Toplumu bilinçlendirme mi? Biçimlendirme mi?

Resmi kurumların duvarlarına asılan Abdülhamit fotoğrafları, belediye başkanlarının masalarına ve evraklarına işlenen sırmalı- tuğralı logolar, yazlık- kışlık saraylar, köşk merakı, mülkiyet haklarına, miras hukukuna, anayasaya aykırı olsa da vasiyeti hiçe saymalar ve doludizgin amaca hizmet yolunda atılan adımlar...

Bütün bu çaba, hedef ve uygulamalar, yönetimin dünya görüşü, ülkeyi sürüklemek istediği yer, oluşturmaya çalıştığı toplumsal yapı, Osmanlıyı esas alan ecdat merakı! Toplumu bilinçlendirme midir? Biçimlendirme midir? Bu sorunun cevabı açıktır…

Bu abartılı debdebe ve şaşaa merakı; İşsizlik, yoksulluk, çaresizlik, borçluluk, kendini yakmaların tavan yaptığı bir ülkede olacak iş midir? Yine aylık geliri 673 liranın altında 8 milyon kişinin yaşadığı ülkede yapılacak şey midir?

Yetkililerin açıklamalarına göre; Şu anda icra dairelerinde bekleyen 28 milyon icra dosyası varken, ülkemizin tüm cezaevlerinde 290 bin tutuklu ve hükümlü kalıyorken, 25 ilimizin nüfusu bu rakamdan azken, yatırım ve istihdam sözcükleri unutulmuşken ülkemizin öncelikleri bunlar mı olmalıdır?

MEB’de inanılmaz, akıl almaz adımlarla eğitim ve ahlak kongreleri düzenlenirken! Ahlakı sorgulamak, müfredatta dinsel içerikli değişikliğe gitmek, vizyon seminerleri adı altında MEB’ı yeniden şekillendirmek tam hızla ilerlerken! Küçük dilimizi yutmak üzereyken, bu soruların cevabını asla öğrenemeyeceğimizi bilirken! Olup bitenler akla şu soruları getirmez mi? Zekâ ve çalışkanlık gözden çıkarıldı da bizim mi haberimiz olmadı? Gelişmiş batı, okumayanların yakasına yapışırken, biz neden okuryazarların yakasına yapışıyoruz?

Yanıt alamayacağımızı bile bile sorularla devam edersek!

Yöneticilerin bir görevi de hayatı kolaylaştırmak, kültürel alt yapı sağlamak, umut vermek, güven ortamı yaratmakken neden ayrıştırma yolu seçilir? Kadim Anadolu toprağına hâkim olan, toplumsal, tarihsel, kültürel, sanatsal değerler neden göz ardı edilir? Bunu anlamak zor…

2019 yılında 328 kadının, 15 çocuğun öldürüldüğü, 134 kadının ölümünün basına şüpheli olarak yansıdığı, 32 milyon kişinin borçlu olduğu ülkemizde;

Sanayici; “İş gücümüz giderse Türk sanayisi biter” diyor.

Esnaf; “Yatırım olmayınca istihdam olmaz, tarım sektörü bunalımda, işletmeler küçülüyor, işten çıkarılmalar artıyor, kapılara kilit vuruluyor, iş sahaları azalıyor. Suriye ateşi sönmediği için, önümüzü göremiyoruz” diye yakınıyor.

Gençler; “2 ay sonramı bile göremiyorum. Geleceğim geceden karanlık! Çıkış yolları arayıp bulamadığım için ülkemden gitmenin yollarını arıyorum!” şeklinde açıklama yapıyor.

Yıllık bütçesi 11 milyar lira olan DİB; Halkımıza verdiği alışveriş derslerinde; “Tüm pazarları gezip fiyatları öğrenin. Ucuzu almak için akşam saatlerini bekleyin. Aynı pazarcıdan alışveriş yapın!” buyuruyor! Ülkemizde on binlerce kişi pazar atıklarıyla geçinip, çöplerden topladıklarıyla yaşam savaşı veriyorken iyi tavsiye doğrusu…

Tüm bu iç karartıcı tablodan sonra iç açan, umut veren müjdeyi yine CB vererek; “Dünyanın en iyi araştırmacıları çalışmak için Türkiye’yi seçiyorlar. Ekonomiye güven artıyor. Üretim cephesinden rekorlar gelmeye başladı. Dünyanın en iyi üniversitelerinden, en iyi araştırma merkezlerinden üst düzey araştırmacılar çalışmalarını yürütmek için Türkiye’yi seçiyorlar!” diyor.

Hal böyle iken son söze gelirsek: Araç, yöntem, gerekçe, açıklama, ne olursa olsun, her alanda yaşanan şiddet doludizginken! Cumhuriyetin kuruluş felsefesi değiştirilirken, huzur, adalet, tasarruf, fırsat eşitliği tedavülden kalkmışken! Gel de “masal kendi yalanına inanma sanatıdır” sözünü hatırlama, hatırlatma…