Soğan ve TOGG

Sessiz ve renksiz kitlelerin duruşuna, dar alanda kısa paslaşmaların yarattığı havaya, yapılan hesapların gerisinde yatanlara, pek de sevimli olmayan dile bakınca! Tüm bunlara zamanın ruhu mu, zalimliği mi, yaşam koşulları mı, kader mi denir?

Son günlerde bazı konular belleğimde dönüp duruyor. İyisi mi yazıp, paylaşmalıyım deyip bilgisayarın başına oturdum.

Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana! Olsun bizim TOGG’umuz var. Dünya yapay zekâyı konuşuyor! Olsun bizde bilişimci ihraç ediyoruz…

Yurttaş “kırmızı ete hasret kaldık, onu sadece kasap vitrininde görüyoruz!” diye yakınıyor. Devlet erkânı “olsun kırmızı TOGG’a binersin!” diyor…

Dar gelirli; “çarşı pazar yangın yeri, evimize sebze- meyve alamıyoruz, açız!” diyor. Seçilmelere doyamayan, koltuğundan kopamayanlar; “Doğalgaz bulduk, Cudi- Gabar’da petrol rezervine ulaştık, uçak gemisi yaptık, teknofest düzenledik” daha ne istiyorsunuz?” diye yanıt veriyor…

Ortalarda hile hurda, cebir şiddet, gözdağı tehdit kol gezip, kol kesiyor. Ekonomik ve siyasal krizin neden olduğu lüks, şatafat, israf, haram sınır tanımıyor. Olsun ülke ustalık döneminin destanını yazıyor…

Eloğlu toplumsal cinsiyet eşitliği için yeni kapılar aralarken. Bizi yönetenler kadını yok sayanlarla kol kola girerek, eşitlik kazanımlarını çiğneyerek kendi başına hiç dışarı çıkmamış, hayatın içine karışmamış kadınları daha çok mağdur kılmanın yollarını açıyor…

Kaşınan sinir uçları…

Siyasiler; Toplumun sinir uçlarını kaşıyarak, bilinçli hesaplı kitaplı adımlar atarak, kendilerine ters düşenleri yasaklayarak zekâmızı hor görmenin yollarını döşüyor…

Toplum derin ölçekli dip dalgalarının sonu nereye varacak diye beklerken! İnanmakla, güvenmek arasında gidip gelirken! Seçimlerle vaatler arasında sıkışıp kalırken! El birliği, iş birliği, akıl birliği yapanları görüp; kendi kendine kime nasıl güveneyim diye sorup duruyor…

Tam da burada fikri olmayan, bilgisi az olan, kanaati hiç olmayan ama duyumları güçlü olanlara hatırlatmak gerekir. İşçi, emekli, dar gelirli, işsiz sorularında ve yakınmalarında haklı değil midir? Durmadan övünülen TOGG, doğalgaz, benzin rezervleri ve uçak gemisi karın doyurur mu?

Sil baştan yapılan eğitimde; eleştirel düşünce, akılcı davranma, sorgulama rafa kaldırılırken! Gençlerin eğitimleri, hayalleri, hikâyeleri yarım kalırken! Çağdaş ve etkin eğitimden giderek uzaklaşma, öğrencileri tehlikeye atıp, velileri tedirgin ederken! Fırsat eşitliği mumla aranırken, eğitimin geldiği nokta ortada iken Ülkeyi terk etmenin yolları aranmaz mı?

İhtiyaçların karşılanması ertelenirken, geçim sıkıntısı, işsizlik, deprem bölgelerinde hala yaşanan sorunlar, atılamayan adımlar var ve çokken! Konut ihaleleri her daim tanıdıklara ve yandaşlara peşkeş çekilirken! Bol kepçeden atılan ekonomik vaatlere baka kalan aklıselim yola nasıl devam edileceğini sorgulamaz mı?

Hal böyle iken! Sözlerin tutulmadığı, yaraların sarılmadığı çarelerin bulunmadığı, “bayram benim neyime!” diyen depremzedelerin bitmeyen sorunları, kan ve çadırdan yoksun Kızılay’ın başındaki zatın görevden ayrılmaması umutları azaltmaz mı?

Depremzedelerden Fidan kitabevi sahibi A. Polat; “Malatya’da artık kitabevi yok. Çünkü Malatya yok!” derken acıyla yere bakıyor.

Kahramanmaraş depreminde ablasının, eniştesinin, 2 yeğeninin dirisini de, ölüsünü de bulamayan Pınar Doğan Kılıç; “Ziyaret edebileceğim bir mezarları bile yok. Bari bir mezarları olsun istiyoruz!” derken gözyaşları sel oluyor.

Antakyalı depremzede; “Antakya’da yaşam yok. Çünkü Antakya yok!” derken enkaz altında kalan yakınlarını arıyor.

Market fiyatları kuyumcu vitrinleriyle yarışırken, patates ve soğan zam şampiyonu olurken, fiyatlara bakarak iç çekenlerin, bakıp geçenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor…

Seçimler için; “Bu seçim işgalcilerle, İstiklal Harbi verenlerin arasında yapılan seçimdir!” diyenleri, seçimleri siyasi ve fiili darbe girişimi, şampanya- seccade ikilemi, ihanet, şükür namazı gibi toplumu ayrıştıran kalıplarla niteleyenleri görünce!

Sessiz ve renksiz kitlelerin duruşuna, dar alanda kısa paslaşmaların yarattığı havaya, yapılan hesapların gerisinde yatanlara, pek de sevimli olmayan dile bakınca! Tüm bunlara zamanın ruhu mu, zalimliği mi, yaşam koşulları mı, kader mi denir? Hem bilemedim, hem işin içinden çıkamadım, hem de kararsız kaldım…

İyisi mi Cumhuriyet mayasına karılan sözlerle yazıya nokta koyalım…

Her sözünü her zaman, her yerde, her durumda gururla hatırlayıp savunacağım Büyük Atatürk; Milletin hamuruna ve cumhuriyet mayasına karılan sözlerini şöyle özetler; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” “Bağımsızlık benim karakterimdir.” “Ya istiklal, ya ölüm!” “Yurtta sulh, cihanda sulh!” Bu sözlerin derinliğine, güncelliğine, evrenselliğine bakar mısınız?”

Soru notu: Bu sözlere sessiz ve duyarsız kalabilir miyiz? Kalamayız. Kalmamalıyız. Sizce Büyük Atatürk’ün sözlerini her yerde ve her zaman yerine getirmek mümkün mü? Bizce mümkün…

Etiketler
Togg Soğan