Bugünlük savaşa ara verip, yine ve yeniden Kadın, Eğitim, Ekonomi diyelim…

Demem o ki; Bazı şeyleri görmek kadar, bilmek de hakkımız değil mi? Yıkıcı sessizliğin bir nedeni olsa gerek! Toplumsal olaylara, anlamsız savaşlara arka çıkanların siyasal ve varsa duygusal DNA’larına desteğin ya da sessizliğin suç ortaklığı olduğunu not etmeleri şart…

Başlık bu olunca elimizden gelse de içimizden gelmeyen ve yazılması gereken o kadar çok konu var ki! Bu satırların yazarı kim bilir kaçıncı kez aynı konuyu işliyor ama hiçbir şey değişmiyor. Kilit sorular ve saptamalar koltuk savaşlarının gölgesinde havada asılı kalıyor…

9 ayda 234 kadın öldürüldü, 149 kadın şüpheli olarak ölü bulundu. Öldürenler eş, oğul, akraba, sevgili, tanıdık çıktı. Bu şu demek midir? Kadınları öldürebilirsiniz, çünkü devlet ve yasalar kapı gibi arkanızda duruyor. Takım elbise giyin, “pişmanım!” deyip yere bakın, “hep dövüyordum, bu sefer öldü!” diyerek üzüntünüzü belirtin. Gerisi kolay, kısa sürede serbestsiniz…

Aslında bizim ülkemizde küçük dayaklarla, küçük tehditlerle, birkaç fiskeyle, kadınlar karakola başvurmaz, batılı hemcinslerimizin aksine sabırla, “geçer, pişman olur, düzelir” diye beklerler. Ancak bıçak kemiğe dayandığında kolluk kuvvetlerine gidip, devletin kapısını çalıp “beni koru!” derler. Bu artık ölüm çığlığı ve imdat işaretidir. Ama karşılığı hep şu olur; “kocandır döver de sever de, sinirleri bozulmuştur, geçer, aile kutsaldır, evine git, kadın kısmının dilekçesi mi olur?” yani ve kısaca sürekli haklı çıkan erkektir, bazen aileler, çoğu zaman da onu koruyan yasalardır. Kadınlar mı ölmüş ne olmuş yani? Kader ve fıtratta varsa ölünür. Anneymiş kardeşmiş, evlatmış, eşmiş, geçiniz. Kadınlar ölebilir…

Bu arada ilahiyat profesörü yazdığı kitapta; “1 erkeğin 4 eşi olabilir. Çocuklar buluğ çağda evlenebilir. Kadınlara şefkat tokadı atılabilir. Kadının çocuğu olmazsa neslin devamı için erkekler birinci eşini boşamadan ikinci evlilik yapabilir.” diyorsa! Kadın kısmının işi zordur!

Oysa yıllar önce İzmir İktisat Kongresinde kadınların yaşamın her alanında eşit ve adil yer aldığı bir yol haritasının belirlendiği, Türk kadınının cumhuriyetin lokomotifi olduğu unutulmasaydı; Bugün “kadın çalışmasın, evde otursun, en az üç çocuk doğurup erkeğine hizmet etsin, ekonomik gücü ve söz hakkı olmasın” denilmezdi. Bunun adı kadına uygulanan ekonomik şiddet değil midir?

Gelelim eğitimin amacına…

Sorma, sorgulama, tartışma, eleştirme, seçenekler oluşturma, deneme, kanıtlama, bilgiyi sürekli yenileme, evrensel uygarlığa kapı aralama, yeniliklere kapalı olmama gibi konular ilgililerce gündemde tutulursa çağdaş bir kuşak yetişir ve gelecek hak edilir…

Tüm bunlar gündemde olsaydı! Şanlıurfa’da okul müdürüne muştalı saldırıda bulunulur muydu? Adana Yüreğir’de kız kardeşinin okumasını istemeyen ağabey 5 öğretmeni ağır yaralayabilir miydi? Ülkemizde 2022’de 720 bin kız çocuğu okuldan ayrılır, son 6 yılda 230 bin çocuk evlendirilir miydi?

Ya da İlköğretim kurumlarının, yatılı bölge okullarının pansiyon kısımlarında ibadet ihtiyaçlarından önce çocukların zorunlu gereksinimlerini karşılamak varken; Yönetmelik değişikliğiyle ortaokulların ardından okul öncesi eğitime de zorunlu mescit getirilir miydi?

Sırada göz açarken, iç acıtan konular var…

Travma geçirmiş, gelenekler tarafından kıstırılmış, sosyal ağlardan koparılmış, kalabalıklar içinde yalnızlaştırılmış kız çocuklarını nereye koyalım?

Yine 22 yılda 22 kez ilkokul, ortaokul, lise kabul ve sınav şartları, 100’e yakın müfredat değişikliği yapıldı. Bu kırılması zor bir rekordur. Ve şu demektir eğitimdeki sistemsizlik, okul öncesinden üniversiteye hesaplı kitaplı adımlarla, hesapsız sınırsız yollar açılarak bugünlere gelindi. Marka değeri olan liselerimizin mezunları alıp başını yaban ellere gitti. Mesela (İEL) İstanbul erkek lisesi 166 mezun verdi. Mezunların yüzde 90’ı başta Almanya, İsviçre, Fransa olmak üzere ülkeyi terk etti. Bu arada iş arayan ve iş bulamayanları nereye koyalım? Yine Alman Lisesini bitiren öğrenciler; başta Almanya olmak üzere, İsviçre, ABD, Avusturya, Hollanda ve İngiltere’ye gittiler. Robert mezunları dünyanın en iyi üniversitelerinden tam kabul aldılar, ABD’den İngiltere’ye, Kanada’dan Finlandiya’ya başta da Harvard, Stanford, MİT’e gittiler.

Almanya artık 1960’ların elinde bavul Haydarpaşa’dan trene binip Hamburg’da inen Türk işçileri değil, Türkiye’nin zeki beyinlerini transfer ediyor. Bize de önce üzülmek, sonra düşünmek, buluşlara imza attıklarında da sevinmek düşüyor.

Bu arada organize suçlarda Avrupa’da birinci, dünyada 12.sıradaymışız. Zeki ve çalışkan öğrencilerimizi, pırıl pırıl gençlerimizi kapan Almanya bizi niye kıskanmasın ki?

Ekonomiyi atlamak olmaz. Acaba unutmayı mı öğrensek!

TÜİK’e göre işsizlik oranı gerilemeye devam ederken umudunu kaybeden 1.4 milyon işsiz var. Sayısı 9 milyona yaklaşan işsizler ordusu var. Kadınlarda yüzde 31’e ulaşan geniş tanımlı işsizlik var…

Üreten mağdur, tüketen mağdursa! Kim kazançlı? CB; “21 yıldır enflasyona ezdirmediğimiz işçi, memur ve emeklilerimize inşallah müjdeler vermeye devam edeceğiz. Cumhuriyeti gerçek demokrasiyle kucaklaştıracak sivil, özgürlükçü, kuşatıcı anayasayı inşallah ülkemize kaşandıracağız.” Diyorsa bize de harika, iç açan, umut veren, hayal kurduran bu dilekleri için inşallah demek düşer...

Finali Cahit Sıktı Tarancı’nın Bir Şey adlı şiiriyle yapalım! “Bir şey ki hava gibi, ekmek gibi, su gibi/ Lazım insana lazım onsuz yaşanmıyor!/ Ana baba gibi, dost gibi yavuklu gibi!/ Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor!/ Bir şey ki gözünüzde memleket kadar aziz! /Aşk ettiğimiz kendimize, dert ettiğimiz! / Adını çocuklarımıza bellettiğimiz!/ Bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor!”

Özetle; Benim ne demek istediğimi de siz anladınız, ben anlatmaya çalıştım. Çünkü çevrede olup bitene baktığımızda yaşam trajedilerle dolu! Korkular, endişeler, kaygılar diz boyu. Artık birlikte söylenecek şarkılar o kadar uzak ki. Bizleri bir araya getirecek konulardan uzaklaştıkça hele de. Çocuklar bile çocukluklarını yaşayamıyor, ortalarda gönüllerince atlayıp, zıplayıp, oynayamıyor.

Demem o ki; Bazı şeyleri görmek kadar, bilmek de hakkımız değil mi? Yıkıcı sessizliğin bir nedeni olsa gerek! Toplumsal olaylara, anlamsız savaşlara arka çıkanların siyasal ve varsa duygusal DNA’larına desteğin ya da sessizliğin suç ortaklığı olduğunu not etmeleri şart…