Özlem Özdemir yazdı: Kadınsan Sus-MA!

Kadınsan susmasını bileceksin!Kadınsan haddini doğduğun andan itibaren öğreneceksin!Kadınsan erkeklerin senin hakkında vereceği her karara boyun...

Kadınsan susmasını bileceksin!
Kadınsan haddini doğduğun andan itibaren öğreneceksin!
Kadınsan erkeklerin senin hakkında vereceği her karara boyun eğeceksin!

Yeni Türkiye’de kadınlığın böyle olması isteniyor. Bir kere kadınlığın, kadın olmanın ne demek olduğunu dahi erkeklerin tarif ettiği bir ülkede kadınların güvende olması mümkün değildir. Nitekim, değiliz… Ataerkil sistem zaten binlerce yıldır kadınları yok etmek üzere elinden geleni ardına koymuyor. Kıtalara ve kültürlere göre zorluk dereceleri değişse de temelde kadın olmak, üstünde hep görünmeyen ellerin baskısını hissetmek demek.

Bizim toplumumuzda ise kendine özgü sorunlar var. Gelenek, görenek, töre, din gibi birden çok yazılı ve yazısız kurala göre kadın hayatının sınırları çiziliyor. Oysa Türk kadınlarının tarihine baktığımızda kadının hatun, sultan, savaş kahramanı olduğu; erkeğin arkasında değil yanında hatta bazen önünde olduğu görülür. Anadolu, farklı zaman dilimlerinde kadınların elleri üstünde yükselmiştir. Sayısız savaş ve işgal sonucu erkek hakimiyeti kadınları ezse de, Atatürk tarafından 1923’te kurulan lâik Cumhuriyet ile Türk kadınları yeniden layık oldukları konuma gelmişlerdir. Ne yazık ki gericilik, yıllardır kadınları bize ait olmayan bir kültürle hapsetmeye çalışıyor. Cumhuriyet’in yıkım sürecinin en önemli bacaklarından biri de kadınların özgürlüklerinin elinden alınmasıydı, bu ıskalanmasaydı belki bugünlere gelinmezdi...

İşte bu yüzden, günümüzde kadınlar çağlar öncesinin cadıları gibi yargılanıyor, kadınları yok eden erkekler de serbest bırakılmakla kalmayıp adeta sırtı sıvazlanıyor. Böyle olunca konuşma cesareti bulan kadınların kanatları bir daha kırılıyor. Ama işte bazı kadınlar susmuyor. İşte bu ülke susmayan kadınlarla ayakta duruyor!

Toplumsal olarak epeydir herkesin sinirleri yay gibi gerilmiş ve bilinçli olarak yürütülen insanları bölme planı işe yaramış durumda. Bu toplum hiçbir zaman bu denli birbirine uzak, ideolojik olarak bu denli ayrışmamıştı. Bu durum her alana sirayet ettiği için artık aynı sofraya oturulan insanlarla bile kopulabiliyor… Bu ayrışmanın en belirgin olduğu alanlardan biri de medya, acı bir tecrübeyle sabittir. Mesleğini yapamayan gazetecilerden biri olarak, Atatürk çizgisinden kimsenin konuşmaya cesaret edemediği zamanlarda bile kopmadığım ve kendimi muhalif dahi olsa hiçbir topluluğun ortak sesine katmadığım için, benim mahallem olmadı. Öyle ki, etnikçilik hastalığına kapılan sözde bizim mahallenin bir kısmı, altı yıl önce kovulmamla sonuçlanan ve üç gün tecavüz ve ölüm tehditleriyle süren sosyal medya linci sürecinde beni yapayalnız bırakmıştı… Özgürlük diyen meslektaşlarımın çoğu susmuştu, hiç unutmadım, susmayanları ise o günden beri hiç bırakmadım… Bu kirli dönem bitene dek bu konuda yazmayacaktım. Ama ülke en zor günlerini yaşarken, Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkenin geleceği adına en önemli karar verilecekken, hâlâ ideolojik farklar ya da kişisel çıkarlar sonucu ayrımcılık yapıldığını görmek beni öfkelendiriyor. O yüzden meslektaşım Zülâl Kalkandelen’e yaşatılan ayrımcılığa ve yalnız bırakılmaya itiraz ediyorum.

Zülâl Kalkandelen, aydınlanma mücadelesinin önde gelen savaşçılarından biridir. Çoğunluğun korkusundan laiklik bile diyemediği bir dönemde o laikliğin önemini yüksek sesle anlatıp duruyor. Gericiliğin şaha kalktığını, zaten devletin bir tarikata teslim edilmesiyle çektiklerimiz unutulmuş gibi, devletin çeşitli tarikatlar arasında nasıl paylaşılmaya çalışıldığını yazıyor. Çoğu erkeğin dahi bahsetmeye korktuğu konularda tek başına bir kadın olarak aydınlanma meşalesini gericilerin üstüne tutuyor. Bu onurlu duruşu sebebiyle ona saygı duyuyorum, bence herkes duymalı. Tabii karşılığını ölüm tehdidi başta olmak üzere türlü taciz ve tehditle alıyor! Ve bu konuda Atatürk Cumhuriyeti’ni savunanlar dahil, neredeyse hiç destek görmüyor...

Öfke dolu bir toplumda son zamanlarda sosyal medya aracılığıyla daha da görünür olan şiddetin ilk hedefi her zaman olduğu gibi kadınlar. Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Esin Şenol’un (aslında epey süren tehditlere karşın hiçbir şey yapılmadığı için) kendine doktor diyerek insanları kandıran bir şarlatan tarafından öldürülmesine ramak kaldığını öğrendik. Bu şarlatan, gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı. Pek çok insan şaşırmadı çünkü devleti yönetenlerin ceza uygulamasını ancak kendilerinden olanlara karşı uyguladığını yıllar içinde öğrendik. Çünkü kadınlara yönelik her türlü şiddetin, cinayetler dahil neredeyse teşvik edildiğini gördük. Hele de muhalif bir kadınsa onun başına gelebilecek her şeyin layığı olduğunu düşünüldüğünü anladık. Tarikatlardan gelecek oylar için İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığını gördük, bize sürtük dendiğini duyduk. Kısaca devleti yönetenlerce makbul kadın kategorisinde olmayan kadınların bu ülkede her türlü kötülüğe maruz kalmayı hak ettiğinin düşünüldüğünü ezberledik. Ama buna rağmen sindirildik mi? Hayır!

Esin Şenol, içinde bulunduğu tehlikeye rağmen susmayacağım diyor. Kendi meslek örgütleri dahil, toplumun büyük kesiminden destek görmesi sevindirici. Başına hiçbir şey gelmeden bu dönemi atlatmasını diliyorum. Yine aynı şarlatan tarafından Ayşenur Arslan, Zafer Arapkirli hakkında da hedef gösteren paylaşımlara tanık olduk. Toplumun bir kesimi onların da yanındaydı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Arslan ve Arapkirli için kınama açıklaması yaptı. Bazı STK’lar Esin Şenol için destek mesajları yayımladı. Ne güzel. Ama Zülâl Kalkandelen için bahsettiğim kurumlardan tek bir kelime edilmedi… Ancak Kalkandelen twitter hesabından sitem ettikten sonra kimileri ses çıkarmayı seçti, TGC hala sessiz. Zülâl Kalkandelen, daha az mı tehlikede? Oysa daha yeni onu tecavüzle tehdit eden avcı beraat etti, ölümle tehdit eden bir başkasına soruşturmaya gerek yok dendi. Her gün yazıları sebebiyle türlü tarikatlar ve yandaşları tarafından başka tehditler alıyor. Yoksa vegan olduğu için sapla saman birbirine mi karışıyor, işin ciddiyeti anlaşılmıyor?

O halde sizin ne farkınız kalıyor iktidardan? Onlar da kendinden olana sahip çıkıyor. Bu ne ikiyüzlülük? Destek görmek için illa aynı görüşte olmamız, aynı masalarda geyik yapmamız mı gerekiyor? Gericilik yüzünden kaç aydınını kaybetti bu ülke? Zülâl Kalkandelen’e lazım olduğunda destek verdiği gazetecilerin çoğu bir telefon dahi etmemiş, ayıp değil mi? Bizim mahalledeki bu ikiyüzlülük ile temiz bir sayfa yaratılamaz bu ülkede. Haksızlığa birlikte yiyip içilen ya da şöhretli diye bakılarak, ahbaplık gözetilerek ya da şahsi çıkarları düşünülerek susan herkes keşke aynaya baksa…

Altını kalın harflerle çizmekte fayda var: Bu ülke bunca saldırıya rağmen yıkılmadıysa, bu ülkenin laik Cumhuriyet ile ayağa kalkmış kadınlarının yılmayışındandır. Bu ülkenin kurtuluşu da yine boyun eğmeyen ve susmayan kadınlar sayesinde olacaktır… Boynun bükülmesin istiyorsan boyun eğmeyen kadınlarına sahip çık Türkiye!