Eğri otursak da doğru konuşalım mı?

Doğruyu konuşalım mı?Haydi, doğruyu konuşalım konuşmasına ve daha tarafsız olabilmek için işin içine kendimizi bile katmayalım.Ona da kabul.Şimdi gelin...

Doğruyu konuşalım mı?
Haydi, doğruyu konuşalım konuşmasına ve daha tarafsız olabilmek için işin içine kendimizi bile katmayalım.
Ona da kabul.
Şimdi gelin, “Orada bir köy var uzakta” şiirinde olduğu gibi biz de “Orada bir ülke var uzakta” diyelim ve sanki bir başka ülkeden biriyle konuşuyoruz gibi başlayalım.

*
Nasıl bir ülke bu?
Havası güzel, suyu güzel, toprağı güzel de insanlarının durumu biraz sıkıntılı.
-Neden böyle ki, bak güzel bir ülkede yaşıyorsunuz, niye mutlu değilsiniz? diye soruyoruz:
“Ah sorma” diyorlar. “Biz de işin içinden çıkamıyoruz… Anlatıldığına göre bir yandan da kalkınıyoruz üstelik. Bu dünyanın sayılı ekonomilerindeniz, memlekette ne istersen var, yine anlatıldığına göre ihracat rekor üzerine rekor kırıyor, dünyada en fazla dolar milyarderi olan sayılı ülkelerdeniz, ne ararsan bulunuyor, herkes bizi kıskanıyor…
Daha ne diyelim ki?”

-Peki her şey bu kadar iyi de şikâyet neden?

“Geçinemiyoruz” diyor. “Nasıl hesaplanıyor bilemiyoruz ama, anlatıldığına göre kişi başına 9 bin dolar falan düşüyormuş bizde. Biz karı koca iki kişi, iki çocuk, bir kayınvalide evde toplam beş kişiyiz, hesaplıyoruz: 45.000 dolar. Çarpıyoruz hadi 14,5 liradan desen; yılda 652 bin 500 lira.
Böl onu on iki aya; her ay tam 54.375 lira.
Ama nasıl oluyorsa ortada öyle bir para olmadığı gibi etrafa baktığımda gördüğüm kişilerde de yok. Dolayısıyla 9 bin dolar falan denmesine rağmen karnımızı doyuramadığımız gibi; karttı, taksitti derken bütün bunların üzerine bir de borca batmışız iyi mi?”

-“Aaa bak sen bu hesabı anlamamışsın ki kardeşim” diyorum. Bak bu, memleketin toplam gelirini toplam nüfusa böldüğün zaman çıkan ortalama rakam senin dediğin. Öyle “adam başına” dendiğinde her adamın başına bu kadar düşecek diye de bir şey olmaz. Adam var adamcık var. Hani gelir dağılımı derler ya, işte oradan kaynaklanan bir olay bu. Beş parmağın beşi bir olmadığı gibi burada da aynı durum var. O kağıt üzerinde “sana düşüyor” denen ama sana 3 ise başkasının başına 33 düşeni de göz önünde bulundurursan ortalama hesapta öyle yanlış falan yok.”

-Peki anladım da, ben nasıl geçineceğim bana düşenle? Hani daha da kalkınsak mesela… Bir gün iş düzelir mi?
“Senin geçiminin kalkınmayla pek ilgisi yok be kardeşim. Tut ki daha da kalkındık, bu sefer de adam başına 20 bin dolar düştüğünü hesapladılar üstelik. Orada “kalkınan”ın kim olduğuna bağlı bu iş. Bu gelir dağılımı düzelmezse senin durumun da düzelmez. İşin kötüsü o iş de kendi kendine düzelmez. “Düzen” meselesidir bu.

-Aslında bu parayla da geçinebilirdik ama şu dolar var ya… o işi bozdu daha çok galiba.

“Doların bir kabahati yok yahu, senin paran değer kaybettikçe sen dönüp dönüp faturayı dolara çıkarıyorsun. Hadi diyelim ki şu başımızın belası dolardan vaz geçtik, dolar kullanmıyoruz. Sen şimdi memlekette yetişmediği için dışarıdan nohut-mercimek, et alacaksın ya… Madem dolarla pahalıya geliyor, bırak o zaman şu doları. Elin adamı sana senin paranla satmaz tabi malını. Git avro ile al, İngiliz sterliniyle al, İsviçre Frank’ıyla al, durum değişir mi? Git bak şu dövizcinin tabelasına. Bak bakalım senin paran sadece dolarla mı yarışıyor yoksa şu kadar milletin parası karşısında mı her gün baş aşağı gidiyor.
Bu dövizlerin hepsinde de mi aynı kabahat var da bizi böyle üzüyor?

-Tamam, iş dolarda değil diyen de var. Peki bir yerden biraz daha borç bulsak düzelmez mi durumlar?
“Bak bu dediğin daha da hesapsızlık. Sen kendi durumuna bakıp düşünsene en basitinden…
Sen bugün kredi kartını ödeyemiyorsun ya… Tut ki banka insafa geldi de senin limitini arttırdı ya da 36 aya çıkarttı taksitlerini. Yani biraz daha borçlanma imkânı buldun ve üç gün sonra onu da yedin bitirdin. Peki bugün ödemekte zorlandığın taksiti yarın üzerine bir kat daha binen faizle daha da yükselen o rakamları nasıl ödeyeceksin hiç düşündün mü?
Oradan borç buradan borç dersen, bu durumda giderek borç batağına biraz daha saplanmış olmuyor musun?
Devletlerin işi de böyle işte. Çarkı borçla döndürürsen belki o gün sevinirsin, tedbiri ertelersin ama yarın daha çok batarsın.

-Peki nasıl olacak bu iş?

“Yine kendinden düşün. Kazancın artmazsa borçtan kurtulabilir misin?
Mesela her seferinde daha büyük borç alarak olur mu bu iş?”
-Olmaz tabii de nasıl kazanacağız peki?
“Her şeyden önce borç para arayıp günü kurtarırım demek yerine artık kazanmaya çalışacaksın tabii.”
-Peki ben tamam da, bir devlet nereden kazanır?
“Devletin ekonomisi demek istedin sanırım. Bak, ihracattan kazanırsın en başta. İçeride bir biçimde öyle çok ve öyle ucuza mal üretirsin ki, o ürettiğin malı önce seni ithal mal alma mecburiyetinden kurtarır. Dışarıya para vermezsin. Sonra öyle çok üretirsin ki hem kendi halkına yeter hem dışarıya satacak kadar malın ve dolayısıyla paran olur.
Daha çok buğday, daha çok domates, daha çok et gibi mesela…
Bak bakalım var mı böyle bir gelişme görünürde?”

-O tarafı biraz ümitsiz gibi ama turistten de kazanabiliriz sanırım.
“E bugüne kadar gelmiyordu da şimdi birden bir turist hücumu mu olacak diyorsun?
Önceden de gelmiyorlar mıydı bunlar? Bugün gelen turistin bıraktığı döviz yetmiyorsa şimdi kimler gelir de daha fazla kazanılır mesela? Araplar mı? İranlılar mı? Suriyeliler mi? Afganlar mı? Biliyorsun onlar zaten yolu çoktan öğrenmiş geliyordu.
Hatta işin içinde bir şey de çok önemli. Daha çok arap marap geldiğinde, şimdi gelen üç beş Avrupalı da gelmez olur biliyor musun? O taraf kesilir aniden. Çünkü arapların çoluk çocuk geldiği otele, restorana Avrupalı gelmek istemiyor.
Yaşam tarzı farklı.
Yani daha çok arap daha az Avrupalı demek. Onlar çoğalırsa Avrupa’dan gelen azalır. Ukraynalı ve rus gelir dersen bu sene onların işi de zor, o iş de belirsiz. Eğer sınırdan giren-çıkan sayısına bakıp sen bizim Almancıları, günübirlik alışverişe gelen Yunanlıyı, Bulgarı, bayramda dolaşan Suriyeliyi de hesaba katarsan belki o “sayı” artar ama sonuç pek değişmez.

-Başka gelir kaynağı yok mu?
“Var aslında. Mesela yurt dışındaki müteahhitler, işçilerin gönderdiği paralar falan. Ama biliyorsun artık dışarıda kazanılan para dışarıda kalıyor, hatta buradaki içerdeki inşaatçı bile bir bahaneyle dışarı götürüyor sermayeyi.
Sonra enteresan bir durum daha var:
Mesela Almanya’daki oğul köydeki ailesine her ay belli bir döviz gönderiyordu ya.
O paraya 500 avro gibi diyelim…
Artık 300 gönderecek değeri arttı diye düşünsene.
Ne olur bu durumda?”

-İçim karardı vallahi! İşimiz zor yani
“İçin asla kararmasın. İçin karardıkça geleceğin daha çok kararır.
Umutlu ama hesaplı olacaksın, bu işlerin öyle daha çok borç bularak düzelmeyeceğini bileceksin.
Öyle diyene inanmayacaksın.
Sen şimdi kendi halinden şikâyet ederken bulacağın yeni borçlarla düze mi çıkarsın yoksa daha da borçlu hale gelip daha beter mi batarsın diye düşün. Hatta konu açıldığında sor karşındakine. Düzelmenin borçla, safsatayla, boş lafla yürümeyeceğini bilip aklın yolunu tutacaksın.”
O Aklın yolunu, gerçek yol göstericiyi yani “hakiki mürşid”i tarif etmeme de gerek var mı sence.”