Olası mega deprem yönetimi üzerine bir “uyarı çığlığı”

Evet ülkemiz bu ağır faturayı yurt sathında bir şekilde omuz omuza ödeyecek olsa da zaman yine akıp gidecek ve umarız bu yıkılmış, tahrip olmuş başta nüfus mühendisliği oyunları oynanabilecek Atatürk’ün emaneti Hatay olmak üzere “göz bebeği on şehrimiz” yine “küllerinden yepyeni doğacaktır

Üzerinden bir ay geçiverdi işte. Evet, 6 Şubat günü sabahı bir anda çok büyük bir acı yaşadık, olan oldu ve bitmeyen artçılarıyla iki şiddetli “Mega Deprem” on ilimizde birçok yaşamı ya yok etti ya da bundan böyle tamamen değiştirdi …

Dile kolay; 50 bine yakın can kaybı, 100 binden fazla yaralı, çoğu yerle bir olan ya da oturulamaz raporlu 170 binden fazla bina enkazı, bölgede çok yönlü bozulan toplum düzeni, trajedilerle alt üst olan çadırlı yaşamlar, beklenmedik iç göçler… Savaştan da beter bu felaket tablosunun gerçek boyutu giderek ortaya çıktıkça korkarız ki bu rakamlar daha da artacak.

Her şeyden önce oralarda yaşamlarını yitirenlere ve de çilekeş halkımıza, ülkemize Allah’tan rahmet ve sabır diliyoruz. Ama iyi biliyoruz ki geriye kalanların işleri artık bizce çok daha zor. Dolayısıyla oradakilere yardımı, ilgiyi sürekli her düzeyde canlı tutmak gerekiyor…

Aslında biz tam iki buçuk yıl önce, saha deneyimli bir “Ulusal Güvenlik uzmanı” olarak “olası mega deprem yönetimi” temalı üç bölümlük bir yazı dizisi ile, yine bu köşeden çığlıklarımızı okura ulaştırmıştık. Bu yazıları kim okudu kim okumadı, kuşkusuz bilemeyiz. ( Tıklayınız. 20 Ağustos 2020, Gerçek Gündem, Cumhuriyet ordusu, deprem ve 'Godot'yu beklerken (1) )

Biz hep dedik ki “mega afetlerle mücadele mevcut AFAD ile olmaz-olamaz!”. Bu konuda yani AFAD ile ilgili olarak uzman sorumluluğuyla arşivimizde o kadar çok satır kaleme almışız ki…

Hemen söyleyelim, bize göre “AFAD karşıtı olmak” da pek akılcı değildir. Ama bu kuruma mega afetlerde kapasitesini aşan çok büyük sorumlulukları da katiyen vermemek gerekir, gerekirdi.

Bugünkü yazımızda aslında çok önemli olan; uzmanlar arasında uzlaşılamayan Marmara vs. faylarının halihazır gerçek durumları ve bilim adamlarımızın arasındaki üzücü çelişkiler, potansiyel deprem yerleri ve olası şiddetleri, o ilk deprem vurma anı öncesi için acil ikaz ihbar sistemi, şu an orada geriye kalan zordaki insanlarımızın devam eden sorunları, depremzede hakları için hukuk rehberi hazırlanması (Türkiye Barolar Birliği çok yeni hazırlamış), ülke genelinde binaların sağlamlıkları, doğru zemin etütleri, deprem toplanma alanlarının yetersizliği ve zemini kötü olan tüm bölgelerin yıkılarak hızla geniş yeşil alanlar haline getirilmeleri, imar aflarının acilen geriye doğru da kontrolü, sadece okullu çocukların değil tüm vatandaşların sıkı ve sürekli deprem eğitimi, AFAD ve Kızılay’ın kurumsal yetersizliği, İstanbul’un (vb.) aşırı iç-dış göçlerle nüfusunun patlaması, durdurulamayan dikey şehir yapılaşması, iç göçlere de neden olan Marmara kıyılarına yığılan sanayinin durdurulamayan aşırı yoğunluğu, kentsel dönüşümün rantsal dönüşüme dönmesi sorunsalı, çok sayıda ehil olmayan sorumsuz müteahhitler ile resmi kurumlardaki işbirlikçileri, yapı kontrol denetim sistemi eksikleri, depreme yönelik mimarlık-mühendislik gibi teknik standartlardaki sorunlar, pragmatist deprem/ kentsel dönüşüm mevzuat değişiklikleri, deprem vergilerinin kullanılışı sorunsalı, depremlerle mücadelede Şili ve Japonya olumlu örneklerinin bilinmemesi, ülke çapında “Doğal Afet planlaması ve yönetimi” konusu eksiklikleri, doğal afet tatbikat ve eğitim noksanlığı, depremlerle mücadelede yetersiz askerlik süresi, depremle mücadelede “risk yönetiminin” değil de “kriz yönetimi” uygulanmasına odaklanılması sorunsalı vs. gibi artık kamuoyunun da sorguladığı diğer temel konuları yazımıza dahil etmeyeceğiz. Onları işin gerçek uzmanları yapsın. Zaten buraya sığmazlar…

Bugün burada sadece ve sadece; ülkemizde bir mega deprem daha olursa o en kritik saatler olan “ilk 72 saat” içinde, ilk haftalarda acilen “krizin yönetilmesi” aşamasında yapılması gerekenleri “bir hal tarzı” olarak aşağıya sıralayacağız. Okuyacaklarınız kuşkusuz geniş katılımlı diğer gerçek uzmanlarla sorgulanıp daha da geliştirilebilir, saygı duyarız…

BİR MEGA AFETİ KİM, HANGİ KURUM, HANGİ ESASLA YÖNETMELİ

Öncelikle TBMM ve kuşkusuz mevcut siyasi irade eğer olur ise bir mega depremin (Doğal afetin) kimin, hangi devlet kurumu tarafından yönetilmesi gerektiğine, hele yaşanan şu son acı derslerden de yararlanarak “artık hemen, hatta bugünden itibaren” bir karar vermek zorundadır.

Yani; bir “olası mega depremin” yönetimini, koordinasyonunu idaresini mülki idare destekli AFAD mı, yoksa şanlı Ordu mu, yoksa düşünülen bir başka kurum tarafından mı yapılacağı sorusu acilen cevaplandırılmalıdır. Olası çalışmalar bize göre, bu büyük sorumluluğun verileceği kurum tam belirlenmeden, bir adım dahi ileri götürülemez…

İlk iş olarak da afetin büyüklük ve şiddetine göre hükümet tarafından daha o ilk gün, hatta “ilk saatlerden itibaren” felaketin genel durumu tespit edilir edilmez hiç gecikilmeden TBMM olağanüstü Genel Kurul acil toplantıya çağırılır.

Burada ilk öncelikle afet bölgesindeki durum kısaca ortaya konur ve “afet bölgesi sınırları” açıklanır. Depremin verdiği hasar ve ziyanın derecesine göre derhal uygulanmak üzere mülki makamın kontrolünde üç usulden birisi; ya Afet kanunu hükümlerinin uygulanmasına geçilir (7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun vs.), ya afetin büyüklüğüne göre OHAL’e ya da durum çok kötüyse Sıkıyönetim ilanına karar verilir. Başka da bir gerçekçi yöntem yoktur. Gecikilemez…

OHAL ve Sıkıyönetim ilanı, eğer “siyaseten rahatsızlık veriyorsa” (olabilir) ve de bu sorunun bu tür sıkı tedbirler alınmadan da hızla üstesinden gelinebileceğine inanılıyorsa bu taktirde hiç değilse söz konusu afet kanununa/ ilgili mevzuata önceden bazı değişiklikler yapılmak suretiyle, depremi yönetecek kurumun yetkileri daha bugünden başlamak üzere güçlendirilebilir. Ancak “iç siyasi kazançlar” böylesine aşırı yıkım olmuş olağan üstü can kayıplı durumlarda, insanlar perişan halde enkazlarda sokaklarda yardım beklerken ne kadar öne çıkarılmalı, hakikaten çok iyi düşünülmelidir. Olası bir mega depremin yönetimi, hangi kuruma verilecekse yeterince önceden (mesela TSK) “özel protokollerle” de yapılabilir.

Aynı TBMM Genel Kurul toplantısı sırasında eğer o bölgedeki hasar ziyan ve insan zayiatı yurt sathında yaklaşık 12 bin kişilik bir insan gücü olan AFAD’ın afeti tek başına yönetebileceği gibi “küçük bir deprem/ afet” ise, bu görev ve sorumluluk TBMM/ Hükümet tarafından derhal AFAD’a da verilebilir. Ama hasar ziyan küçük değil de büyükse aynı toplantıda, bu görev hiç bekletilmeden tereddütsüz olarak bizce derhal Genelkurmay Başkanlığına verilmelidir.

Genelkurmay Başkanlığı zaten daha depremin vurduğu o ilk andan itibaren, yurt sathındaki hudutlar dahil o muazzam teşkilatı, müesses nizamı, insan gücü ve teknik imkanlarıyla geleneksel emir komuta sistemi içinde afet bölgesindeki kriz merkezlerini zaten “emir beklemeden” ilk saatlerden itibaren kurmuş olur. Ayrıca afet bölgesini takviyeye gelecek olası birliklerine hazırlık ön emri vererek onları erkenden alarma geçirip hazırlık için uyarmış olur. TSK gerçek durumu böylece hızla en ücradan itibaren hükümete raporlamaya başlar (Bu raporların özel hudut ihlal raporlarındaki gibi acil olmasında yarar vardır).

Bir mega depremin yönetimi gibi çok fazla fedakârlık, kollektif emek, saha deneyimi, operasyonel ve kurmaylık becerisi gerektiren ağır idari ve hatta insani yük dikkate alındığında, bu yetki ve sorumluluğun hele başlangıç aşamalarında zaten eninde sonunda zorunlu olarak “şanlı Ordu’ya kalacağı” gerçeği bizce aşikardır. Eğer tüm yasal yetki ve sorumluluk afetten hemen sonra, hiç gecikilmeden sadece belli bir süre için Ordu’ya verilirse, kamu düzeni tekrar çok daha hızlı kurulur. Bu kadar insani, basit ve masum bir konuda bile bu yetki nedense şanlı Ordudan hep kıskanılıyor. Avrupa Birliği cılız orduları uygulamalarına bakan da yok…

“Ordu’dan başka bir alternatif, ülke gerçekleri dikkate alındığında bizce düşünülemez; aksi yönde ısrar ise suni ve siyasi zorlama olur. Bunun da sonucunu sahada perişan halde yardım bekleyen çilekeş insanımız çok ağır öder. Zaten sonradan bu tür büyük hata sonucu özürler, onurlu istifalar vs. olsa bile “Basra harap olduktan sonra” artık bu neye yarar ki?

MEVCUT AFET PLANI MI, OHAL Mİ YOKSA SIKIYÖNETİM Mİ, HANGİSİ UYGULANSIN?

Ama bu tür demokrasiyi bir anlamda sarsabilecek rutin dışı sert tedbirlerin hepsi (7269 sayılı Afetler Kanunu, OHAL, Sıkıyönetim vs.), sadece afet bölgesi sınırları içinde ve de “gereken geçici süreyle” de olabilir. Geleneksel Ordu raporlama sistemiyle hasar durumu tam aydınlatılıncaya kadar ya da siyasi otorite durumu görüp de farklı bir karar verene kadar, mesela asgari olarak hiç değilse sadece “üç-dört haftalık” bir süre için bile bunlardan birisi, belki de aşamalı olarak da ilan edilebilir.

Bu süreler “sistemin çalışmaya başlamasından itibaren afet bölgesi durum değerlendirilmelerine göre” kuşkusuz TBMM/ Hükümetin siyasal tercihi ve kararı ile kolaylıkla uzatılır ya da kısaltılabilir. Ama böylelikle Ordu’nun rakipsiz gücü sayesinde afetin en zor zamanı olan o ilk aşama çok daha az hasarla atlatılır, çok canlar kurtulur…

Genelkurmay Başkanı zaten hızla o ilk haberi aldığı andan itibaren durumu karargahıyla muhakeme eder. Yurt sathında paralel planlamayı başlatır, yurt dışından gelecek arama kurtarma birliklerinin yerlerini önceliklerini planlar ve almış olduğu bu ağır görev-sorumluluğu sıralı zincir içinde olmak kaydıyla ilk saatlerden itibaren mümkün olan en kısa süre içinde duruma göre afet bölgesindeki en müsait “Ordu/ Kolordu ya da Tümen” komutanını “Afet bölgesi TSK koordinatörü” olarak tayin eder. Eğer o birliğin kendi hasarı zayiatı çok büyükse derhal diğer bir ordu/ kolordu/ tümen komutan ve karargahını bölgede görevlendirir. TSK zaten daha deprem anından itibaren aynı anda ülke çapında ihtiyaca göre seferber olur.

Ancak hangi nedenle olursa olsun hele ilk gün ilk saatlerden itibaren Afet bölgesinde “eyleme geçmekte” katiyen gecikilmez. Hiçbir “emir beklemeden” süratle durum yukarıya-yana rapor edilir. Alarmla birlikte afet bölgesinin DAFYAR planına göre durumdan vazife çıkartılıp, o afet bölgesinden sorumlu olan birlikler derhal özel afet birliği kuruluşuna geçer.

Eğer Afet bölgesi içinde konuşlu bulunan birliklerin Garnizon komutanları kendi birliklerinde çok önemli bir hasar zayiat yoksa sıralı zincir içindeki komutanlarına bilgi vermek kaydıyla zaten derhal deprem arama kurtarma faaliyetlerine yardıma odaklanırlar. İlk saatlerden itibaren harekete geçilir. Büyük emeklerle, uzun yıllarda hazırlanan DAFYAR planları eğer şu geçtiğimiz yıllarda bir nedenle imha edilmiş ise acilen yeniden hazırlanmalıdır, eskileri varsa güncelleştirilir.

MEGA AFETİN YÖNETİLMESİNDE EMİR KOMUTA NASIL OLABİLİR?

Bu konuların ardından da TBMM/ Hükümetçe mesela aynı toplantıda; AFAD, Kızılay, Emniyet Genel Müdürlüğü unsurları, sınırları belirlenmiş afet bölgesi için DAFYAR afet planlarında yer aldığı şekliyle bazı kamu kurumları da dahil gereken her türlü imkân ve kabiliyetleriyle, belirlenecek kısıtlı süreyle derhal Genelkurmay Başkanlığı’nın ya emrine ya da harekât kontrolüne verilir. Mega afetle beraber mesela Genel Kurmay Başkanlığı otomatikman tüm Kuvvet Komutanlıklarını, Sahil Güvenlik ile Jandarma Genel Komutanlıklarını da derhal emrine almış olur (Bunun için protokol vs. düzenlenmesi gerekir).

Hükümet afet bölgesinde topyekûn mücadele için bu “Ordu’da geçici emir komuta birliğinin sağlanması” direktifini, bölgedeki ana sorumluluğu Gnkur. Başkanına devretmek kaydıyla afetin olduğu saat dikkate alınarak “otomatik olarak vermeyecekse” de afetin olmasından en geç ilk 6 saat içinde mümkünse aynı TBMM Olağanüstü Genel Kurul toplantısında ilan etmelidir.

Böylelikle burada daha afetin ilk günü; hiç zaman kaybedilmeden afetin sınırları belli edilmiş, yasal dayanağı hazırlanmış, yetki ve sorumlulukları netleşmiş olur. Milletinin bağrından çıkmış güvenilen Ordu, “geleneksel emir komuta zinciri içinde” devletin tüm imkanlarını da kullanarak sıcağı sıcağına daha o ilk saatlerden itibaren afet bölgesinde her tarafta, öncelikler belirleyip bölgenin kontrolünü koordinasyonunu çok yönlü sağlayarak koşuşturmaya başlar. Mevcut durumu, çözemediği sorunları ise tam tespit edip hükümete/ TBMM’ne düzenli olarak ivedi rapor eder.

MEGA DEPREMİN İLK GÜNLERİNİN KOORDİNASYON VE KONTROLÜ

Aynı anda mega depremin hasar durumu raporlarla, havadan karadan denizden yapılan ilave keşiflerle tespit edilmeye devam edilirken afetin yönetimiyle görevlendirilen Genelkurmay Başkanı’nın emriyle şanlı Ordu’nun Afet Yardım Tugayı, DAK taburu “daha o ilk 6 saat içinde” afet bölgesine (gerekirse helikopterlerle) derhal ulaştırılır. İmdada yetişilir.

İlaveten, yine ilk 6 saatte de deprem eğitimli özel istihkam birlikleri de acilen demiryolu-deniz ve kara yolu intikalleriyle daha önceden planlarda belirlenmiş afet bölgesindeki yerlerine, hareket ettirilirler (İlk önce de kurmay ve konakçı heyetleri helikopterle gider, durumu görür ve gerekirse birlik yerleşme planları yenilenir).

“Önceden hazırlanmış ve defalarca tatbikatlarla sahada gece ya da gündüz denenmiş olan DAFYAR planında yer alan, takviyeye gidecek deprem özel eğitimli teçhizatlı onlarca ilave “motorlu piyade tugayları” ise, yurt sathında mesajla alarma geçirilir. Ve eğer gerekli görülürlerse bunlar da ilk 6-12 saatlik yükleme, kuruluş değişikliği vs. gibi hazırlıkları müteakip afet bölgesine doğru derhal hareket etmeye hazır olurlar. Daha ilk saatlerde ön emirler verilir. İntikal planlarının stratejik seviyede koordinesi başlar. İntikaller mümkünse uçakla yapılmalıdır. Mümkün olamıyorsa eğer, deniz yoluyla, otobüs ve kamyonlarla ya da en kötü olasılıkla demiryoluyla yapılır.

Şanlı Ordu için bir mega depremde/ afette ilk günkü aşamada “ilk 6-12-24 saat içinde” söz konusu bölgeye enkazlara acilen müdahale edebilecek, arama ve kurtarma konusunda “özel eğitimli 30-40 bin kadar askerin”, iş makinasının, aracın, teknik teçhizatın, seyyar mutfakların, seyyar banyoların, seyyar helaların, çadır kent alt yapısının ve bunlara ait malzemenin o bölgenin tamamının imdadına derhal yetiştirilmesi olmalıdır.

İkinci 48 saat içinde ise bu rakamın ihtiyaca göre 50-60 hatta 100 bine kadar çıkartılması iyi bir ihtimalat (deprem öncesi) planlamasıyla başarılabilir kanaatindeyiz (Mesela bir olası mega Marmara depreminde bu kadar kuvvet bile az gelebilir). Gönüllü AKUT/ AFAD’cılar vs. uygulaması çok daha fazla güçlendirilebilir… Mahallelerin sokakların daha bugünden kendi aralarında organize olarak bu maksatla deprem, arama kurtarma vs. eğitimleri alıp teşkilatlanmaları da mükemmel çarelerden birisidir…

Bu görevi de başta afet bölgesi sorumluluğu verilen Ordu’nun İkmal bakım bölgelerinden aşağıya doğru her seviyede geleneksel personel ve lojistik idari zincirin kurulması, sıhhi tahliye tedavi ve ambulans mekik sistemi tesisi, GATA seyyar cerrahi hastaneleri ve de mezar kayıt takımlarının kurulması da dahil, ülkemizde ancak ve ancak o iyi yetişmiş fedakâr kadrolarıyla, eşsiz disiplin ve müesses nizamıyla sadece şanlı Ordu tarafından başarılabilir.

Kuşkusuz bu konuda “eski hale hatta eskisinden de daha iyi hale” gelebilmek için bazı mevzuat değişikliklerinin yapılması, zaman, gayret ve ilave kaynak tahsisi de gerekecektir. Ama alternatifi olmayan sahrada cerrahi müdahale yetenekleriyle ordu sağlık sisteminde eskiye dönüş bile çok zor olacaktır; çok emek, maliyet ve zaman alacaktır. Afet bölgesine lojistik ve personel akışı için derhal deniz ve hava yolu köprüleri kurulur. Hava ve deniz limanlarındaki hasarların onarımları için mevcut ilgili üniteler derhal yola çıkarılır…

Genelkurmay Başkanı karargâhı vasıtasıyla afete uğrayan ve resmen ilan edilen bölgenin tamamını, mümkün mertebe DAFYAR/ Afet Bölgesi hasar kontrolü planlarına da uygun olarak ya da bunları duruma göre güncelleştirerek zaten daha birlikler bölgeye sevk edilmeden önce daha başlangıçta hızla sorumluluk bölgelerine ayırmış olur (il/ilçe bazında ordu, kolordular, tümenler tugaylar vs. gibi).

Depremin tam kalbindeki sokaklarda her yerde afet planlarına uygun olarak daha depremin o ilk anlarından-saatlerinden itibaren de elde ne varsa o kuvvetlerle peyderpey de olsa gerekli emniyet tedbirlerine de dikkat ederek derhal “arama kurtarma faaliyetlerine” başlanır. Genelkurmay ve sıralı komutanlıklar ilk 6 saat içinde bu işlemin enkaz başında başladığından emin olur (Enkaz altlarında canlı tespit eden özel aygıtlar önceden ve yeterince temin edilmiş olmalıdır). Hükümete/ TBMM’ne sürekli bilgi verir.

Her türlü ulaşıma, ambulanslara engel olabilecek enkazlarla dolmuş ana arter yolların hızla açılması için afet bölgesi komutanı daha ilk saatlerden itibaren tedbir alır.

Afet Bölgesi koordinatörü olan Ordu Komutanı böylece öncelikle afet bölgesindeki bütün gücüyle ve veya gece veya gündüz takviyeye gelecek TSK, AFAD, AKUT, Kızılay, Belediye ekipleri, Polis, Kamu kurumları ile omuz omuza, büyük bir disiplin içinde profesyonelce, daha “ilk saatlerden-ilk günden” itibaren kurmaylarıyla karargahını o bölgede kurup irtibatlarını kurar. “Başka da hiçbir emir-direktif beklemeksizin, otomatikman” koordineli ve de planlı olarak hızla afet bölgesindeki “tüm insan arama kurtarma operasyonlarını koordine etmeye” başlar. Buna yabancı ülkelerden gelen arama kurtarma birliklerinin emniyetlerinin sağlanması ve vazife önceliklerinin orada belirlenip koordine edilerek, desteklenmeleri de dahildir.

Afet Bölgesi Koordinatörü, lojistik üslerin ve sistemlerin, sıhhi ilk yardım ve denizden karadan havadan ambulans tahliye sistemlerinin, seyyar cerrahi hastanelerin ayakta kalan hastanelerle ve eczanelerle birlikte düşünülüp gereken sistemlerin kurulmasını, çalıştırmasını hızla sağlar.

Depremzedelerin geçici iaşe, her türlü su, barınma, giyinme, ısınma, hijyen, hela ve banyo ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde her türlü sistemleri acilen kurar.

Şanlı Ordu için işte bize göre en önemli vazife “ilk 24-48-72 saat için” sadece bunlar olmalıdır. Bu fedakâr millet de en zor günlerinde bütün bunları normal olarak, bağrından çıkardığı Mehmetçiğinden kuşkusuz bekler.

Normal olarak enkaz altında “arama kurtarma” faaliyetleri Ordu’nun kontrol ve yönetiminde asgari iki hafta sürdürülür. Bu sırada mevcut iş makineleri, oralarda insan olmadığından tam emin olmadıkça da katiyen enkazlara sokulmaz.

Röleler Ordu’nun koordinatörlüğünde afet bölgesinde “daha o ilk saatlerden itibaren” enkaz altlarındaki vatandaşlarla “internet ve cep telefonları iletişimi” için hızla faaliyete geçer.

Afet bölgesi ve sınırları, giriş çıkışlar dahil tümüyle emniyete alınır. Öncelikler belirlenerek trafik akımı ana arterlerin dışında da açık bulundurulmaya çalışılır. Afet bölgesinde yağma, düzensizlik, emniyetsizlik daha ilk saatlerden itibaren görünür jandarma-polis güçleriyle hızla önlenir.

İşte eğer bu çetin görev; şanlı Ordu’ya/ Genelkurmay Başkanlığına “tam yetki destek ve sorumlulukla” hızla ve tam yetkiyle verilir ise, gücüyle muazzam bir kapasite olarak “olası bir mega depremin yönetiminde” böylece daha ilk günden-ilk saatlerden itibaren bölgede hiçbir önemli sorun çıkmaz. Yaralar hızla sarılmaya başlanır. Gnkur. Başkanı, barıştan itibaren gereken bütün bu ön hazırlıkları kuşkusuz hızla Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıkları da dahil (vb.) ilgili bütün kurumlarla zaten koordine eder.

Hatta gerekiyorsa bazı takviye arama kurtarma emniyet destek birlikleri, helikopterlerle havadan, çıkarma gemileriyle denizden acil yardım gereken bölgelere hızla taşınır. En önemlisi de böylelikle daha ilk saatlerde ilk iki günde enkaz altından çok daha fazla can kurtarılmış olur.

Açık kalplilik ile söyleyelim ki AFAD bütün bunları hele bu çapta katiyen yapamaz! Zaten böyle muazzam bir güç de değildir. Ama bu mücadeleyi destekleyici önemli bir güçtür.

MEGA DEPREMDE “FELAKET BÖLGESİNDEKİ” ASKERİ BİRLİKLERİN DURUMU

Burada biz bir olası olağan üstü mega depremden ya da mega doğal afetten bahsediyoruz. Normal şartlarda bir mega depremin-mega afetin olduğu o ilk anda (ilk saatlerde), şiddetine göre oradaki en azından şanlı Ordu’nun “Garnizon komutanları” zaten gerek kendi üst komutanlıkları gerekse de mülki makamlarla durumu süratle koordine ederek (Valilik ayakta ise ve de resmi bir talebi varsa), ilk önce mecburen kendi hasar ve zayiatına hızla bakar.

Ardından afet bölgesinde konuşlu Ordu birlikleri daha o ilk saatlerden itibaren eğer kendileri ağır hasar görmemişlerse, acilen ve hatta “başka da bir emir beklemeksizin” kendi bölgesine yönelik onaylı Afet planlarını süratle uygulamaya başlarlar.

Zaten o afeti yaşamış ve ayakta kalabilmiş bir kışla, etrafındaki enkazlardan gelen korkunç çığlıkları haykırışları duyduğunda, vicdanen ya da insani olarak emir beklemeksizin vatandaşın yardımına koşar. Hangi komutan buna müdahalede direnebilir ki?

1992 Erzincan depremi sırasında askeri hastane çökmüş, lojman binalarında ağır hasarlar olmasına rağmen askerler daha kendi yaralarını tam saramadan derhal şehir merkezindeki hasara yardıma koşmuşlardır. Erzurum’daki Topçu Alayı da DAFYAR planına uygun olarak o depremden sadece üç saat sonra Erzincan’daki enkaz altındaki vatandaşların imdadına yetişmiştir. 1999 Marmara depreminde de şanlı Ordu otomatikman hemen yardıma koşmuştur.

MEGA DEPREMİ YÖNETEN ŞANLI ORDUNUN DEMOKRATİK DENETİMİ

Bu yüksek reaksiyon hızı, bir mevzuat desteği sağlanarak, ülke çapında tatbikatlarla da sürekli denenerek bir alışkanlık haline getirilmelidir. Zaman zaman sistemin belli üniteleri denenip denetlenir, sürekli geri besleme yapılır.

Yine de “güven kontrole mâni değildir” atasözü gereği, şanlı Ordu’nun üzerinde başta TBMM’nin/ hükümetin “demokratik kontrolü” olmak kaydıyla, Cumhurbaşkanı adına ilgili Bakanlarınki de dahil afet bölgesinde Ordu’ya verilen yetki ve sorumluluğun kullanılışına yönelik her türlü denetim ve kontrol sürekli sağlanır.

Genelkurmay Başkanı, sıralı komutanlar, Afet Bölgesi koordinatörü olan general de dahil oradaki görevle ilgili her faaliyetten, alınan sonuçtan öncelikle TBMM’ne/ hükümete ve sıralı emir komuta zincirine hesap vermeye hazır olur.

DEPREM YÖNETİMİNİN TSK DEĞİL DE SİVİL AFAD’A BIRAKILMASI DURUMU

Gelecekte mesela herhangi bir olası yeni deprem bölgesi yönetim görevi, 6 Şubat depreminden ders almadan yine “daha ilk baştan itibaren” siyaseten ve ısrarla, mülki idare takviyeli AFAD’ a bırakılacak ise böylesine bir olası mega afette bu çok çetin görevin başarılabilmesi için hiç kuşkusuz AFAD’ a gerek nitelikli insan gerek maddi kaynak olarak gerekse de zamanca çok büyük ilave yatırımların yapılması gerekmektedir. Ki bu neredeyse “yeni bir TSK daha yaratmak” kadar zor ve bizce mantık dışıdır. Üstelik uygulaması çok zor, çok külfetli de bir iştir.

Kaldı ki bunun başarılabilmesi için elde mevcut olan güç eğer çok yönlü yeterliyse (şanlı Ordu), neden bir alternatif aransın ki (AFAD)?

6 Şubat sabahında işte bu mega depremin yönetimi ve çok çetin koordinasyonu yükü, ne yazık ki direkt olarak daha o depremin ilk saatlerinden itibaren TSK’ne değil de 15 Eylül 2022 tarihli Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) gereğince ısrarla AFAD’a verilmiştir. Güncellenmelidir.

Bu gözlerden kaçan ve aydınlarca bile çıktığı zaman neredeyse hiç eleştirilmeyen söz konusu planda zaten şanlı Ordu’ya sadece bazı destekleyici görevler verilmektedir. Oysa halkın gözleri önünde gerçekleşen yaşanan bu trajik süreçte bu ağır görev ve sorumluluk iyi niyete rağmen sahada AFAD tarafından başarıyla yürütülememiştir.

Yani bu “yeni sistem” denilen AFAD usulü müdahale, sahada adeta “sınama yanılma metoduyla” bir anlamda on ilde bizzat sahada on ilde denenmiş ama gayrete rağmen hele gözlerimizin önünden hiç gitmeyen o feryatlarla dolu dehşetengiz ortamda özellikle de o ilk 3-5 günde doğru dürüst sürdürülememiştir. Afet bölgesindeki kamuoyu genel vicdani kanaati de çoğunlukla bu yöndedir…

Ama aynı AFAD; yukarıda da vurguladığımız üzere, çıkarılan bu son mevzuatla eğer depremin yıkım şiddeti ve sonucu mesela en son Elâzığ depremi kadar ya da İzmir depremindeki kadar olursa (Bazıları tamamıyla yıkılan mesela yaklaşık 50-100 bina hasarı vs. gibi küçük düzeyde) oradaki İçişleri Bakanlığı bağlısı Valilik mülki makamının koordinatörlüğünde, bazı takviyeler de alınarak mevcut Afet kanunu doğrultusunda; emre desteğine verilecek unsurlarla, eğer ille de TSK yerine AFAD yönetiminde ısrar edilirse yukarıda da vurguladığımız üzere böylesi küçük bir deprem-doğal afet belki yönetilebilir…

Bunun için bile gördüğümüz şu haliyle yönetim kademelerinde yaşamsal bir hatayla önemli liyakat eksikliği hissedilen AFAD’ın çok daha fazla hazırlık-eğitim yapması gerektiği de söylenebilir. Yani eğer bir doğal afet mesela bölgesel sel, bölgesel yangın gibi kontrol edilebilir bir ebatta ise AFAD varken şanlı Ordu’nun tam kontrolüne belki de gerek kalmayabilir (İnsani yardım tugayı ile özel istihkam bölüklerinin ilk 6 saat içinde bölgeye gönderilmesi hariç).

SONUÇ

Hiç istemeyiz ama gelecekte eğer ülkemizde yine benzeri bir mega deprem tekrar ederse (mesela maazallah etki alanımızda bulunan bir yeni “nükleer santral kazası” vs. gibi bir afet…) bu tür çok zor bir görevin bize göre; özellikle de depremin olmasını takip eden o ilk saatlerden itibaren, hiç beklenmeden, “Ordu millet el ele!” sözleriyle anlam bulan o geleneksel fedakârlık, beceri, güvenirlik ve tarafsızlığıyla, yurt sathına yayılmış müesses nizamdaki dev bir resmi kurum olarak, o muazzam gücüyle, siyasi otorite tarafından belirlenecek kısıtlı bir süre için ve hukuki yöntemle (7269 sayılı Afetler Kanunu, OHAL, Sıkıyönetim vs.) tam olarak “şanlı Ordu’ya” verilmelidir. Bu tür mevzuatta değişiklikler yapılması suretiyle OHAL veya Sıkıyönetim gibi tedbirlere gereksinin azaltılabilir kuşkusuz. Ama aksi görüşte ısrar edilerek olası bir vazifenin yine AFAD’a verilmesi, hele artık bunca olup biteni gördükten sonra bizce çok büyük hata olabilir. Ülkemizin geçtiğimiz yıllarda bazı ormanlarını harap eden mega yangınlarla mücadelede de benzeri sorun yaşanmıştı. Kısacası biz sadece olup bitenlerden, yaşanan acılardan ders alınsın ve aynı hatalar yapılmasın isteriz…

Şanlı Ordu’nun tam sorumlulukla kendisine verilecek bir mega afet yönetimi vazifesini başararak, afet bölgesini mümkün olan en kısa zamanda mülki makamlara tekrar devretmesi, “TSK’nin asli vazifesine bir an önce döndürülmesi” esas olmalıdır. Bu coğrafyada olası mega afete hele göz göre göre hazırlıklı olmamak ise başlı başına bir “ulusal güvenlik sorunudur”.

Evet ülkemiz bu ağır faturayı yurt sathında bir şekilde omuz omuza ödeyecek olsa da zaman yine akıp gidecek ve umarız bu yıkılmış, tahrip olmuş başta nüfus mühendisliği oyunları oynanabilecek Atatürk’ün emaneti Hatay olmak üzere “göz bebeği on şehrimiz” yine “küllerinden yepyeni doğacaktır” …

Etiketler
Hatay Deprem Muş