“Kendi bildiğim gibi öleceğim Anna”

Zarif müziğe eşlik eden oyunbaz kırkırdamalar duyarız. Evde lezzet vardır, aşk vardır , şehvet vardır. Hülasa, yaşam vardır.

“Kendi bildiğim gibi öleceğim Anna” - Resim : 1

Sonsuzluk ve Bir Gün.
Zaman, plajda beş taş oynayan bir çocuktur
Kayıp cennetimizdir.
Hiç bitmeyecekmiş kadar sonsuz umutla yaşadığımız çocukluğumuz...
Bir gün gibi geçiveren ömrümüz.
Ve sonsuzluğa verdiğimiz son nefesimiz..

Bir pencere görünür.
Azıcık açık gibi görürüz o pencereyi ,çünkü mesnetsizce umut dolu olmak isteriz.
Ama o kapanmakta olan bir penceredir.
Bitmek üzere olan bir yaşam...
İşte kameranın usulca sokulduğu o pencereden geçip , sakince bitmekte olan bir hayata tanıklık ederiz filmde.
Attila İlhan’ın Banazlı İsmail’in ağzından söylediği gibi..
“Usuletle ve suhuletle...”

Bir çocuk uyanır ve bir yarıktan dışarı bakar..
Sanki bir doğum gibidir.
Ve denizci kıyafeti giyer..
Oradaki aydınlık, o yarık, annemize son ana kadar dönebilme fırsatı tanıyan kapanmayan bir kapıdır da.
O ana hem kendi annemiz hem doğa anadır.
Odamıza sabahları giren kuş sesleri ya da tavana vuran güneş ışığıdır bizi çağıran.
Martıların çığlığı ve denize girmeye davet eden arkadaşlar...
Bir yaşama davettir hepsi.
Arkada annemizin sesi “Hep buradayım “ der bize , “Hep gözüm üstünüzde “der gibi.
Çocukluğumuz bizim ana yurdumuzdur.

Zarif müziğe eşlik eden oyunbaz kırkırdamalar duyarız.
Evde lezzet vardır, aşk vardır , şehvet vardır.
Hülasa, yaşam vardır.

Çocukken usulca kaçıp gitmenin heyecanı vardır.
Oysa büyüyünce heyecanın bitmesidir kaçıp gitmenin sebebi..

Annenin çağıran sesini duyarız.
Çocukluğumuzda en çok oyun oynamayı sevdik.
Ve o oyun hep yarım kalırdı.
Hep annenin çağıran sesi ile biterdi.
Yarım kalırdı.
Zira, o oyun, annemiz bıraksa sonsuzluk ve bir gün kadar sürerdi.
Fakat oyunla aramıza giren o sesi, belki de oyundan bile çok severdik.
Harika bir reçelin tadı beklerdi bizi çünkü.
Annenin sevgisi beklerdi.
Büyüdüğümüzde ise o çağrı, kayıp cennetin çağrısı oldu hep.
Ana rahmine dönme arzusunun,
Ancak ölümde gerçekleşebilecek vuslatın çağrısı...

Sirenler çalar bir yandan , uğursuz köpekler ulur..
Filmin ne kadar sade ama güçlü bir ses evreni olduğunun farkına varırız.

Oturmuş, sakince denizi seyreden kocaman kara bir köpek görürüz.
Bazı büyük filmlerde hiç hesapta olmayan kara köpekler dolanır.
Ve evet, her köpek eninde sonunda sahibine benzer.

“Kendi bildiğim gibi öleceğim Anna” - Resim : 2

Yaşlıdır Alexander.
Yaşlandığımızda çok şeyi kaybederiz.
Onların yerine koyacağımız ne vardır ?
Bir yudum acı kahvenin tadı..
Ağzımızda ya denizin tuzlu tadı kalır, ya kahvenin acı tadı...

Ve bu sefer Alexander başlatır o harika müziği...
Yanında duran lamba da ışık saçmaktan yorulmuş ve vazgeçmiş, boynunu eğmiştir.
Şehir tam da Alexander gibi, artık kendisini limana bağlamış gemilerin ıslıklarıyla uğurlar onu.
Bambaşka, yepyeni ve modern yaşamlar girer kadraja...
Ve oradan uçuşan perdelerin arasında müzik cevap verir Alexander’a.
Bir büyük ustanın dediği gibi birbirini tanımayan iki kişi aynı anda bambaşka yerlerde aynı müziği yapabilir ve yaşayabilir.
Birbirini tanımayan ve belki de tanımak da istemeyen iki kişi de aynı müzikle konuşur birbiriyle.
“Seni anlıyorum“ demenin en sade ve en talepkar olmayan halidir belki de bu.

Varoluşumuz aslında dünyayla, yani birbirimizle kurduğumuz bağlardır.
O aynı ustanın da anlattığı gibi.
Varoluşçu bir şeydir.
Merleau Ponty’nin varoluşçu fenomenolojisi gibi
Merleau-Ponty için insan demek, "dünyayı kendi gözleriyle gören bir varlık" demektir. Yaşayan, kendi gözleriyle gören ve anlayan bir varlık.

Bilmek için yanıp tutuşuruz hep.
Modernitenin lanetidir biraz da bu.
Ve bilmek peşinde koştukça hayal etmeyi ,düşlemeyi ihmal ederiz, unuturuz.
Oysa gerçekler, asla düşlerimiz kadar güzel değildir.

Yalnızdır Alexander.
Yalnızlığım benim sidikli kontesim!
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi...

Köpeğinin tasmasını çözer Alexander.
Düşlemek zihnimizin tasmasını çıkartıp koşması için özgür bırakmaktır.

Artık bir sınırda yürür Alexander .
Bu dünya ile öteki dünyanın sınırında.
Araf’ta yürür.
Hatırlar Alexander.
Alexander’ın sakalındaki her beyaz telin adıdır unutamamak.

Sessizlik ve kış.
Bir başka büyük ustayı, en büyük ustayı hatırlarız.
Onun Sessizlik filmini...
Onun Kış Işığı filmini....
Tanrının Sessizliği üçlemesinin iki nefis filmini.
Tanrı, sessizliği ile insanoğlunu yalnız bırakmıştır
Belki ilk kez insan , Tanrı’sıyla böyle buluşur.
İnsanoğlunu sessizliğe terk etme eyleminin acımasız failliğinde buluşarak.
Nihayetinde esasen insan, tanrısını kendi suretinde yaratmamış mıdır ?

“Kendi bildiğim gibi öleceğim Anna” - Resim : 3

Tek üzüntüsü Anna ‘dır.
Birden fazla kere de bal gibi de aşık olur insan ama ...
Ama tek üzüntüsü Anna’dır.
Tamamlayamadığımız her şey Anna’dır.
Louis Aragon’un dediği gibi mutlu aşk yoktur.
Sonu mutlu biten her film, erken bitmiş bir filmdir.
Ve Cemal Süreya’nın dediği gibi “her ölüm erken ölümdür”
Mesele bunu bilip, şunu mu demektir ?
“Ama ayrıca aldığın, şu hayat.
Fena değildir...
Üstü kalsın...”