Şanlı günlerimiz: 15 – 16 Haziran

İnsanlığın geleceğini kurtaracak güç hala işçi sınıfı. Mücadele ise insanlık için bir mecburiyet. Bilelim ki “uygun koşullar” hiçbir zaman kendiliğinden oluşmadı ve oluşmayacak. Şair boşuna “ selam yaratana” dememiş. Evet, selam yaratana ve yaratacak olana…

Bundan tam 53 yıl önce ülkemiz tarihinin çok önemli iki günü yaşandı. Resmi tarihe bakarsanız “meşum olaylar, çatışmalar, karışıklıklar” yaşanmıştır. Yaşananları gerçeğin, sınıf mücadelesinin kitabından okursanız ise emeğiyle bütün güzellikleri ve değeri yaratanların haklı ve onurlu direnişini görürsünüz. 15 – 16 Haziran’a değinmeden önce işçi sınıfı mücadelesinin o günlere gelene kadar katettiği yola kısaca bakalım.

1800’LERDEN 1960’LARA… ZOR YILLAR

Ülkemizde işçi sınıfı mücadelelerinin bir asrı aşan köklü bir geleneği var. 1845’te çıkarılan Polis Nizamnamesi de, bu yıl kurulan İşçiyi Koruma Dernekleri de bugüne kadar türlü aşamalardan geçecek keskin mücadelenin taraflarının ilk adımlarından sayılabilir. Biri işçi sınıfının örgütlenmesini, diğeri engellenmesini amaçlar. Devamı gelir; 1872 Beyoğlu Telgrafhane işçileri grevi, 1873 Tersane Şantiye işçileri grevi, 1875 Tersane grevi-Sirkeci hamallar grevi, 1876 Araba işçileri ve Tersane grevi. 1908’de ise Paşabahçe, İzmir Liman, Yedikule İplik, Selanik fırın, demiryolu, sigara, bira, Anadolu ve Aydın demiryolu, Ereğli kömür işçilerinin grevleri gerçekleşir.

1908’de çıkartılan Tatil-i Eşgal Kanun-u Muvakkatı işçilerin grev hakkını yasaklar. İşçi sınıfının da umut bağladığı İttihat Terakki grevleri ve işçi mücadelelerini yasaklayan bir baskı aygıtına dönüşmüştür. Bu dönemin ardından gerçekleşen ilk grev 1919’da Reji işçileri tarafından yapılmıştır.

Sınıfın mücadelesini büyütmeyi hedefleyen örgütlenmeler 1920’li yıllarda hızlanır. 1920’de TKP, 1922'de "Beynelmilel işçi İttihadı'', Türkiye İşçiler Derneği, 1923’te Aydınlık Dergisi ve Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası, 1923’te TİÇSF öncülüğünde Türkiye Amele Birliği kurulur.

1925’te çıkartılan Takrir-i Sükun Kanunu ve TCK’nın 141 ve 142. maddeleriyle işçi sınıfına ve sosyalistlere 2. Dünya Savaşı koşulları da bahane edilerek büyük bir baskı politikası uygulanır. Sosyalistler “faaliyetlerini” gizli yürütmek zorundadır. Yine de işkence, hapis ve katliamlara maruz kalırlar.

Çok partili hayata geçişle birlikte sol partiler de kurulmaya başlar. 1946'da, Türkiye Sosyalist Partisi, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kurulur. Ülkemizin ilk sendika yasası 1947’de yürürlüğe girer, işçiler önemli bir hak kazanmış olur ama grev hala yasaktır. 1948’de İstanbul İşçi Sendikaları Birliği kurulur. 1949 yılında işçiler ilk açık hava toplantılarını yani mitinglerini yaparlar. 1952 yılında Türk İş kurulur. Türk İş’in kuruluşu kaçınılmaz olan örgütlenmelerin baştan sistem ve sermaye tarafından kontrol altına alınmasını amaçlar.

DÖNÜM NOKTASI: SARAÇHANE MİTİNGİ ve KAVEL GREVİ

Uzun yıllar boyu baskılanan, nefes almasına izin veremeyen işçi sınıfı mücadelesi 60’lı yılların başında sıçrayacağının işaretlerini veriyordu. Kapitalistleşmenin hızlanması, buna bağlı olarak kırdan kente doğru yaşanan göç dalgası hem kentleri hem de işçi sınıfını büyütüyordu. 1961’de değişen anayasada “grev ve toplu sözleşme hakkı” yazıyordu. Ama bunun hayata geçmesi için fiili mücadele gerekliydi. İstanbul İşçi Sendikaları Birliği anayasada yazanların kanunlaşması için 31 Aralık 1961’de İstanbul Saraçhane büyük bir miting gerçekleştirdi. Bu gün önemli bir tarihsel dönemeç oldu. Arkası geldi, 1962’de sessiz yürüyüşler, oturma eylemleri, yemek boykotları, sakal bırakma eylemleri ve 1963 yılında yapılan Kavel Grevi…

“…Ve izin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim

İzin verirlerse Kavel Grevcileri

İlk çocuğumun adını

Kavel koyacağım’’

Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’e bu dizleri yazdıran grev Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin bir başka dönüm noktasıdır. İstanbul’da Kavel kablo fabrikasında çalışan Maden İş üyesi 220 işçinin başlattığı zorlu grev 36. gününde zaferle sonuçlandı. Grev turnusol işlevi de görmüş, Türk İş’in sınıf için ne anlama geldiğini net şekilde ortaya çıkarmış, DİSK’in kuruluşuna doğru giden adımları hızlandırmıştır. Ardından 1966 yılındaki bir başka büyük direniş Paşabahçe Grevi gerçekleşti. Her bir yeni grev işçi sınıfı mücadelesine yeni yollar açıyor, yaratıcı eylemlerle, dayanışmalarla grevin etkisi iş yerinden çıkıp bütün kenti etkisi altına alıyordu. Diğer yandan her yeni grevde Türk İş’in işverenden yana tutumu daha da belirginleşiyordu.

Devrimci sendikacılar adımlarını hızlandırdılar; Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler, Basın-İş Genel Başkanı İbrahim Güzelce, Lastik-İş Genel Başkanı Rıza Kuas, Gıda-İş Genel Başkanı Kemal Nebioğlu ve Türk Maden-İş Genel Başkanı Mustafa Alpdündar 13 Şubat 1967 tarihinde DİSK’i kurdular.

DİSK’İ YOK ETMEK İSTİYORLAR

15 -16 Haziranın yaşandığı 1970 yılı da işçiler için oldukça hareketliydi. Singer, Demirdöküm, Gamak işyerlerinde grevler gerçekleşmiş ve patronların “kalıcı çözüm” talepleri meclisin kapısına dayanmıştı. DİSK’in işçi sınıfı mücadelesinde yarattığı ivme ve hızla büyümesi sermayeyi, hükümeti ve Türk İş’i rahatsız ediyordu.

Esasında ülkemiz egemenlerine göre işçi sınıfının elde ettiği haklar fazladır, elinden alınmalıdır. Yalnızca işçiler değil, köylülerin önemli bir bölümü, emekçi sınıflar ve gençlik hareketi düzen sahiplerinin endişelenmemesine neden olacak bir mücadele içindedir. Aydınlar yüzünü sosyalizme dönmüştür. Hâsılı, rüzgâr soldan kuvvetli şekilde esmektedir. 12 Mart 1971 faşist darbesinin generallerinden Memduh Tağmaç 15-16 Haziran sonrasında “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekiyor” diyerek egemen sınıfların bakışını somut biçimde ifade etmiştir.

Böyle bir vaziyet içerinde sermaye sınıfının, AP Hükümetinin, Türk İş’in istediği düzenlemeye CHP’de ikna edilmişti. Yasayla 274 ve 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik yapılarak DİSK’in varlığını ortadan kaldırmak isteniyordu. İşçiler sendika seçme özgürlüğünden mahrum kalacak, DİSK’in örgütlenmesi mümkün olmayacaktı. Yasa 11 Haziran 1970’te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onaylamasıyla yürürlüğe girdi. DİSK açık biçimde düzenlemeye karşı çıkıyor, bütün kesimleri uyarıyordu. TİP’in mecliste iki milletvekili vardı ve düzenlemeye net biçimde karşı duruyordu. Bu itirazı Anayasa Mahkemesi’ne de başvurarak sürdürdü.

Cumhurbaşkanının onayıyla birlikte DİSK’in çalışmaları hızlandı. İşyerlerinde Anayasal Direniş Komiteleri adı verilen komiteler kuruldu. Konfederasyona bağlı sendikaların yöneticilerinin ve iş yeri temsilcilerinin katıldığı toplantılarla kararlar alındı ve 15 Haziran günü eylemler başladı.

İŞÇİLER SEL OLUP AKIYOR

15 Haziran’da Maden İş, Lastik İş ve Kimya İş’e bağlı işçiler İstanbul’da fabrikalarına giderek çalışmadan beklediler. Sonra yürüyüşler başladı, çok sayıda Türk İş üyesi işçi de sokaktaydı. İşçi sınıfı sel olup akıyordu. Anadolu Yakası’nda Ankara asfaltı üzerinden Kartal’a doğru yürüyen işçiler güvenlik güçlerinin barikatlarını aşarak Başbakan Süleyman Demirel’in kardeşi Şevket Demirel’in ortağı olduğu Haymak fabrikasını işgal etti. Bunun üzerine 2. Zırhlı Tugay’a ait birlikler fabrikayı kuşattı. Tuzla bölgesi işçileri ise Gebze’ye doğru yürüdü. İzmit’in doğu ve batı yakasındaki işçiler ise şehir merkezine yürüdüler. Avrupa yakasında Eyüp bölgesi işçileri Topkapı’ya, Levent, İstinye bölgesi ise Şişli Taksim yönüne yürüdüler.

16 Haziran günü yürüyen işçiler çığ gibi büyümüştü. (70 ila 150 bin arası sayıdan bahsediliyor. Telaffuz edilen sayının en altını bile kabul etsek, 1970 yılının nüfusuna ve işçi sayısına göre hesapladığımızda çok büyük bir kalabalıktan söz etmiş oluruz.) Avrupa yakasında Cağaloğlu’na gelen işçiler valiliğe yürümek istedi, önleri kesildi, durmadılar Eminönü’ne ulaştılar. Başka bir kalabalık işçi kolu Topkapı’dan gelerek Unkapanı’na ulaştı. Beyoğlu tarafındaki işçilerle Haliç’in öbür yakasındaki işçiler birleşmesin diye Unkapanı ve Galata Köprüleri açıldı. Bu esnada Levent, Mecidiyeköy gibi yerlerde işçiler kitlesel şekilde yürüyordu. Anadolu yakasında Üsküdar tarafına doğru yürüyen işçiler barikata yüklendiler ve polisin silah kullanmasıyla çatışmalar yaşandı. Barikatı aşan işçiler Üsküdar’a ulaştı ama vapur seferleri valilik tarafından iptal edildiği için Avrupa yakasına geçemediler, Beykoz yönüne doğru yürüdüler. Kartal tarafından gelen on binlerce işçi barikatları aşarak Kadıköy’e doğru yürüdü. Fenerbahçe Stadı önünde polis işçilere ateş açtı. Kadıköy İskelesi tarafında da işçilere ateş açıldı. 16 Haziran’daki çatışmalarda 5 kişi (Yaşar YILDIRIM- işçi, Mustafa BAYRAM - işçi, Mehmet GIDAK - işçi, Yusuf KAHRAMAN – polis, Abdurrahman BOZKURT - esnaf) hayatını kaybetti, 200 kişi yaralandı.

Akşam saatlerine kadar süren çatışmalar hava karardığında ancak sıkıyönetimle sonlandırılabiliyordu. Ordu, İstanbul ve İzmit’in yönetimine el koydu. DİSK’e bağlı sendikalar basılarak sendika yöneticileri gözaltına alındı. 162 sendikacı tutuklanarak sıkıyönetim mahkemelerine sevk edildi. 400’den fazla işçi işten atıldı.

15-16 HAZİRANDA KAZANAN İŞÇİ SINIFI OLDU

15-16 Haziran ağır bedelleriyle birlikte işçi sınıfı ve örgütü DİSK’in kazanımlarıyla sonuçlandı. Yasa önce fiili olarak uygulanamadı, ardından Anayasa Mahkemesi TİP’in başvurusunu kabul ederek yasanın “anayasaya aykırı” olduğuna hükmetti. CHP de direniş sonucunda işçilerin yanında tutum almak zorunda kaldı. Sermaye sınıfının korkusu daha da büyüdü, “devrim” ihtimali pek çok patronun uykularını kaçırmaya başladı.

15-16 Haziran’ın kazanımlarına ilk darbe şüphesiz 12 Mart Faşizmiyle yapıldı. 12 Eylül darbesi ise çok daha kapsamlı bir saldırıyla işçi sınıfının hak arama yollarını tıkamaya çalıştı.

Fakat 15-16 Haziran’ın kazanımları sadece bahsedilen yasaların iptali ya da işçi sınıfının yasal hakları sınırlarında tartışılamaz. Mücadele edenler açısından silinmez bir tarih ve asla yok olmayan bir ilham kaynağıdır. Direniş sosyalistler açısından da Türkiye Devrim’inde işçi sınıfının rolü konusunda muazzam bir aydınlanma ve bilinç sıçramasına neden olmuş, “işçi sınıfının gücü var mı?” gibi bir tartışmayı büyük ölçüde sonlandırmıştır.

15-16 Haziran’a bugünden baktığımızda dünya ve ülkemiz açısından o dönem koşulların çok daha uygun olduğunu, işçi sınıfı hareketinin zaten patlamaya hazır olduğunu düşünebiliriz. Bu tespit bir noktaya kadar doğru da olabilir. Ama bütün bu süreçteki iradi çabayı, işçi sınıfı mücadelesini yükseltmek için canla başla mücadele edenleri görmezsek yaşananları doğru kavrayamayız. Evet, direniş işçi sınıfı mücadelesi açısından hayli uygun koşullarda yaşanmıştır ama eğer o koşulları doğru değerlendiren devrimci düşünce ve eylem olmasaydı bu büyük direniş de ortaya çıkmazdı.

Kısacası 15 – 16 Haziran bütün tarihselliğiyle gözümüzün önünde durmaktadır. Yalnızca anmak değil anlamak için fazlasıyla uğraşmamız gerekiyor[1]. Elbette bugün açısından koşullar, işçi sınıfının yapısı gibi birçok şey değişti. Ama insanlığın geleceğini kurtaracak güç hala işçi sınıfı. Mücadele ise insanlık için bir mecburiyet. Bilelim ki “uygun koşullar” hiçbir zaman kendiliğinden oluşmadı ve oluşmayacak. Şair boşuna “ selam yaratana” dememiş. Evet, selam yaratana ve yaratacak olana…



[1] Zafer Aydın’ın kapsamlı çalışması “İşçilerin Haziran’ı 15-16 Haziran 1970” adlı kitabı ve DİSK tarafından hazırlanan iki ciltlik “DİSK Tarihi bu konuda iki önemli kaynak eser.