Can Atalay’ın özgürlüğü herkes için adalet talebinin esaslı bir adımı olabilir

Bu ülkede yaşayan her yurttaşın ekmek kadar, su kadar adalete ihtiyacı var. Bugünkü adaletsizliğin kaynağı olanlar ve bu adaletsizliğe alet olanlar dahil.

Can Atalay 28 Mayıs seçimlerinde TİP’in Hatay milletvekili olarak seçildi. O günden bugüne başta seçildiği şehirde yaşayanlar olmak üzere hemen herkes serbest bırakılmasını ve bir an önce göreve başlamasını talep ediyor. Bu, Hatay açısından çok acil bir talep. Depremin yıktığı şehir çözülmeyen, çözüleceğine dair umudun günden güne azaldığı sorunlarıyla hayatta kalma mücadelesi veriyor. Yaşadığı yıkımın, kaybettiklerinin telafisi yok ama hayatın sürebilmesi için çok ciddi bir mücadeleye ihtiyaç var. Can’ın pek çok mücadelenin içinden geliyor olması, fiili olarak da, hukukçu kimliğiyle de bu mücadelelerde ön safta yer alması Hatay’da on binlerce insanın gönül rahatlığıyla ona oy vermesini sağladı.

Bununla birlikte tıpkı Gezi Davası’nın diğer tutukluları gibi o da kimse tarafından suçlu olarak falan görülmüyor. Gezi Davası’nın mahkûmiyet kararının hukukla, adaletle ilgisinin olmadığını kararı verenler de, verdirtenler de gayet iyi biliyor. Bu yüzden haksız yere hapishanede tutulan insanlar bilaistisna özgürlüklerine kavuşmalıdır.

Can Atalay’ın maruz kaldığı muamele tıpkı karanlık gibi hukuksuzluğun da dibinin olmadığını gösteriyor. Aylardır savsaklanan kararı görüşmek üzere 12 Ekim’de toplanan mahkeme, “bir üyenin dosyaya hazırlanamaması” gerekçesiyle görüşmeyi 25 Ekim’e erteledi. Hâlbuki ne çok seviyorlar “geç gelen adalet değildir” diye konuşmayı. Erdoğan, eski adalet bakanları defalarca bu veciz sözü söyledi. Gecikmiş de olsa 25 Ekim’de verilecek karar önemliydi.

AYM Atalay’ın “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma”, “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Mahkeme aynı zamanda 50 bin lira manevi tazminat ödenmesine, ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına, hükmün infazının durdurularak Atalay’ın tahliye edilmesine karar verdi. Karara kadar hukukun işaret ettiğini mümkün kılmak için kılı kırk yarmak gerekiyordu. TİP Genel Başkanı Erkan Baş bu yüzden Hatay’dan başlattığı, günlerce süren uzun yürüyüşle Ankara’ya gelmişti. Hukukçulardan yurttaşlara, Hatay halkına kadar geniş bir kesim bu haklı mücadelede ısrarcıydı.

AYM kararı sonrası 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise hukuksuzluğun devam etmesi yönünde hareket etti. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne iletilmek üzere Yargıtay başsavcılığına yazı yazarak ihlalin daire kararından kaynaklandığını, gereğini aynı dairenin yapması gerektiğini belirtti. Velhasıl Can Atalay’ın serbest bırakılmasını uzatmak için atılmayan takla kalmadı. Anlaşılan Yargıtay’ın ihlal kararını görüşmesi de uzatılmak istenecek. Tarih belli olduğunda da hastalanan, izin alan, tatile çıkan, hazırlanamayan üyelerin çıkması kimseyi şaşırtmaz. Ya da dosya tekrar yerel mahkemeye mi gönderilir? Göreceğiz.

Bu garabetin muhatabı, hukukçu Can Atalay haklı olarak şunları diyor: “25 Ekim günlü Anayasa Mahkemesi kararının yerine getirilmediği her bir dakikanın bu ülkede yaşayan herkesin hak ve özgürlüğünü korumakla yükümlü devletin niteliklerine zarar verdiği açıktır. Ancak ‘ikili devlet’ anlayışını kabul etmiyoruz. Buna alışmayacağız. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine neredeyse bir kılavuz açıklığında yazılan Anayasa Mahkemesi kararını, başka bir merciye ‘gereği için’ göndermesinin açık hukuka aykırılığının HSK tarafından soruşturulmasını talep ediyorum. Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasına ilişkin bir ‘irade‘ var ise bu iradenin 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkanına ait olamayacağı açık olduğundan hukuka bağlı olmayan Devlet hayalinin sahipleri kimlerdir?”

BAŞIMIZDA SALLANAN YARGI SOPASI

Mesele elbette Can Atalay’ın ya da Gezi davası sonucu haksız yere tutsak edilen insanların yaşadığı haksızlık, hukuksuzlukla sınırlı değil. Ülkemizin tarihi boyunca adalet tam anlamıyla hiç tesis edilemedi. Rejimin ihtiyaçları hukukun hep önünde oldu. Fakat 12 Eylül Mahkemelerinde bile çoğu zaman “ispat” edilemeyen soyut iddialar somut deliller bulunamadıkça ağır ceza gerekçesi olamamış. 100 yıllık cumhuriyet tarihinde son 15 yıldaki kadar “adalet” kavramın ayaklar altına alınmadı. 2010 Referandumundan beri dizginsiz biçimde süren iktidarın yargıyı sopa olarak kullanma hali devam ediyor. Cemaat kanlı darbe girişiminin sonrasında tasfiye edildi ama yargı sistemimize getirdiği yeni hukuksuzluk modeli sürdürülüyor.

Yüksek yargı organlarının iktidar tarafından belirlendiği, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırıldığı, yargının iktidarı denetleme işlevinin yok edildiği, iktidarın istemediği kararları veren yargı mensuplarının sürgün edildiği, iktidar partisinin bir dönem il, ilçe yönetimlerinde bulunmuş şahısların hızlıca yargı mensubu yapıldığı bir ülkede adaletten söz etmek artık mümkün değil.

Ülkemizde hak edenin hak ettiği cezayı aldığı, vatandaşın (devlet bile olsa) güçlü karşısında korunduğu bir adalet sistemi olsa şunları duymazdık: “Yayın yasağı”, “iyi hal indirimi”, “gizli tanık”, “iltisaklı olmak”, “tivit attığı için gözaltına alındı”, “tutuklu gazeteci”, “tutuklu milletvekili”, “kararnameyle görevden alındı”… O zaman yıllarca süren tutukluluk halleri olmazdı. Gezi Davası’na verilen beraat kararının üstü çizilip buram buram intikam kokan cezalar verilmezdi.

Bunları yalnızca bizim gibi sıradan vatandaşlar, hukukçular söylemiyor. Çürümeyi bizzat yargı mekanizmasının içinde yer alan savcılar ifşa ediyor, bir başsavcı kendi adliyesini HSK’ya şikâyet ediyor. Daha ne olsun!

ADALET YEDİĞİMİZ EKMEK İÇTİĞİMİZ SU KADAR ÖNEMLİ

Konunun başına dönersek Can Atalay’ın derhal serbest bırakılması, hukuka, anayasaya, kanunlara, kurallara ve hatta teamüllere bile aykırı kararlardan vazgeçilmesi gerekiyor.

Bununla birlikte uzun yıllardır bu adaletsizliğe mahkum edilmek istenenlerin esaslı bir adalet mücadelesi yürütmeye girişmesi acil öneme sahip. Can Atalay’a ilişkin ifrata varan kararların karşısında yürütülecek mücadele önemli bir basamak olabilir.

Emeğinin hakkını alamayan, işten atılan, iş cinayetleriyle hayatları çalınan işçiler; borcunu ödeyemediği için hacze düşen çiftçiler; şiddet, cinayet, cinsel saldırılar karşısında kadınlar; geleceksiz bırakılan gençler; kötülüklere, türlü türlü saldırıya maruz kalan çocuklar; haksız yere cezaevlerinde tutulan seçilmiş siyasetçiler, gazeteciler, sosyalistler; depremde hayatları yıkılan on binler ADALET istiyor.

Adalet mekanizması iktidarın sopası olmaktan çıkartılmalıdır ve denetlenebildiği demokratik bir işleyişe ihtiyaç vardır. İnsanlığın yüzlerce yıldır biriktirdiği evrensel hukuk ilkelerinden her geçen gün biraz daha uzaklaşmamız son bulmalıdır.

Bu ülkede yaşayan her yurttaşın ekmek kadar, su kadar adalete ihtiyacı var. Bugünkü adaletsizliğin kaynağı olanlar ve bu adaletsizliğe alet olanlar dahil.