Basın Bayramı gelirken gazetecileri anlatan filmler: "Düğüm çözülür hemen elini değdirince"

Basın Bayramı gelirken, Türkiye artık “Özgür Olmayan Ülkeler” statüsünde yer alıyorken, memleketin belki de en zor ve en önemli mesleği olan gazetecilik üzerine yapılmış birkaç filmden söz etmek isterim.

Kanun-i Esasi, hürriyet, vatan, Bosna, Makedonya, Girit, Kıbrıs, büyük burun, cumhuriyet, mebuslar, Mithat Paşa, Namık Kemal, inkılâp, tahtakurusu, hasta, kardeş, grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamo, dinamit, hal.

1. 1887 yılında bir gazetecisiniz. Yukarıdaki kelimeleri kullanmadan yaşadığınız dönemi anlatmaya çalışın.

AYIP BAKANI

Latince censor kelimesi, Eski Roma’da sayım ve ahlak işlerinden sorumlu görevli anlamını taşımakta. Türkiye’de özellikle İstibdat döneminde dizgi hatası, yasaklı kelimeler gibi kısıtlamalar ile artan sansür uygulamaları, 2. Meşrutiyet’in ilanıyla aynı gün son buluyor. Gazetecilerin dayanışma içerisinde hareket ederek, sansür memurlarını gazetelere sokmadığı 24 Temmuz gecesi, Cumhuriyet’in ilanından sonra “Basın Bayramı” olarak kutlanıyor.

Babı-ı Ali’de esen rüzgarlar darbeler, yasalar, yasaklarla azalıp artarken, halk, lambadaki cin gibi. Biri değse dökülüverecek içinden, ama niyeyse çıkmıyor. Sonra uyanığın biri gelip lambayı ovuşturuyor. Ne dilek hakkı, ne özgürlük… İki çift laf edemeden her ikisi de birbirinden uzaklaştırılıyor.

Bugün hala üzerinde konuştuğumuz “Basın Özgürlüğü”nün perde arkasında dava dosyaları, tehditler, yasaklar var. Bir de lambanın içinde kalmaya devam eden bizler varız.

Türkiye artık “Özgür Olmayan Ülkeler” statüsünde yer alıyorken, memleketin belki de en zor ve en önemli mesleği olan gazetecilik üzerine yapılmış birkaç filmden söz etmek isterim.

MAĞLUP EDİLEMEYENLER / SKANDAL

Gazeteciliği merkeze alan ya da yan karakter üzerinden işleyen dizi, film gibi yaratıcı çalışmalarda kahramanlığa sıkça yer verildiğini görüyoruz Dedektif gibi iz süren, halkın sözcüsü bir yanda, ilkeleri olmayan, pragmatist kişiler diğer yanda bulunuyor. Tecavüze uğrayan Aysel’ in mağduriyetinin peşine düşen gazeteci Murat (Cüneyt Arkın) örneğinde olduğu gibi. Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, kadrosunda Müjde Ar ve Şevket Altuğ’un yer aldığı Mağlup Edilemeyenler (1976), konusu itibariyle günümüzle birçok ortaklık barındırsa da gazetecilik mesleğinden ziyade döneminde bu konuda çekilmiş birçok film gibi o da polisiye aksiyonlara ağırlık veriyor.

Bir dönem Yeşilçam sinemasında benzer temalı filmlerde olduğu gibi, bu filmde de gazeteci karakteri, basının kamusal sorumluluğuna dikkat çeken, idealist, gözü kara biri olarak karşımıza çıkıyor. Türk sinemasında toplumsal gerçekçi filmleri hariç tutarsak, tektipleşen gazeteci karakterlerin, yer yer izleyiciyi de meselenin özünden uzaklaştırmakta olduğunu söyleyebiliriz. Aksiyon ağırlıklı kurulan hikayeler, genellikle macera ve aşk üzerine yoğunlaşırken, karaktere ek bir takım özellikler daha getiriyor. Kaleminden çok yumruğu konuşan, çapkın, kılık değiştiren, silah kullanabilen gazeteci figürü, duygusal derinliğine yer verilmeyen ve gerçeğin biraz ötesinde karakterler olarak perdeye yansıyor.

1987 yılında Tarık Akan’ın oynadığı ve yönetmenliğini Kaya Ererez’in yaptığı Skandal filminde ise mesleğine idealist yaklaşan bir gazetecinin sansür karşısında yaşadığı çaresizliği görüyoruz. Yaptığı haber nedeniyle yazı işleri müdürü ile birlikte hapse atılmış olan Çetin, hapisten çıkınca gazeteye uğrar ve her şeyin değiştiğini görür. Yeni müdür, kendi başının da belaya girmesinden korkarak, Çetin’in gideceği yolları dolambaçlı hale getirir. Tehlikeli bulunarak, spor ve magazin alanına çekilmeye çalışılması, karaktere içsel bir çatışma yaşatır. Çetin kendisine dayatılan bu durumu ilk önce reddetse de sonrasında kabul etmiş gibi görünerek, arka planda bulduğu haberin peşinde koşmaya devam eder. Bu yönüyle Çetin, hakikat araştırmacısı ve idealist bir gazeteci olarak Türk sinemasındaki en başarılı örneklerden biri sayılabilir.

Daha yakın zamanlı filmlere baktığımızda bulunduğumuz coğrafyadan biraz uzakta, etkileyici kadrosuyla The Post karşımıza çıkmakta. Gerçek bir hikayeye dayanan film, gazetedeki hiyerarşinin ilginç bir örneğini sunarak, konuyla ilgili zihnimizde yer eden kalıpları kırıyor.

THE POST (2017)

Pentagon Belgeleri skandalını konu edinen The Post, gazetecilerin özgür basın için verdikleri mücadeleyi, meslek etiğini ve hükümet müdahalesini ele alıyor.

Yönetmen koltuğunda Steven Spielberg’in yer aldığı filmde Ben Bradlee (Tom Hanks) idealist bir gazeteci olarak belgelerin peşine düşüyor. The New York Times ‘ın yayınladığı belgelerin gazete çalışanlarına açılan dava ile gergin bir hava oluşturmasına karşılık, aldıkları tehditlere boyun eğmeden aralıksız bir çalışma yürüten Ben, The Washington Post’ taki patronu Katherine Graham (Meryl Streep) ile dengeli bir ortalık yürütüyor. Katherine’in, erkek egemen iş dünyasında kaliteli haberciliğin ve başarının peşinde koşarken, son ana kadar risk almaktan çekinen tavrı gerçekleri öğrenmesiyle netlik kazanıyor. Toplantı salonunda, iş görüşmelerinde tek kadın olarak kendisini saf dışı bırakmaya çalışan erkeklere karşı, güçlü bir mücadele sergileyerek özgür basının yanında saf tutuyor.

The Post, belgelerin araştırılması sırasında Ben ve Katherine’in iç dünyalarını, korku ve hassasiyetlerini daha yakından görerek, onları en gerçek halleriyle tanımamızı sağlarken, kahramanlaştırmak yerine hayran olunacak insani nitelikler kazandırıyor. Fakat basın mensuplarının yaşamış olduğu zorluklar farklı coğrafyalarda tıpkı kullandıkları dil gibi farklı yankılanıyor.

Türkiye’de İstibdat döneminden bu yana sansürün zorlaştırıcı yanı, basın mensuplarının hayatlarını ciddi ölçüde etkilerken, mesleğini icra edenlere sunulan imtiyazlar açısından da adaletsiz bir işleyiş söz konusu. 1887, Hürriyet, cumhuriyet, sosyalizm demeden memleket tabusundan geçmek için yeni kelimeler bulanlar, günümüzde aynı kelimelerle kafa tutmakta, bizi lambadan çıkarmaya çalışmaktalar.

Etiketler
Gazeteci Gazeteciler gözaltı Mahkeme Film