ikisi de üreticilerin ve üretim araçlarının birbirinden ayrılmasını hedefler. Ancak De Angelis, ilk birikimin “kapitalist üretimin özgüllüğünün bir sonucu değil, onun tarihsel temeli” olduğunu belirtir ve bundan farklı olarak “birikim, aynı ayrılmanın daha büyük ölçek yeniden üretimini ifade eder.”

Elbette bu sadece üretim araçlarıyla ilgili değildir. Dahası son 40 yılın sınıf mücadelesi çerçevesini bu birikim pratikleri oluşturmuştur. “Borçlandırmalar yoluyla arazilere el koyma”, küresel ölçeğe yayılan bir göçmen emeği yaratma, eğitim, sağlık, sosyal yardım, toprak, hava su gibi kamuya ait kaynakların piyasalaştırılması, özelleştirmeler vd. Kısacası tüm bu birikim pratikleri, 1980’lerden itibaren piyasanın serbestleşmesi bağlamında meydana gelmiştir. Devletin ve siyasetin geri çekildiği yansıması nedeniyle temel toplumsal çatışma ve sınıf mücadelesi, ortak ya da özel mülkiyet ilişkilerinin ve bunun tahayyüllerinin çatıştığı bir çerçeveye yerleşir.

KARŞI HAREKETLER VE SİYASET

Polanyi’nin gösterdiği gibi sermayenin ve piyasanın her tarihsel hareketi, beraberinde karşı hareketleri de getirir. 2010 yılında başlayan küresel isyan dalgasından sonra karşı hareketlerin önceki 30 yıllık düzlemi bütünüyle değişime uğramaya başlamıştır. Pek çok hareket fiili meydan işgalini ya da isyancı durumu sonlandırdıktan sonra siyasal temsil alanına doğru yönelim göstermiştir. Tüm bunlar, aslında siyasi kapitalizm tartışmasının belirginleştiren temellerdir.

Eski toplumsal ilişkileri bütünüyle çözüme uğratan ve piyasa ekseninde yeni bir toplumsallık inşa etmeyi hedefleyen neoliberal dönüşüm hem kendi içsel krizleri nedeniyle hem de isyancı meydan okumalarla karşı karşıyadır. 2010’lara kadar neoliberal dönüşümün başat aktörlerinin önemli başarılarından biri, devlet ve siyasetin piyasa müdahil olmama konusunda verdiği güvenceye birçok kişiyi inandırmasıdır. Dahası reel sosyalist ülkelerin çöküşünden sonra işçi sınıfı hareketleri de siyasetten uzak duran bir hatta ilerlemiştir. Elbette tüm bunlar görünen gerçekliktir. Görünenin arkasında ise küreselleşme olarak adlandırılan olgunun siyasetten zaten hiç ayrı olmadığıdır. Leo Panitch ve Sam Gindin’ın gösterdiği gibi bugünün küresel kapitalist ekonomisi kendi “doğal sınırlarına” kendi içsel yönelimiyle ilerlememiştir. Bizzat devletler aracılığıyla, özellikle de ABD aracılığıyla örgütlenmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında kapitalizmin özellikle birikim sürecinde her zaman siyasi bir nitelik taşıdığı, dolayısıyla “siyasi kapitalizmin” bu anlamda yeni olmadığı söylenebilir. Bu noktada yeni olan, siyasi zor aygıtını zorunlu olarak göreve çağıran toplumsal ayaklanmalar ve işçi sınıfı mücadeleleridir.

SONUÇ

Kısacası kendi sınıf çıkarları doğrultusunda inşa edilen bir işçi sınıfı siyasetinin ve onun toplumsal temellerinin oluşmaması için, tarihin sonu olarak ifade edilen dönemden siyasetin en yüksek perdeden ifade edildiği bir döneme geçiş yapıyoruz. Toplumsal ayaklanmaların ve işçi sınıfı mücadelelerinin varlığı, mevcut üretim ve birikim ilişkilerinin siyasal zor olmadan yönetilemeyecek duruma getiriyor ya da en azından bu çelişkileri açığa çıkarıyor. Bütün bunların ortasında siyasal kapitalizm ise hızla şu görevlerle donatılmaktadır: toplumsal ayaklanmaları ve onun içinde oluşan piyasa dışı toplumsal ilişkileri bastırmak; işçi sınıfını kendi öznelliğini yaratacak, gündelik, somut ve toplumsal dönüştürücü pratiklerden arındırmak; sömürü temelli sınıf ilişkileri yerine farklı toplumsal çelişkileri derinleştirerek işçi sınıfını bölmek ve son olarak siyasetin herkes tarafından dile getirildiği bir dönemde işçi sınıfını siyasetsizleştirip profesyonellerin söz düellolarıyla çarpıştığı arenaya seyirci olarak davet etmek. Bu nedenle siyasi kapitalizm, şimdilik yeni bir birikim rejimi olmaktan çok mevcut birikim rejiminin sürekliliğini sağlamayı hedefleyen bir kriz yönetimi gibi görünüyor.

KAYNAK: https://e-komite.com/2023/amerikan-siyaseti-uzerine-yedi-tez-dylan-riley-robert-brenner/

Etiketler
Kapitalizm