“Hatay benim şahsi meselemdir!”*

2 milyondan fazla afetzedeye bir şeyler yapmak varken “benden bu kadar, ben böyleyim!” diyerek masayı devirenler verdiğiniz sözler bu muydu? Yazıklar olsun! Yine şaşırtmadınız…

Hastalığının en ileri aşamasında Büyük Atatürk’ün ağzından çıkan bu sözleri unutmak ne mümkün! Bu sözün derin anlamını düşününce!

Yıkıma ve bunca ölüme neden olanları, öldürücü yolsuzlukları, alınmayan önlemleri, göz göre göre gelen ihmalleri, göğü delen izinsiz binaları hatırlayınca! Enkazın altından yan yana, sırt sırta, üs üste, birbirine sarılmış olarak çıkan cansız bedenleri görünce! Hele de “Acımız bir yasımız bir” sözlerini duyunca!

Bu yas uzun sürer, bu enkaz zor kalkar, bu acı güç unutulur…

Gölgede kalan izlere, gölgede kalan işlere, giderek gölgeleşen yetkililere bakınca! Sel felaketinden toprak kaymasına, kuraklıktan orman yangınlarına, ölen canlardan yıkılan binalara, çöken altyapıdan, ciddi ekonomik kayıplara, yeniden yapılaşma sürecinden, geçmişin silinmesinin travmalarına o kadar çok konu, sorun ve soru işareti var ki! İstediğiniz kadar başkalarını suçlayın, üste çıkın, benden önce yapılanlar diye açıklama yapın çöken binaların altında kalan binlerce hayali, umudu, bedeni unutturamazsınız.

Şova dönüştürülen yardım kampanyalarıyla, bankaların bağış yarışıyla elindeki son parayı, yoksulluk maaşını, kumbarasındaki üç kuruşu, kefen parasını, azıcık nefesini, küçücük birikimini, kocaman yüreğini ortaya koyarak bölgeye koşanların cömert yardımları ve içtenliğiyle yarışamazsınız.

Hele de Hatay’dan katılan bir yurttaşın; “Ben bu yardımı ‘Hatay benim şahsi meselemdir’ diyen Büyük Atatürk adına yapıyorum!” sözündeki vurguya, anlama, göz yaşartan vefaya asla ulaşamazsınız…

Dünyanın öbür ucundan koşup gelerek! Kimsin, nesin, nerelisin diye sormadan el ele, kol kola, omuz omuza yaraları sarmak için tek yürek olanların, dayanışma, yardımlaşma, birbirinin halinden anlama, birbirinin elini tutmak için destan yazanların yanına bile yaklaşamazsınız…

Aklıyla, kalbiyle, bedeniyle bölgeye koşan, enkaz altından her sağ çıkana sevinip, her cansıza ağlayan, yardım paketlerinin içine koyduğu ceketin ceplerine çikolata, çorap, bisküvi ve el yazısı notlar sıkıştıranların insanlığıyla boy ölçüşemezsiniz…

20 bin kişinin hayatını yitirdiği Antakya’da acaba kaç bina zemin etüdü, yapı denetimi, inşaat kalitesi gözetilmeden yapıldı? Sormak zamanı değil mi?

İnşaat bizim işimiz diyerek, fay hatlarına bina kondurup itibardan tasarruf edilmez diye diye çimentodan, demirden tasarruf etmesini iyi bilenlere; mezarlığa, tabuta dönen evlerde yaşamını noktalayanlar için vicdanınız sızlamadı mı diye sormanın zamanı değil mi?

Son iki haftadır çaresizlik, cesaret, adalet, merhamet, öfke, bilim, vicdan, şefkat, sevgi, nefret, tevazu, kibir, şatafat, sadelik, sahiplenme gibi duygular birbirine karıştı. Dümeni bazen karanlığa, bazen aydınlığa kırdık. Üzüntümüzü ve öfkemizi saklamaya gerek görmeden sorup durduk! Enkazın altında kalan sadece masum insanlar mıydı?

Genel bir ufuk turu yaparak sorularla ilerlersek…

Deprem bölgelerinde sorunlar artarken, yardımlar benden senden diye tartışılırken, hayatta kalanların yaşama tutunmasına dair soru işaretleri büyürken, salgın hastalıklar ufukta görülürken, yurttaşların çadır beklentisi sürerken, pek çok sorun halledilememişken, çaresizlik, yalnızlık, kayıpların yarattığı boşluk yürek burkarken 1 yıl içinde evlerin teslim edilecek olması çare mi?

“3 ay önce ev aldık, aldığımız evden 4 cenaze verdik” diyen Malatyalı babanın feryadı “Asrın felaketi, yüzyılın afeti, Allah’tan geldi” denilerek geçiştirilebilir mi?

“Çocuklarım üşümesin” diyerek onların sevdikleri montlarını ve gömleklerini mezarlarının üstüne örten Kahramanmaraşlı babanın acısına merhem olunur mu?

İma ve iddiada sınır tanımayan siyasi figürler, her konuda söz sahibi rakipsiz mucitler, kaleminden kan damlayan müellifler bölge insanının yarınlarına ışık olur mu?

Beklemediğimiz pek çok şeyle karşılaşmaya alıştığımız ülkemizde 6 ayda bitirilen ve adı “halk” olan “güven” olan “huzur” olan sitelerin yerle bir olması, doğaya, akla, bilime, insana düşman olanlara bir şey ifade eder mi?

“Antakyalılar misafir etmeye alışıktır, misafir olmaya değil” diyen Medeniyetler Korosu Şefi Yılmaz Özfırat’ın sözleri üzerine, Hatay’ın Kırıkhan ilçesinin adının hakkını acı bir şekilde verircesine kırıklarla dolu hale gelmesi hakkında suçlanacak ve hesap sorulacak birileri yok mu? Olmamalı mı? Bu ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar bu sorulara hazır olmalı ve herkesi tatmin edecek yanıtlar bulmalıdır…

Binalarla birlikte yıkılan anıların, paramparça olan hayatların, göçük altında kalan albümlerin, unutulması zor yaşanmışlıkların yerini şimdi çaresizlik, öfke, üzüntü, acı, yetersizlik, mahcubiyet almışken aklıma geldi. Hani yaygın bir söz vardır; “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur!” Bu depremle şunu da gördük sarsıntının şiddetinden dağ dağa kavuştu, insan insana, canlı toprağa karıştı…

Özetle! Daha sonra ne mi oldu? Hayatlar değişti. Hayaller dibe vurdu. Zaman durdu. İmdada Ümit Yaşar Oğuzcan yetişerek son noktayı koydu; “Öyle bir açmaza düştü ki vatan/ Uyku belli değil, düş belli değil/ Çöktü üstümüze bir kara duman/ Işık belli değil, düş belli değil.”

Önemli not: Hamasetle dolu fikir platformu oluşturan, toplumu dar kalıplara sokmaya çalışan, tarihi sorumluluk üstlenmesine rağmen yersiz ve temelsiz hesaplar yapan, başka partilerin içinde fay hatları oluşturan, onları dizayn etmeye kalkışan, zorlu ve haklı sorulara kaçamak cevaplar veren, bunun siyasi nezakete sığmadığını göremeyen ve siyasi manevralarla ülkeyi zor bir kulvara sokan politik figürlere soralım?

Daha önemli not: Ülkemizin içinde bulunduğu tablo ortadayken, devletin saygın kurumları enkaz altında kalmışken, Muş’ta depremden, Trabzon’da heyelandan kaçarak Kırıkhan’da hayatını kaybedenler geçmişlerini yitirmişken 6’tılı masanın 12.toplantısında umut olmak bu muydu? Yıkılan binaların altında kalanlara, doğduğu ve doyduğu toprağı terk etmek zorunda kalan 2 milyondan fazla afetzedeye bir şeyler yapmak varken “benden bu kadar, ben böyleyim!” diyerek masayı devirenler verdiğiniz sözler bu muydu? Yazıklar olsun! Yine şaşırtmadınız…

Etiketler
Hatay