Yarınlara iz bırakmalıyız

Sürdürülebilir gastronomi kavramının hayatımıza girmesiyle, daha fazla görünür olan yaşayan mutfak ve slowfood akımlarının önemi giderek daha iyi anlaşılıyor.

Küreselleşme, dünya genelinde etkilerini gösteriyor.

Bu süreçle birlikte manevi ve kültürel değerler de kaybolma eğiliminde.

Yeme içme kültürü gibi kültürel mirasların korunması, küreselleşmenin etkilerine karşı önem kazanıyor.

Hızlı yemek kültürü, geleneksel beslenme alışkanlıklarını sadece değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda bu kültürlerin yok olma riskini de arttırıyor.

Son dönemde yapılan araştırmalar, yöresel yemek kelimesinin, somut olmayan kültürel miras alanında, gastronomi turizmi, kırsal turizm ve kültür turizmi gibi başlıklarda ele alındığını gösteriyor.

Yöresel yemeklerin ve dolayısıyla kültürümüzün de korunmasını sağlayan gastronomi, yöresel mutfak paydaşları ile bağ kurulmasını sağlayan en önemli faktör olarak öne çıkıyor.

Sürdürülebilir gastronomi kavramının hayatımıza girmesiyle, daha fazla görünür olan yaşayan mutfak ve slowfood akımlarının önemi giderek daha iyi anlaşılıyor.

Her iki akımda gezegenimizin geleceği ve gastronomik değerlerin korunması için kritik öneme sahip.

Slow Food, 1986'da İtalya’da Carlo Petrini tarafından başlatılan uluslararası bir harekettir.

Hızlı, ayaküstü yemek alışkanlığına (fast food) karşı alternatif olarak ortaya çıkan slowfood, kültürün nesiller arası aktarımını desteklerken aynı zamanda sürdürülebilir yerel mutfağı ve bitki çeşitliliğinin korunmasını hedeflemektedir.

Hızlı yaşam tarzının bir sonucu olarak ortaya çıkan fastfood beslenme tarzı yerel kültürün değersizleşmesine, toplumların beslenme alışkanlıklarının önemsizleşmesine ve diğer toplumlara nasıl sirayet edeceğinin düşünülmemesine sebep olmaktadır.

Geleneksel ve yerel yemek kültürü ile yeme biçimlerinin yanı sıra yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı teşvik eden slowfood aynı zamanda lezzetin standartlaşmasına karşı çıkar.

Bu nedenle, sürdürülebilir gastronomi hedefleriyle arasında doğru orantılı bir ilişki bulunmaktadır.

Sürdürülebilir mutfak akımlarından biri olan yaşayan mutfak ise bir bölgenin yerel ürünleriyle kültürel değerlerinin birleştirilmesi sonucunda ortaya çıkmış.

Yaşayan mutfak, üretilen gıdanın hazırlanıp sunulmasını ve bu alandaki çeşitli farklılıkları ortaya koymayı amaçlıyor.

Beş duyu organımızı (dokunma, tat alma, görme, koklama, işitme) kullanarak deneyimlediğimiz yemekleri sunmayı hedefliyor.

Bilinçsiz tüketime ve her şey dahil anlayışına karşı çıkarak gastronomide sürdürülebilirliğin sağlanmasını destekliyor.

Bu farkındalığı yaratabilmek ve toplumsal bilinci oluşturabilmek için “Yarınlara iz bırakmak” sloganıyla hafızalarda yer etmeye çalışıyor.

Sürdürülebilirliğin her geçen gün artan öneminin topluma anlatılması ve farkındalık yaratılması konusunda her iki akımın gösterdikleri çaba bunun en iyi göstergesi.

Kısacası sürdürülebilirlik bilincinin anlatılması, farkındalık yaratılması ve yaygınlaşması için slowfood ile yaşayan mutfak kavramların toplumsal etkisinin göz ardı edilmemesi gerekiyor.

Göz ardı etmemeyi bırakın, her birimizin gücü yettiğince onlara destek olması ve geleceğimiz için daha geniş kitlelere ulaşmalarına katkı sağlamamız gerekiyor.

Çünkü gezegenimizin geleceği için her birimizin bırakacağı izler bir araya geldiğinde, bugünkünden çok daha geniş alana sahip sürdürülebilir bir yaşam alanı yaratmış olacağız.

Toplumsal bilincin ancak bu çabalarla sağlanabileceğini unutmayın.

Ve hepimizin geleceğine sahip çıkmamıza katkı sağlamak için hareket geçin!