Birlikte kazanmak mümkün

Zamanımız az, yarın 1 Mayıs meydanlarında bütün farklılıklarımızla birlikte tek bir yumruk olalım. Devamındaki günlerde Gezi’nin mücadeleci, dayanışmacı, saygılı ve neşeli ruhuyla yürüyelim. 14 Mayıs’tan sonra da hepimize çok iş düşecek…

Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden Silivri Cezaevinde tutsak edilmeye başlayalı bugün itibariyle tamı tamına 369 gün oldu. Bir yıldır aramızda değiller. Onlar 18 yıla, 2000 günden fazla zamandır tutuklu bulunan Osman Kavala ise ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi.

Gezi tutukluları ülkemiz tarihinin en hukuksuz, kural, kanun dahi tanımayan, 15 Temmuz sonrasında kendileri yargılanan ve mahkûm olan emniyet mensuplarının hazırladıkları fezlekelerle, “yargı görevlilerinin” hazırladığı akıl almaz iddianamelerle mahkûm oldular.

Onları özledik ama bir yandan da hemen her gün biriyle ilgili çıkan bir haberle yahut yazdıkları yazılarla bizlerle oldular. Mutsuz, umutsuz olduklarını hiç görmedik. Gezi günlerinde Mücella ablayı, Tayfun’u, Can’ı ve diğer tutukluları umutsuz gören sanırım yoktur. Dışardayken söylediklerinden, savunduklarından bir adım geri durmadan, haklı olduklarını haykırmaya devam ediyorlar.

Ama artık yeter! Özgürlüklerinden, hayatlarından çalınan günlerin sona ermesi gerekiyor. Yalnızca onlar mı? Haksız biçimde hapishanelerde tutulan bütün siyasi tutukluların, seçilmişlerin, gazetecilerin, haksızlığa uğrayan herkesin özgürlüklerine kavuşmaları gerekiyor. Haksız cezalar ve ceza tehditleri nedeniyle yurdundan uzak kalanlar artık ülkelerine geri dönmeliler. Baskının, şiddetin, adaletsizliğin son bulması ve demokratik bir iklime doğru geçmenin özlemi içindeyiz.

Bunun için de Gezi’nin omuz omuza veren, kibar ve nazik, birbirimizi kollayan dayanışmacılığına; hakkını arayan, yapılmaması gerekeni yaptırmayan inatçılığına ve mücadeleciliğine ihtiyacımız var.

EN KRİTİK SEÇİMİMİZ

Malum; seçimlere iki hafta kadar bir süre kaldı. Ülkemiz tarihi boyunca egemenler açısından halkın önüne sandık koymak, meşruiyeti seçimlerle sağlamak hep kritik bir önemde olmuş. CHP iktidarının son bulduğu, DP’nin uzun iktidarının başladığı 1950 seçimleri, TİP’in Meclis’e girdiği 1965 seçimleri, CHP’nin “ortanın solu” siyasetiyle yükselişe geçtiği 1973 ve 1977 seçimleri, ANAP’lı yıllar ve 1987 seçimleri, SHP-HEP ittifakıyla Kürt vekillerin Meclis’e girdiği 1991 seçimleri, RP’nin yükseldiği 1995 seçimleri ülkemiz tarihinin önemli siyasi dönüşümlerine neden olan seçimler oldu.

2002 seçimleri yirmi yılı aşkın süredir ülkemizi yönetecek AKP iktidarının kazanmasıyla sonuçlandı ve on yıl kadar bir süre iktidar sandık meşruiyetini arkasına alarak ülkemizi bugünlere taşıyan sermaye programını uyguladı. 2010 referandumu ise Fethullahçılarla sürdürülen işbirliğinin açık ittifaka dönüştüğü bir seçim oldu. 2013 Gezi Direnişi sonrasındaki 2015 seçimleri ise AKP’nin yenildiği ilk seçim sayılabilir. Bu yenilginin en önemli nedeni ise şüphesiz HDP’nin yüzde 13’lük bir oy oranıyla Meclis’e girmesiydi. Bu sonuç iktidarın savaş politikasına sarılmasına neden oldu ve 1 Kasım Seçimleriyle kaybettiği çoğunluğu tekrar kazandı. Her türlü girişime rağmen HDP barajı geçerek Meclis’te kalıcı bir yere sahip olduğunu gösterdi.

Yüzde 51,41 evet, yüzde 48,59 hayır oranıyla sonuçlanan 2017 Başkanlık Sisteminin oylandığı referandum ise ülkemiz tarihi açısından çok önemli bir dönüşümdü. Bu sonuca ve 2018 seçimlerinde Tayyip Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanı olarak seçilmesine rağmen AKP’nin düşüşü devam etti. 2019 yerel seçimleri iktidar tarafından her türlü devlet imkânının kullanılmasına rağmen kaybedildi. Tekrar edilen İstanbul seçimleri ise hezimetin büyümesiyle sonuçlandı.

HDP’nin 2015 ve 2018 seçimlerindeki başarısı ise Kürt halkının uzun yıllara dayanan mücadelesi, sosyalistlerin desteği, ittifakı ve aynı zamanda Meclis aritmetiğinde demokratik bir tablonun oluşması gerektiğine inanan milyonların oyuyla mümkün oldu. Geleneksel pek çok CHP seçmeninin tercihini bu yönde kullandığına hemen hepimiz şahidizdir. Böyle bakıldığında Gezi etkisinin de, “dekoratif” denilen siyasal güçlerin anlamı da daha açık görülecektir.

Sonuç itibariyle 14 Mayıs’ta yapılacak seçimler geçmiş bütün seçimler göz önüne alındığında tarihimizin en önemli seçimi olarak yaşanacak. Soru basit; tek adam rejimi, parti devleti sistemi devam mı edecek, değişecek mi?

Değişmezse hayat, mücadele bitmeyecek; değişirse ülkemiz bir anda güllük gülistanlık olmayacak. Ama AKP kaybederse öncelikle nefes alacağız. Nefes almak az şey mi? Devamında insanca yaşadığımız bir ülke için hayatın her alanında mücadele devam edecek. Bunun için şu kısacık zaman diliminde elimizden ne geliyorsa yapmak gerekmez mi? Açık ki seçim sürecini, seçim tavrını önemsizmiş gibi tartışan kim varsa gerçek hayatın dışına itilmeye mahkûm oluyor.

BİRLİKTE BAŞARILABİLİR

Bu nedenle 14 Mayıs seçimlerini ülkemizde demokrasinin, adaletin tesisi açısından önemli bir dönüm noktası olarak ele almak gerekiyor. Bu ülkemizin bütün kaderini seçime, sandığa, Meclis’e bağlamak değildir. Toplumsal muhalefet kendisini yalnızca Meclis’teki muhalefetle var edebilir anlamı da taşımıyor. Önümüzdeki dönemin solun bir bütün olarak yükseldiği, sendikaların demokratik kitle örgütlerinin, meslek odalarının, siyasi partilerin güçlendiği, toplumun örgütlenme kanallarının çoğaldığı bir iklimin oluşması çok temel bir meseledir. 14 Mayıs seçimlerini bu çerçeve içinde düşünmek gerekir.

Şu anda AKP karşısında yer alan kesimler büyük oranda Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı konusunda hemfikir görünüyor. İYİP’nin masadan kalkıp tekrar geri döndüğü günlerden bugüne Alevi, Kürt meselesini ele aldığı konuşmalarıyla, çeşitli temel konulardaki vurgularıyla Kılıçdaroğlu geniş bir mutabakatla birlikte bir heyecan yarattı. Ama Millet İttifakı bileşenlerinin sağ kanadı sağ partilere oy veren kitleleri cezbedilmiş değil.

Diğer yandan Millet İttifakı bileşimini yansıtan CHP’nin milletvekili listelerinin aynı heyecanı yarattığını söylemek güç. Çeşitli mücadelelerden gelen, kadın mücadelesinin içinden çıkan, hatta CHP’de yetişmiş soldan pek çok ismin listelerde yer bulamadığı bir bileşimden bahsediyoruz.

Milletvekili seçimlerinde Cumhur İttifakı, Millet İttifakı seçeneklerinin dışında solun en önemli seçeneği ise Emek ve Özgürlük İttifakı. İttifak iki partiyle seçime giriyor: HDP ve ittifak partilerinden oluşan Yeşil Sol Parti ve Türkiye İşçi Partisi. Kamuoyuna yansıyan uzun tartışmalar neticesinde iki partiyle girilme kararı alındı ama tartışmalar son günlere kadar devam etti. Sürecin aslında çok daha iyi yönetilebileceğine dair eleştirilere katılmamak mümkün değil.

Bence bu tartışmalar ittifakı destekleyen insanların taraflaşmasına yol açmamalı, oluşan negatif hava da bir an önce bertaraf edilmeli. Bunun için de herkesin sorumluluk duygusuyla hareket etmesi gerekiyor. Uzun yılların zorlu mücadeleleriyle bugünlere gelen, hala iki eski genel başkanı, vekillik, belediye başkanlığı yapmış pek çok insanı tutuklu bulunan HDP’nin ve ittifakı sosyalistlerin kazanmasının da, son yıllarda hızla büyümeyi başaran, toplumda oldukça geniş bir kesimden teveccüh gören Türkiye İşçi Partisi’nin önüne koyduğu hedefi başarmasının da ülkemiz demokrasisi ve sol açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Cumhurbaşkanlığında Kılıçdaroğlu’na, milletvekilliğinde hem Yeşil Sol Parti’ye, hem de TİP’e oy çıkacak evler biliyorum. Bu iklimi gözeterek hareket etmek hepimizin yararına.

Açıkçası birbiriyle güç karşılaştırması yapılmaması gereken bu iki önemli potansiyel ortak bir listede kendini ne kadar ifade edebilirdi, bu mümkün olur muydu, bilmiyorum. Ama nihayetinde ortaya çıkan ve anlaşılan tablo bu. Şimdi bütün sorumluluk sahibi olan insanların buna uygun davranması gereken kısacık bir zaman diliminin içindeyiz.

Siyaset ve toplumsal ilerlemeler bazen bütün hesapları tersyüz edebiliyor. Yalnızca verili koşullara uygun hareket etmeye çalışmak da bizi ilerletmeyebiliyor. Bana kalırsa ne TİP’e verilecek oylar Yeşiller Sol Parti’den ne Yeşiller Sol Parti’ye verilecek oylar TİP’ten eksiltmeyebilir. Burada mesele yalnızca vekil sayısındaki artış ya da eksilmeyle tartışılmamalıdır. Siyasi sonuçlar sayısal sonuçlardan daha önemli hale gelebilir. En azından bunu hedefleyen bir şekilde yol yürünmelidir. 14 Mayıs’ın sonuçları pek çok yeni tartışmanın kapılarını aralayabilir.

Zamanımız az, yarın 1 Mayıs meydanlarında bütün farklılıklarımızla birlikte tek bir yumruk olalım. Devamındaki günlerde Gezi’nin mücadeleci, dayanışmacı, saygılı ve neşeli ruhuyla yürüyelim. 14 Mayıs’tan sonra da hepimize çok iş düşecek…