Derdi Dünya Olanın Dünya Kadar Derdi Olurmuş…

1981 yılına kadar kölelik düzeninin hüküm sürdüğü, kız çocuklarının 5 yaşından itibaren deve sütü ile beslenip obez olmalarının sağlandığı, ülkedeki erkeklerin kilolu kadınları tercih ettiği, 4 eşliliğin yasal ve yaygın olduğu, kadınların yarısının okuma yazma bilmediği Moritanya ile eğitim açılımı yapıldı! Müjdeler olsun…

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Afrika kabile devletine gitmek için 8 bin 212 kilometre yol kat eden MEB; “İkinci vatanımız gibi ilgi gördük, sevgi gösterileriyle karşılandık, ilişkilerimize ivme kazandıracak adımlar attık, kültürel iş birliğini masaya yatırdık, turizm ve ticaret alanlarında iş birliği anlaşmaları imzaladık. Eğitim açılımı yaptık!” şeklinde mesut ve bahtiyar bir şekilde açıklama yaparken acaba 1 milyon öğretmenin atama beklediğini, gençlerin vize kuyruklarında talihlerinin değişmesi için umutsuzca hayal kurduğunu hatırladı mı?

Yine MEB 2024-2025 verilerine göre 129’u devlet, 79’u vakıf olmak üzere 208 üniversitede 185 bini aşkın akademik personel, 6.8 milyon öğrenci bulunduğunu, bilimsel tek yayını olmayan kişilerin rektör olarak atandığını, 2 milyondan fazla öğrencinin ekonomik nedenlerle eğitimini bıraktığını unuttu mu? Ya da eğitim açılımı için bula bula Moritanya’yı mı buldu?

Bu arada aylar önce MEB şöyle buyurmuştu: “Muhalefetin çok yüklendiği bir kardeşinizim. Dualarınıza ihtiyacım var.” MEB’in işi de duaya kalmışsa yandı gülüm keten helva demeli miyiz?

Sırada ekonomik veriler var…

4 kişiden birinin icralık olduğu ülkemizde her gün ortalama 26 bin yurttaş icra dairelerinin yolunu tutuyor. Milyonlar karın tokluğuna çalışıyor, açlık sınırı 30 bin TL, yoksulluk sınırı 82 bin TL’ye yükselmiş. Hal böyle iken İstanbul pahalılık rekoru kırıyor, İstanbul Havalimanı pahalılıkta rakip tanımıyor. Öyle ki yolcular; “dünyanın en pahalı yeme içmesi burada, 1 muza 300 TL, bir kruvasana 880 TL ödemek zorunda kalıyoruz” diye açıklama yapıyor. Bu fiyatlarla İstanbul, Frankfurt, Paris ve Berlin havalimanlarını ikiye-dörde katlıyor. Aslında ünümüz açısından büyük başarı!

“Kusura bakmayın” diyenlere “kusura bakıyoruz” demenin zamanı gelmedi mi?

İşsizlik, ekonomik sorunlar baskı ve şiddet olarak hep kadınları buluyor, yoksulluğun yükü kadınların sırtına bindiriliyor. Yasalara, yanlış ve yanlı uygulamalara sırtını dayayan erkek adaleti gücünü kadınlarda deniyor, acısını onlardan çıkarıyor, yaşam hakkını yok sayıyor. Tüm bunlar bir bakıma “güçlü benim, egemen biziz, galip biz olacağız” diyen erkek egemen bakışın dışa vurumu değil midir? Ya da dilediği zaman döven, hızını alamayıp öldüren, kadın üzerinde her türlü hakkı kendinde gören erkekçe duruşun kadını adres alan ve ona bedel ödeten toplumsal yansıması değil midir? Yine 2 ay önce evlendiği karısının boğazını keserek öldüren kocanın mahkemeye çıkarılırken; “Eşkıya değil, katil değil, efeyiz” şeklindeki sözlerinin temelinde yatan nedir? Hele de 5 ayda 168 kadın öldürülmüşse…

Kız çocuklarını çevreleyen sorunlara gelince…

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, ailelerin parasal sorunlardan kaynaklanan tercihlerinin, yoksulluğun öncelikle kız çocuklarını hedef almasının, erken yaşta evliliklerin ilk adresinin evdeki kız çocukları olduğu bilinen bir gerçek. Aksi halde evdeki küçük kardeşin, ya da yaşlı aile büyüğünün bakımının kız çocuklara düşmesi, kızların okutulmasının maliyet ve yük olarak görülmesi başka nasıl açıklanabilir?

Unutulmasın! Kadınlar aldıkları yaşlardan değil, yaşatılanlardan korkuyor. Çünkü hayatı alınan yaşlar değil, dayatılanlar öğretiyor.

“Bir baltaya sap olamadım ama üzerimde çok balta kırıldı” diyen kadınlar!

“Bize gül vermeyin gülümseyin yeter!” diyen kadınlar!

“Oğlum bana gelemiyor, ben ona gideyim!” diyerek her gün oğlunun mezarını ziyaret eden kadınlar!

“Hayatını cennete çevireceğim dedi, günlerimi cehenneme döndürdü ve ben arafta kaldım!” diyen kadınlar!

Fabrikada tütün saran, çorap imalathanesinde makine başında uyuklayan, halı tezgahlarında ilmik atan, anne, evlat, eş, kardeş, bacı, gelin, kayınvalide olan kadınlar! “Kusura bakmayın diyenlere, kusura bakıyoruz” demenin, ya da “Siz olup bitenin farkında mısınız, veya bizler sizin umurunuzda mıyız?” diye sormanın zamanı gelmedi mi?

Cevabınız evetse! Şimdi sıkı durun…

Kendimize acilen; Sınırları korumak ve dengeyi sağlamak için benden geriye ne kaldı, bastırılan duygular, tutkular, hayata geçmeyen hayaller ve isteklerden başka sorusunu sormanın zamanı geçmiyor mu? Ya da çalışan, üreten, ilham veren, ayağı yere basan özgüveni olan bir kadın olmak varken neden ömrümü; kavgalar, çirkinlikler, ihanetler, yerli yersiz hesaplaşmalar, bahanesiz saldırılar, kızgınlıklar, kırgınlıklar, uzun süreli keder bulutları, az yaşadığım sevinçler, kayıplar, korkular, iç hesaplaşmalar, bilmeye, anlamaya çalışmalar ve bilinmezliklerle geçirdim demenin? Ve son olarak değer miydi deyip noktayı koymanın…

Etiketler
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Kadın cinayetleri