Fikri ve fiziki işgallerin yarattığı sorunlar…

Ders zili çalarken, açlıktan karnı zil çalan çocukların, beslenme çantaları boş olarak okula gidenlerin halini, onların ailelerinin çektiklerini koltuğu kaybetmemek için insanüstü bir çaba sergileyen, ülkeyi yönetmeye talip olurken ileri gelen ve ileri giden zevatın anlaması mümkün mü bilmiyoruz.

Yazarken sıkıldığınız, hatta bıktığınız, okur açısından bakıldığında yetti dedirtecek konuların başında siyaset ve bu işe gönül verenler geliyor. Ne kadar yazmak istemeseniz de o muhakkak bir yolunu bulup gündemin başköşesine yerleşip, gel beni yaz diyor. Siyasetin doğasında olmalı bu dayatma ve gündem yaratma, ayrıca maşallahları var bizim siyasiler bu konuda son derece yetenekli ve başarılı!

Paldır küldür davranarak, ben yaptım oldu diyerek hayal satanlar hayalleri bitirdiklerinin farkında mı? Bazı basına göre ülkeye gerçek demokrasiyi getiren liderler, olup bitenin ayırdında mı? Bunları yazarak asıl diyeceğime gelirsem şudur vurgulamak istediğim! Susturularak, bastırılarak, yok sayılarak, görmezden gelinerek nereye kadar ve daha ne kadar halkın sinir uçlarıyla oynanacak?

Siyasal acemilik, politik hırslar, “benden sonra tufan” demeler, “ben ne dersem o!” dayatmaları, ben olmasam olmaz egosu şu anda ülkemizin yönetim kademelerinin genel tavrı ve görüntüsü. Oysa elini taşın altına koymak, acı çekmek, sorunların üstüne gitmek, çözüm yolları aramak, gerektiğinde vazgeçmek işin fıtratında(!) var. Yazıya başlarken aklımda yoktu ama başlamışken sürdüreyim. Daha önceden de yazmış olabilirim. Doğrusu insan düşünmeden edemiyor. Bir yiyip içtiklerimiz var, bazen yararlı, bazen zararlı! Bir de fikri ve fiziki işgalleriyle bizi yiyip bitirenler var hepten zararlı!

Sorun ekonomik değil, psikolojik…

Tam da burada sözü yine ülkemizin temellerinin ne kadar sağlam atıldığı, taşıyıcı sütunların -kolonların ne kadar güçlü olduğu gerçeğine getirerek, güncelden örneklerle yazıyı sürdürürsek karşımıza şunlar çıkıyor; Tekstilde pazarı ucuza üreten Bangladeş, Vietnam, Mısır, Kamboçya gibi ülkelerde üretilen mallara bıraktıysak! Kestanenin kilosunun 500 TL’ ya çıktığını duyduysak! Aslen ekonomist olan CB’nın: “Sorun ekonomik değil psikolojiktir!” açıklamasını duyunca kendisine hak verdiysek! Biz hala o sağlam atılan temellerin ekmeğini yiyoruz demektir.

Ancak bir gerçek daha var ki o da şu; Ekonomi bozulunca psikolojide bozuluyor. Aldığı para nasıl ve neye yetecek diye gece gündüz hesap yaparken ekonomist kesilen halkın, yüksek enflasyonun, ağır zamların altında ezilen ve açlık ve yoksullukla boğuşan yurttaşların psikolojisi nasıl bozulmasın?

Hele de İstanbul’da yaşamanın bedelinin 42 bin TL’yi aştığını, ekonomik krizin yurttaşın sırtına yüklendiğini, halkın yüzde 88’inin en büyük sorun olarak ekonomiyi işaret ettiğini duyunca! Yurttaşların kredi kartı borcunun 2 trilyon 375 milyar liraya çıktığını, icra dairelerindeki dosya sayısının 22 milyona ulaştığını okuyunca! Yolsuzlukta, yoksullukta, işsizlikte geldiğimiz noktaya bakıp Türkiye ekonomisini batırmak isteyen dış mihrakların çokluğunu, bizi kıskananların varlığını görünce!

MEB’in büyük başarılarına gelince!

Lütfen sözü uzattığımı, asıl konudan uzaklaştığımı düşünmeyiniz. Konuya odaklı örneklerle açıklamaya çalışıyorum sadece. Ancak başlığa sadık kalmak adına MEB’in başarılarına ayrı bir parantez açmak şart oldu. Anadolu liselerinde Almanca zorunlu ders olmaktan çıkarılırken, İmam Hatip Liselerinde Çince, Rusça, Japonca, Almanca dâhil 9 dil öğretileceğini okuduk. (Acaba o ülkelere imam mı göndereceğiz?) Ortaokullara 16 saat din, 18 saat Arapça dersi konulduğunu, yabancı dillerle ilgili seçmeli derslerin kaldırıldığını, Anadolu liselerinde yabancı seçmeli derslerin olmayacağını duyduk. Olup bitene bakınca, bakanın açıklamalarını görünce müfredat durduk yere mi değişti diye sormalı mı? Sizce?

“Benim söylediğim doğrudur, söylediğimin tersi yanlıştır, benim emrim yasadır, yaptığım yasaldır, hesap vermem!” diyerek; MEB’i yapboz tahtasına çevirenler! Karma eğitime açılan savaş çok yanlış bir o kadar da tehlikeli bir çıkıştır. Bunun sonuçları ağır olur, bu bedel yıllarca ödenir, kuşaklara yazık olur. Önemli olan sınıfları ayırmak değil, karınları doyurmak olmalıdır.

Ders zili çalarken, açlıktan karnı zil çalan çocukların, beslenme çantaları boş olarak okula gidenlerin halini, onların ailelerinin çektiklerini koltuğu kaybetmemek için insanüstü bir çaba sergileyen, ülkeyi yönetmeye talip olurken ileri gelen ve ileri giden zevatın anlaması mümkün mü bilmiyoruz. Bildiğimiz o ki gıda fiyatları dünyada düşerken bizde yükseliyor ve bu batı hala bizi kıskanmayı ısrar ve inatla sürdürüyor…

Özetle; Suyun başını tutanlar, makamını ailesi için güvence görenler, her daim ün ve şöhret peşinde koşanlar, ikbal ve istikbali her şeyin önüne koyanlar, jestten reste geçişlere doymayanlar, bazen gereksiz ve gerekçesiz bir özgüvenle epik yükselişler sergileyen, bazen de destansı çıkışlara imza atarak tabana mesaj verenler! Bazı konularda düşünmek yetmez, iki kez düşünüp, önlem almak, çözüm bulmak gerekir.