Bozulan Dil, Gereksiz Sayılan Kurallar, Biten Değerler…
Çocukken yetişkin gibi davranan, gençken zamanından önce büyüyen bizim kuşak ve bizden öncekiler mektup, kartpostal kuşağıydı. Duygular düşünceler, izlenimler, itiraflar, sitemler, yüz yüze söylenemeyenler vb. hep yazarak dile getirilirdi. Süreç içinde mektup yerini daha çok kartpostala, kartpostal e-postaya, e-posta kısa mesaja, kısa mesaj da sesli mesaja bıraktı. Şimdi ise tek sözcük ya da iki harfle geçiştiriliyor. Oky, evt, hyr gibi. Ne demekse!
Bu şu demek midir? İnsanlar artık yazmayı da okumayı da sevmiyor, gereksiz buluyor, anlamsız görüyor, böylece yazan, okuyan, not alan, paylaşan bizim dönemimiz gerçekten çağdışı bulunup kapanıyor.
Hal böyle iken acaba artık dostluklar kadar düşünceler de değişti diyebilir miyiz? İlham ve ibret verenler, önem verilenler, değer sayılanlar, kayda değer bulunanlar, arşivlerde özenle saklananlar, bakışlardan söze dökülenler, hissedilen açıklanmayan ancak kayıt atına alınanlar giderek yok olup, çöpü boyladığına göre…
Belirsizlik, dert, kaygı her koldan bizi sarmışken; Mutlulukları kursakta bırakma ustalarına ne demeli?
Son zamanlarda yayılan bir deyim var, “kırmızı çizgi”. Bitmeyen, eksilmeyen, eskimeyen ve boyun eğdirme amacı güden çıkışlara, yaşananlara, yaşatılanların anlamına, nedenine, gerekçesine bakınca; aslında pek çok konuda vicdanla kayıtsızlık arasında çizilenler hepimiz için kırmızı çizgi değil midir?
Hem sanayi, hem tarım küçülmüş, açlık sınırı 25 bin TL’yi aşmış, geniş tanımlı işsizlik 13 milyona dayanmışsa! Hatay’da esnaf varken, müşteri yoksa, ülkenin dar koridorlarında batan çok, bakan yoksa! Sisli havalarda, dipsiz kuyularda, aslı astarı olmayan sözlerde, akla mantığa ziyan hallerde yuvarlanıp gidiyorsak! Bu toplumsal bir kırmızı çizgi hatta alarm sayılmaz mı?
Özelikle biz kadınlar bize emanet edilen değerleri sahiplenerek, ülkemizin geleceği olan gençlere arka çıkarak, onlar sayesinde yarınlara dair güvenimizi sapasağlam kılmak adına elimizden geleni yaparak ve bunun adına da büyük Atatürk ve Cumhuriyete olan sevdamız demek zorunda değil miyiz?
Gelelim içimize ve yüreğimize işleyenlere…
Bir zamanlar bilimin ve özgürlüğün adresi olan Boğaziçi Üniversitesi hesaplı kitaplı adımlarla Dünya üniversiteler sıralamasında 139. sıradan 600- 800 bandına gerilemiş. Az şey mi?
Topraklarımızda yabancı şirketlere 2 bin 600 maden çıkarma ruhsatı verilmiş. Ünümüz açısından az başarı mı?
Doktorlar; “Hastalarımıza eskiden et ve süt ürünlerini fazla kaçırmayın!” derdik, şimdi “et yiyin, süt için bile diyemiyoruz!” şeklinde açıklama yapıyor. Çocukların bodur kalması, yetişkinlerin beslenme sorunlarına bağlı hastalıklara yatkın olmaları adına az şey mi?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı 2 yıllık görev süresinde 31 ülkeyi ziyaret ederek hem kabinenin Evliya Çelebisi unvanını almış, hem de iki ara bir derede Bosna’dan Macaristan’a, Mısır’dan Belçika’ya, ABD’den Fransa’ya, Katar’dan İtalya’ya ayak basmadık yer bırakmamış! Az şey mi?
Bu göz açan ve göz yaşartan örneklerden sonra Sn. Bakan'a sormanın tam zamanı; Boğaziçi Üniversitesi’nin başına gelenler, yabancılara verilen ruhsatlar, hekimlerin yaşamsal açıklamaları yoğun seyahat merakınız arasında bir kadın ve anne olarak sizi rahatsız ediyor mu? Veya kabinedeki mevkidaşlarınıza sormayı düşünüyor musunuz? Ya da bu soru ve konulara sahici, içten, samimi bir yanıtınız olur mu?
Yerel yönetimlerde örneğine çok az rastlanan gencecik bir başkan göçüp gitti.
İsrafa son veren, şeffaf ve liyakata dayalı bir yönetim sergileyen, tasarruf sağlayan, yapılan her şeyi internetten canlı yayınlayan ve Manisa’ya ilkleri yaşatan, daha yapacağı çok şey, yürüyeceği çok yol, dokunacağı çok insan varken 48 yaşında göçüp giden Ferdi Zeyrek başkana rahmet, ailesine sabır diliyorum. Üzgünüm, üzgünüz…
Duyuru: Kısa adı KAR-DER olan Kars- Ardahan – Iğdır Sosyal, Kültürel, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği yıllık hemşehri buluşmasını 14 Haziran Cumartesi günü sat 18.00- 21.00 arasında Ataşehir Amfili Park’ta düzenliyor. Konuşmacı olduğum bu toplantıya yolu düşenleri beklerim…