2 Temmuz’u unutmuyoruz! Yitirdiklerimiz ve yarınlarımız için...

Bugün Temmuz’un 2’si… Milyonlarca insan, 1993’ten bu yana 2 Temmuz gününe, içlerini kavuran derin bir sızıyla başlar. Dile kolay, çokça zikredilen 2023’te...

Bugün Temmuz’un 2’si… Milyonlarca insan, 1993’ten bu yana 2 Temmuz gününe, içlerini kavuran derin bir sızıyla başlar. Dile kolay, çokça zikredilen 2023’te otuz yıl olacak. O yılların çocukları olan bizler orta yaşa doğru koşuyoruz, gençleri ise “her yaştan genç” mertebesine erdi sayılır. Hâsılı, otuz yılda pek çok şey gördük ve yaşadık. Doğumlar, ölümler, sevinçler, acılar ve ne yazık ki başka katliamlar. Fakat geçen bunca yıla rağmen 2 Temmuz Katliamı ne kadar yakın bir tarih. Ne yarası külleniyor ne öfkesi azalıyor.

Otuz üç insanımızı katlettiler, söylerken ağızdan kolay çıkıyor, ama onlar birer sayı değiller. Onlar çocuk, onlar genç, onlar kadın, onlar evlat, onlar anne ve baba… Onlar birer insan… Hayattan koparılmasalar edebiyata, sanata ve ülkemize nice değerler katacak olan, her biri ayrı güzel insanlar. Sivas’ta 93’te katledilen yalnızca insanlarımız değil; türküler, şiirler, romanlar, karikatürler, fotoğraflar, resimler, tiyatro oyunları, fikirler…

Sivas Katliamı’na dair söylenmemiş söz, yazılmamış şiir, yakılmamış ağıt kaldı mı bilmiyorum. Bir o kadar daha söylenip yazılsa içimizdeki feryada yetmeyeceği de ortada. Hala tutamamış olsak da sıkılı yumruklarla binlerce kere söz de verdik, katiller yargı önünde gerçekten hesap versinler diye. Ama öyle beş on maşa değil, maşaları tutan ellerin yargılanması için çok kere söz verdik. O yüzden Sivas Davası ülkemizin vicdan sahibi her bir yurttaşı için kapanmadı.

Zulüm, bizim coğrafyayı kendine mesken tutmuş; acı da bu yüzden hiç eksik olmamış. Katliamlar, savaşlar yüzyılların koluna girmiş bugünlere kadar gelmiş. Ne zulmedenler zulmetmekten vazgeçmiş, ne direnenler direnmekten. Yüzyıllar, yakın tarihimiz ve günümüz karşılıklı bu mücadelenin örnekleriyle dolu. Sivas Katliamı bu tarihsel sürekliliğin acı sonuçlarından biri. Alevilere yönelen katliam siyaseti Osmanlı’nın somut bir gerçeği. Bir başka gerçek yine yüzyıllardan bu yana var olan gericiliğin 1945’ler sonrası ve özellikle 12 Eylül sonrası egemenler tarafından palazlandırılması. Devletin inançlara eşit mesafede durmadığı, Alevi inancının eşit yurttaşlık haklarına kavuşamadığı bir ülkede bu tür katliamlar ne yazık ki her dönem devreye sokulabiliyor.

“Kutuplaştırma” diye dillere pelesenk olmuş siyaseti bu açıdan değerlendirmek gerekir. Tarih boyunca sol, yalnızca resmi güçler tarafından engellenmeye çalışılmadı. Bunun için sivil faşist hareketler örgütlendi, toplumsal gericiliğin hazır kıta haline getirilmesi için çok çalışıldı. Elbette ülkemizi uzun yıllardır yöneten sağ siyaset bunu, emperyalist siyasetin bir parçası olarak yürüttü. Ve yakın tarihimizdeki bütün katliamlar bu unsurların bileşimiyle hayata geçirildi. Hep söylenir, ülkemizde en küçük kışkırtmalardan linçlere, kitle katliamlarına kadar her olayda mutlaka “birilerinin” parmağı vardır. O birilerinden kasıt emperyalist ağla doğrudan iltisaklı kontrgerilla yapılanmasıdır. 12 Eylül öncesi yaşanan bütün katliam girişimlerinde ve gerçekleşen katliamlarda bu imzayı görürüz. Maraş Katliamı bunun en acı örneğidir.

Çoğu zaman “kontrgerilla, Özel Harp” falan deyip işin içinden çıkıyoruz. Ama bu mekanizma insanlardan oluşan bir yapı değil mi? Kim bunlar, hangi resmi, gayrı resmi makamları işgal ediyorlar? Hazırlıkları günler öncesinden başlayan, Aziz Nesin’i suçlayarak, saatler boyu süren nümayişle binlerce kişinin otelin etrafını sarması ve ardından ateşe vermesi, aynı zamanda güvenlik güçlerinin asla saldırganlara müdahale etmemesini sağlayan kimler? Erdal İnönü’nün hükümet ortağı olduğu halde olaylara müdahale etmesini engelleyenler kimler? Bu soruların somut cevaplarını bulmak belki de en önemli mücadele konusu.

Diğer yandan bu ülkede eşitlikten, özgürlükten, barıştan, kardeşlikten yana, farklılarımızı renklerimiz olarak görmeyi düstur edinmiş herkese görev düşüyor. Ülkemiz artık ne kan, ne ölüm, ne de acı istemiyor. 2 Temmuz vesilesiyle bir kez daha hatırlamamız gereken şey katliamlar, provokasyonlar kendiliğinden değil, örgütlenmiş süreçler olarak ortaya çıkmaktadır. Egemenler krize girdiklerinde, yeni bir dönem, yeni bir düzlem kurmaya çalıştıklarında ve de ne zaman sol bütün renkleriyle yükselişteyse katliamlara başvuruluyor. 1980 öncesi solun durumu biliniyor. 90’lı yıllar ise baskı rejimine, kirli savaşa rağmen solun yükselişine sahne oluyordu. Maraş Katliamı’nın CHP hükümetken, Sivas Katliamı’nın SHP hükümet ortağıyken tertiplenmesi tesadüf müdür?

Maraş Katliamı döneminde Ecevit Başbakandı, ama muhalefet lideri olarak Demirel "’bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor.' dedirtemezsiniz." diyordu. Sivas Katliamı’nda Başbakan Çiller "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir." diyerek bu “sağcı” geleneği sürdürüyordu.

Kapanmayan yaramızı daha da tatsız meselelerle acıtmak derdinde değilim. Umutsuz hiç değiliz, olmayacağız da. Aksine ülkemizde demokrasi ve barışı hakim kılmak önümüzdeki dönemlerde eskiye göre belki daha da mümkün. Bunun için seçimler dahil her türlü demokratik hakkımızı kullanacağız. En mühimi seçimlerin sonuçlarından memnun olsak da olmasak da tuttuğumuz ipin ucunu bırakmamaktır. Dikkatli olalım! Tarihimizden, özellikle de yakın tarihimizden ders çıkaralım. Bir halk olarak, popüler deyimle, bir arada olalım, iri olalım, diri olalım.

Ne diyor sevgili Metin Altıok,

“…yarın farklıdır bugünden

adı değişir hiç olmazsa,

kara bir suyu

geçiyoruz şimdilerde

basarak yosunlu taşlara.

sen bugünden yarına

birazcık umut sakla…”

Yitirdiğimiz 33 insanımıza sonsuz saygı, sevgi ve hasretle….

Etiketler
Temmuz