Bazen söz biter, yazı donar ya!

Bu bir açık mektuptur! Ama adresi de bellidir, muhatabı da… Bağımsız ve tarafsız olmayan yargıya, şiddetin her türünü onaylayan, meşrulaştıran yok sayan...

Bu bir açık mektuptur! Ama adresi de bellidir, muhatabı da…

Bağımsız ve tarafsız olmayan yargıya, şiddetin her türünü onaylayan, meşrulaştıran yok sayan zihniyete, kadın cinayetlerini haberleştirirken; “cinnet, kıskançlık, öfke, namus, iflas, psikolojik sorun” gibi cinayeti haklı gösterecek ve meşrulaştıracak bir dil kullanan şanlı medyamızın haberlerine, kadına yönelik vahşi saldırılarda iyi hal indirimi uygulayan mahkemelere bakınca başlık doğru mu? Evet…

“İş arayanlar arttığı için işsizlik arttı” diyen saraya, “Kadınlar çalıştığı için erkekler iş bulamıyor”, “Kadın börek açmasını bilmezse o yuva yıkılır” diye açıklama yapan bakanlara bakınca sözün bittiği değil, donduğu yer bu mu? Hem de nasıl…

305 günde 302 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü vahşi düzene, 73 bin çocuğun anneleriyle birlikte sığınma evlerine yerleştirildiği günümüze, bu koşullarda sevgileri, sevinçleri, özlemleri, hayalleri biten ve kahırlarla dolu yaşamlarına çocuklarını da katarak sürdürmeye çalışan annelere bakınca söz donar mı? Donar…

Gençliklerini yaşamadan, özlemleri, pişmanlıkları, keşkeleri arasında tepeden tırnağa duygu ve duyarlılık kesilmiş yaşlılığa hazırlanan hüzün dolu bakışlara, bu gerçek ve acı görüntüler bizi ne zaman terk edecek sorusunun havada kaldığı ülkeye, borç batağındaki öğretmenlerin “mesleğe olan güvenimiz azaldı!” şeklindeki sözlerine bakınca sözcükler boğaza dizilirken yazı donar mı? Buz keser…

Yüzde 49’u ateşli silahlarla, onu bulamayınca; bıçakla, boğarak, döverek, yakarak, asitli su dökerek kadınların hayatını bitiren hesaplı kitaplı cinayetlere, yattığı yerden firar edip Ordu’da üniversite öğrencisi Ceren’i Özdemir’i, Eskişehir’de üniversite hocası Ceren Damar’ı “bana takmıştı” diyerek öldürenleri görünce; adli, idari tedbirler yerine zihniyet değişikliği şart denmez mi? Geç bile kalındı denir…

Ara tatilde kültürel etkinlikler, kütüphane- müze gezileri yerine umre gezileri, cami ziyaretleri düzenleyen MEB’e, apartmandan bozma üniversitelere, duvarda asılı diplomalarına bakarak düşler ve hayal kırıklıkları arasında evinde oturan gençlere bakınca! Onlara çözüm ve umut yerine tekrarladıkları klişe kalıp sözlerle didaktik ders vermelerle günü dolduran yetkilileri görünce sözün başlayacağı yer bu olmaz mı? Hem de nasıl…

İktidarda kalabilmenin her yolunu deneyen, bir zamanlar rakip olarak gördüklerini kilit mevkilere getirerek susturan (!) omurgası sağlam yönetim anlayışına, geçmişte beraber yürüdükleri yol ve dava arkadaşlarının ayrı parti kurdukları sarsılmaz vefa karşısında (!) hem söz hem, hem yazı donmaz mı? Eski defterler açılarak dondu bile...

Asgari ücretlinin çocuk başına eğitim için ancak 5 TL ayırabildiği, bir buzdolabı almak için 83 ay çalışması gereken hakça düzende; Plastik dinozorlara 750 milyon dolar harcayan, bununla yetinmeyip, 15 uçak 1 helikopter alarak filo kuran belediye başkanlarına bakınca sade söz değil, bütçe de donup kalmaz mı? Bizim ülkede yapanın yanına kâr kalıyor…

Sıralanan ve sıralanamayan bu sorunların hangisini ilk sıraya koymalı derseniz? Hiç biri ikinci sıralık değildir deriz! Aslında istenirse çaresiz bırakan bu sorunların çözümü bellidir ve çaresi kesindir diye düşünürseniz! Hangisi daha önemsiz ki deriz?

Sonra da bizim ki de soru mu, bunların tümü bize çok şey söylüyor, bunların hiçbiri bu yazının konusu dışında kalmayacak kadar önemli, telaşa mahal var deyip;

İçimizi soğutmak için; “Söylesem tesiri yok/ sussam gönül razı değil!” diyen Fuzuli’ye sığınırız…