Can Yücel her zaman yanı başımızda

Bu sahte şiirlere bazen sosyal medyada, bazen de kerli ferli bir köşe yazarının yazısında rastlayabilirsiniz. Can Yücel adına açılmış ve yarım milyon insanın takip ettiği (siz de bu kişilerin arasında olabilirsiniz) bir adres var mesela, sürekli bu sahte şiirlerden paylaşıyor.

Can Yücel’in aklınıza ilk gelen şiir ya da mısrası hangisi? Benim aklıma Sevgi Duvarı’nın son dizesi “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” geliyor. Bunu demiş şairin yalana çok fazla maruz kalmış olması da acayip. Ortalıkta dolaşan ve Can Yücel’e ait olmayan o kadar çok şiir var ki, geçtiğimiz yıl bu sayı elliydi, muhtemelen şimdi artmıştır. “Ülke bölünsün istiyorum”, “Bağlanmayacaksın”, “Olmuyorsa zorlamayacaksın” gibi her an karşılaşabileceğiniz birçok sahte Can Yücel şiiri var[i]. Bir de “Rakı içen kadınlar” gibi öyle şiirler var ki ustanın okkalı söveceği cinsten… Bu sahte şiirlere bazen sosyal medyada, bazen de kerli ferli bir köşe yazarının yazısında rastlayabilirsiniz. Can Yücel adına açılmış ve yarım milyon insanın takip ettiği (siz de bu kişilerin arasında olabilirsiniz) bir adres var mesela, sürekli bu sahte şiirlerden paylaşıyor.

“Yalan” bahsine dönersek, “Sevgi duvarı” şiirinin bu güzel son dizesine göre yaşamak mümkün mü? Yalansız yaşamak nedir? Galiba bir tarafı Nâzım’ın dediği gibi “Annelerin ninnilerinden / spikerin okuduğu habere kadar / yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı” diğer tarafı da olabildiğince gerçeğimizle var olabilmek.

İş sadece yalana karşı mücadele etmekle bitmiyor yani… Yalansız yaşamak galiba “mış” gibi yapmamak, idealimizde olan ya da olmak istediğimiz insan gibi değil de olduğumuz gibi davranmak. Ya da etrafımıza gizemli bir hale örerek insanların bizi tanımasına engel olmamak. Hatalarımızla, eksiklerimizle, kusurlarımızla mümkün olduğu kadar gerçek olmak. Yani olabildiğince, en azından “ne kadar” becerebiliyorsak...

Can Yücel sanırım “ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” önermesine hayatı boyunca fazlasıyla sadık kalmış bir insan. Şiirlerinde, hayatının ayrıntılarına dair bilgi sahibi olabileceğimiz yazılarında, röportajlarında ve hayat hikâyesinde bunu rahatlıkla görebiliriz. Yalansız yaşayanlardandır Can Yücel…

İKTİDARI SEVMEMEYE ÇOCUKLUKTAN BAŞLIYOR

Can Yücel’in annesi Refika Hanım, babası cumhuriyetin ilk yıllarının en önemli isimlerinden Hasan Ali Yücel’dir. İkiz kardeşi Canan’la 1926’da dünyaya gelirler. Kumkapı’da başlayan hayatları, sonrasında Şişli’de davam eder. Kardeşiyle birlikte önce Boğaziçi İlkokulu’na başlar, üçüncü sınıftan itibaren okula yatılı devam eder. Anlattığına göre sebep, kardeşiyle ettikleri kavgalardır. Okul eğlencelidir, bu dönemde futbol tutkusuyla iyi bir futbolcu olmayı düşler.

1938 yılında öğrenim hayatı Ankara Taşmektep’te devam edecektir. Hasan Ali Yücel’in bakanlığı bu mecburiyeti doğurmuştur. Ankara’yı da okulu da sevmez; “Ankara’da Taşmektep. Ahır gibi. Bombok bir yer. Futbol da yok. Üstelik vekil oğlusun. Bombok bir durum. Hiç sevmedim… Ortaokul bitti. Atatürk Lisesi, orayı da sevmedim.”

Can Yücel hemen herkesin bildiği “Ben hayatta en çok babamı sevdim” şiirinde babasına olan sevgisini anlatır. Ama bu sevginin içinde aynı zamanda karşı çıkma ve itiraz da vardır. “Üstelik vekil oğlusun. Bombok bir durum. Hiç sevmedim…” demesi bundandır. Bürokrasiye ve kurulu düzene itiraz etmesinin temeli çocukluğunda atılır.

Lise eğitimi 1941’den itibaren Ankara Erkek Lisesi’nde devam eder. Bu dönem Hasan Ali Yücel’in başlattığı tercüme seferberliğiyle dünya klasikleri dilimize çevriliyordur. Edebiyat hocaları Cevdet Kudret’tir ve çevrilen kitaplar, hümanizm, derslerin içeriğini dolduruyordur. Ankara’daki eğitim öğrenim hayatı keyifli ve verimli hale gelmiştir. Yücel, Nâzım Hikmet şiiriyle tanışır, Latinceye yönelir, dünya klasiklerini okur. Arkadaşlarıyla yurt dışında okumaya karar verirler ve hepsi ortak bir kasa oluşturarak para biriktirmeye başlar. Sonrasında aralarından bir kişiye; Gazi Yaşargil’e yurtdışına çıkarken topladıkları parayı verirler.

Liseden sonra Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji bölümüne girer ve Alman Filolojisi okumaya başlar. Can Yücel tek parti iktidarına muhaliftir, sol fikirlerle tanışır, Dil Tarih’teki İlerici Gençler Derneği’ne üye olur. Baba Hasan Ali Yücel durumun farkındadır, Can Yücel’in babasını çok sevmesi onunla politik olarak zıtlaşmayacağı anlamına gelmez. Hasan Ali Yücel, bu “tehlikeli” gidişatı oğlunu yurtdışına göndererek durdurmak ister. Can Yücel’i İngiltere’ye Cambridge Üniversitesi’ne gönderir. Burada tarihe ilgi duyar, çeviri yapmaya başlar ama buradaki öğrencilerin erken yaştan itibaren Yunanca-Latince öğrendiklerini arayı kapatmanın zor olduğunu düşünür. Bir dönem Linkfield’e geçerek burada Rahşan ve Bülent Ecevit’le birlikte yaşar. Ekonomik zorluklar yaşadığı ama memnun olduğu öğrencilik hayatı babasının isteğiyle son bulur ve ülkeye döner. Artık yeni bir dönem başlamıştır; Demokrat Parti (DP) iktidardadır, Hasan Ali Yücel’in yaptıklarının tersi istikamette bir eğitim politikası uygulamaya konulacaktır.

1953 yılında Can Yücel askerlik için Kore topraklarındadır; savaşı en yalın gerçeğiyle görür. Bu yıllar Baba Hasan Ali Yücel’e karşı ciddi bir karalama ve itibarsızlaştırma yapıldığı yıllardır. Can Yücel iş bulmakta zorlanır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Bornova’da görev yapar.

1956 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde okuyan ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesinde eğitim gören Güler Hanımla tanışıp evlenir. Hayatının sonuna kadar ayrılmadığı Güler Hanımla, Yeni Hasan, Güzel ve Su adında üç çocukları olur.

Evlendikten sonra tekrar yurtdışında yaşamaya karar verirler. Can Yücel, Londra BBC’nin Türkçe Yayınlar bölümünde spiker olarak çalışmaya başlar. 1963 yılında Nâzım’ın ölmesi onun için dönüm noktası olur. Şairin ölümünü öğrendikten sonra mikrofonun başına geçmez ve ertesi günü işten çıkarılır. Bir nevi kendini kovdurtur ve tekrar ülkeye dönerler.

Döndükten sonra bir süre Bodrum, Marmaris gibi yerlerde rehberlik yapar, sonra İstanbul’a yerleşirler ve çeviri yaparak geçimini sağlamaya çalışır. Aynı zamanda çeşitli gazete ve dergilere yazılar yazar.

Can Yücel daha çocukluk yıllarında şiir yazmaya başlar. Pek çok şiiri vardır ama 1950 yılına kadar “Mevleviliğin etkisinde kalarak” yazdığını söylediği şiirleri yayınlatmaz. (Babası ve dedesi Mevleviliğe bağlıdır) 1950’de “Yazma” adlı şiir kitabı yayınlanır ama ilgi görmez. Çeviriye yoğunlaşır, Pazar Postası’nda yazdığı yazılarda modern İngiliz şiirini tanıtmaya çalışır. “Her Boydan” adlı kitabında çeviri şiirlerini yayınlar. Aynı zamanda Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Ant, İmece ve Papirüs gibi dergilerde yazar. 70 sonrasında Yeni Dergi, Birikim, Sanat Emeği, Yazko Edebiyat ve Yeni Düşün dergilerinde yazıları ve şiirleri yayınlanır.

CAN YÜCEL DEMİR PARMAKLIKLAR ARKASINDA

12 Mart 1971 döneminde çevirisini yaptığı Che Guevara’nın “Gerilla Harbi” ile “İnsan ve Sosyalizm” kitapları nedeniyle 15 yıl hapse mahkûm edilir. 1974 Affıyla serbest kalır. Hapislik döneminde şiir yazmaya yoğunlaşır. “Bir siyasinin şiirleri” bu dönemin ürünüdür, hapishanenin bütün hallerini resmeder. Kitap daha önce basılan “Sevgi Duvarı” kadar ilgi görür.

“Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri,

Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra,

Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,

Başımızda perensip sahibi bir başçavuş,

Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz . . .

Bi sen eksiktin ay ışığı

Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!”

Can Yücel şiiri artık mücadeleyi, yaşanan her gelişmeyi, baskıyı adım adım izleyecektir. 12 Eylül’e kadar ülkedeki mücadeleye kalbiyle, kalemiyle katılır. “Şairden politikacı olmaz” gibi sözler söyler ama bence kastettiği politika çocukluluğundan beri hiç sevmediği resmi, protokol siyasetidir. Yoksa TİP’li olmaktan geri durmamış, kurulduğu andan itibaren elinden geleni yapmıştır. Şiirinde şöyle der:

“Zikredelim önce halkın adını

Çocuğun işçinin hakkını

Alsın diye köylü toprağını

İşçi Partisine yaptırdım kaydımı.”

1965 Seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi adına yaptığı radyo konuşmasını dinlemeyenlerin mutlaka dinlemesini tavsiye ederim.[ii]

1980 sonrasının karanlığında şu dizeleri yazar:

"Galata Köprüsü tir tir titriyor

Bunlar beni de asma köprü yaparlar diye

Yüreğinin dubalarını geniş tut, ihtiyar!

Sen böyle nice dayılar gördün bugüne kadar

Hepsi de yedeklerinde sürüye sürüye ayılarını

Senin üstünden azamet-i böbreki kalpak-ı pöstekiyle geçip

Tarih'in hayvanat bahçesini boyladılar."

Politik kimliğinden asla taviz vermez ve siyasal gelişmeleri şiirinde olanca yalınlığıyla işler. Susurluk Kazası sonrası düzeni ifşa ediyor, mücadeleye şiir yazıyordur:

“Susurluk susığırı ne demek

Gazi'nin önlediği manda var ya

Susurluk'ta göle sıçtı, sıçtı!

Bıktık yaşamaktan bu karabasanı!

Kapa ışığı, aç ışığı, kaçmadan kaçakaç!

Söndür ışığı, kapat karanlığı!/ Kapat ışığı, aç aydınlığı!

Kapa ışığı, aç ışığı, kapa kapa aç!”

1999 seçimlerinde ÖDP’den milletvekili adayıdır.

“Ölüm tarafından asla asimile edilmemiş bir yurttaşınız olarak

Dayanıyorum dayanışma kapınıza

‘Yaşasın özgürlük' diye haykırarak” yazar.

Velhasıl Can Yücel düşündüğünü söylemekten, doğru bildiğini yapmaktan hayatının sonuna kadar hiç geri durmaz. Öldüğünde, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten kesinleşmiş bir yıl iki ay hapis cezası vardır.

1989 yılında çok sevdikleri Datça’ya taşınmışlardır. Öldüğünde de oraya gömülmek istemiştir. Şiirler yazdığı Datça’yla Can Yücel ismi özdeşleşmiştir. Şairin mezarı geçtiğimiz yıllarda gerici zihniyetin saldırısına uğramıştır ama sevenleri onu ziyaret etmeye devam ediyor.

GELENEKTEN ve EVRENSEL OLANDAN BESLENİP ÖZGÜN OLABİLEN ŞAİR

Can Yücel’in şiiri 1940 kuşağı şairlerinin biçimine, Garipçilere, 2. Yenicilere doğrudan bağlanamaz. Belki de hepsinden etkilenerek ve batı şiirinden aldığı esinle kendine özgü bir tarz yaratmış denilebilir. Aynı zamanda onda ülkemiz şiir geleneğinin yüzyılları aşan mirasının zenginliğini bulabiliriz. Onun şiirinde süslü ve dolambaçlı anlatımlara yer yoktur. Ama bu sanattan uzak olması anlamına gelmez, Can Yücel’in şiiri inceliklidir. Politik meseleleri doğrudan takip eder, güncel olayların nabzını tutar. Argo ve küfrü de şiire dahil eder, zeki kelime oyunlarıyla aynı zamanda mizahı da şiire taşır.

Can Yücel için kendi özel yaşamı da şiirin konusudur. Eşi Güler Hanım’a, çocuklarına şiirler yazar. Bu şiirlerde Güler Hanım’la olan kavgalarını da aşklarını da görürüz. Hayatını yalın biçimde, yalansız ortaya koyar. Kendiyle de dalga geçer.

Onun şiirinde aynı zamanda doğaya, hayvanlara dönük yoğun bir sevgi ve bağlılık görürüz.

Tanıdığı tanımadığı ama dost gördüğü insanlar şiirinin kahramanları ve konusudur. Yaşarken birçok dostuna şiir yazar, öldüklerinde onları mutlaka şiirle uğurlar.

Eşber abi (Yağmurdereli) mesela, Can Yücel’in birkaç şiirinin kahramanıdır:

“Eşber kör ama

Renk körü değil

Kızılı hepimizden iyi biliyor,

Eşber kör ama

Ölmeden badem gözlü olanlardan,

Teke-Tek'de konuşup

Bir tek attıktan sonra televizyonda

Cigarasını tüttürerek

7 karakolun ipini çekerek

Çankırı hapsini boylayan

Bir kahraman ...”

Can Yücel Fatsa’da düzenlenen Halk Şenliğine katılır ve devrimci belediye başkanı Fikri Sönmez için şu dizeleri kaleme alır:

“Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya

O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla.

Noktalar, noktalı virgüller, askerî operasyonlar…

Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından

Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını…”

Şarkılara söz olmuş şiirlerinin her biri müziğimizin eşsiz eserleri haline gelmiştir. “Sevgi duvarı”, “Yeşilmişik”, “İşçi marşı”, “Sardunyaya ağıt”, “Dargın mıyız?”, “Aşk olsun”, “Başka Türlü Bir Şey” gibi şarkıların her biri hayatımız boyunca bizlere eşlik eden şarkılardır.

SANKİ ŞİMDİ YAZILMIŞ GİBİ

Can Yücel şiirlerinden bestelenen şarkılar hiç eskimiyor, kuşaklardan kuşaklara, dilden dile aktarılıyor. Güncel gelişmeleri takip etmiş olsa da şiirleri zamanı aşarak her döneme hitap ediyor, çoğunlukla bu toprakları anlatmış olsa da evrensel olmayı başarıyor.

İşçilerin direnişinde, barış için mücadele ederken, öğrencilerin mücadelelerinde onun şiiri hala yaşıyor. Yolsuzluğa, hırsızlığa, memleketi soyanlara dair yıllar öncesinden yazılmış bir şiirini okursunuz ki sanki bugün yazılmış.

Onun şiirinde öfke, mizah, argo vardır ama umutsuzluğun zerresine rastlamazsınız. “Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak/ Sen de o dünyadansın sınıfını bil safa gel…” çağrısında umudunun maddi temelini de bulursunuz. Can Yücel işçi sınıfının şairidir.

O zaman bu yazıyı herkese keyifli Can Yücel okumalar dileğiyle ve ustanın adeta Akbelen Ormanları için yazılmış bir şiiriyle bitirelim…

“Bu memleket nerede ağaçlarımız diye bağırıyor

Nerede bizim ağaçlarımız?

Nerede ardıçlar nerede çamlar?

Nerede söğütler nerede çınarlar?

Bu memleket nerede ağaçlarımız diye bağırıyor?

Nerede zeytinler nerede bademler

Hepsi nerede?

Soruyorum ben de bu memleketin

Geleceğinden bahseden puştlar nerede?

Bunlar öğrenmişler çocuk şarkısını

Baltalar elimizde, biz gideriz ormana”



[i] https://www.evrensel.net/haber/359106/sahte-can-yucel-siirlerinin-sayisi-50ye-ulasti
[ii] https://www.tustav.org/gorsel-isitsel/can-yucelin-konusmasi-1965/

Etiketler
Can Yücel