“Kandıra Kaymakamı” ve İlk Köy Kültür Merkezi Denemesi (2006 / 2007) 3. Bölüm

Üç bölümlük yazı dizimizin bu üçüncü ve son bölümde 2000’li yıların başlarında bizzat görgü tanığı olduğumuz ve adeta bir Köy Enstitüsü faaliyeti esinlenmesi intibaını da veren, o ilk “Köy Kültür Merkezi” projesinin o zaman nasıl ortaya konduğunu ve akıbetini ortaya koyacağız. Önceki iki bölümde ise “Millet Kıraathanesi” ve “Er Gazinolarının Kültür Merkezine dönüştürülmesi” konularında analiz yapmıştık.

Bu önemli konuya bir anımızı paylaşarak başlamak isteriz. Tam on iki yıl önce 2006 yılında İzmit’te görev yaparken arkadaşlar, Kandıra Kaymakamı’nın garnizon karargahına ve makama bir nezaket ziyareti yapacağını söylemişlerdi. Sorumluluk bölgesi içindeki kaymakam ve valilerin bu tür ziyaretler yapmaları oturmuş bir gelenek olduğundan bunu hemen kabul etmiştim.

Kaymakam Mehmet Sarıcan o gün ziyaret sırasında, “Dört yıldır bu görevde olduğunu” söylemişti. Onu odamda çay içerken birazcık olsun tanıyınca gözlerindeki o çakmak çakmak yenilikçi Anadolu ışığını hemen fark etmiştim. Herhalde o bölgedeki kışlalarımızda başlattığımız kültürel faaliyetlerle ilgili bir şeyler duymuş olacak ki, kaymakamı olduğu ilçesinde “yeni projeler arayışı içinde olduğunu” da söyledi.

Böylesine iş yapmaya ve halka hizmet sunmaya istekli bir kaymakamın talebi nedeniyle ve şahsındaki o büyük heves ve arzusunu görünce o gün bütün işi gücü bıraktım ve ona bütün orduya model olması için İzmit’te bizzat başlattığımız, aslında Genelkurmay Eğitim dairesindeyken bizzat ekibimle hazırladığım Genelkurmay 2005-2007 eğitim uygulama direktifi içeriğinde de yer alan, benim ise birçok arkadaşım gibi 1997’den beri her gittiğim yerde zaten uyguladığım ve çok büyük bölümü, geleneksel olarak sıralı komutanların izni dahilinde devam eden “insana odaklı yenilikçi projelerimizi” kendisine hem anlatmaya hem de her tarafı gezdirip, bunları nasıl uyguladığımızı yerinde göstermeye başladım.

Kendisi bunların içinden en çok “Kışla Er Gazinolarının Kültür Merkezleri haline getirilmesi” projemize ilgi göstermişti. Bu proje asıl itibarıyla, o uğultulu ve sigara dumanlı (1) küçük klasik ve alışılmış er gazinolarının yerine; ütülü beyaz masa örtülü, birkaç özel sehpalı satranç köşeleri bulunan, Söylev gibi birçok Atatürk kitapları ile yerli yabancı klasiklerden ve gereken bazı askeri yayınlardan oluşan okur odaklı bir kütüphane, duvara asılı günlük gazeteler, askerlerin bizzat hazırladıkları aylık kışla gazetesi, haftalık dergiler, ayın kitap kurdu ve başarılı personeli panoları, bireysel öneri levhaları, dinlendirici hafif müzik yayını, personelin doğum günleri yazılı duyuru panosu, haftalık yemek listesi, uyarı/ bilgi panosu, paylaşılan vizyon levhası, kışlanın dünya üzerindeki yeri haritası, tamamen müşteri odaklı kağıt bardaklı hijyenik sıcak içecekler ocağı, giriş vestiyeri, geri dönüşüm köşesi, oylamaya göre izlenen televizyon köşesi (2) , Kurtuluş ve Cumhuriyet dizileri de dahil CD kütüphanesi, tarih gün saat panosu, bağlama-gitar asma bölümü vs. oluşturmaktan ibaretti.

Böylece o kültürel mekanlarda erbaş ve erlere “kitap okuma, kitaplık kurma’’ alışkanlığı da kazandırılmakta, birkaç hamle sonrasını düşünmesi ve sorgulama yeteneği kazandırılması imkânı verilmekte, onlara daha itinalı temiz ve hijyenik şartlarda kullanabileceği kıyasen daha keyifli ve sessiz, dumansız bir ‘’kültürel yaşam alanı’’ oluşturulmak hedeflenmekteydi. Bu mekanların standardı bir devamlı talimatla sağlanmakta olup asıl hedef buraları eskiden olduğu üzere sadece yemek yeme/ çay içme ve TV seyretme yeri olmaktan çıkarıp, daha somut bir şekilde “Kültür Ortamları” haline dönüştürmekti.

Bazı kışlalardaki Aile Kültür Merkezleri de benzeri yapılanmadaydı. Proje ayrıca, her tarafta aynı standardı taşıyordu ve erlere sürekli anketler yapılarak canlı tutulmaktaydı. Kaymakam Mehmet Sarıcan da işte gezerken buraları görüyor ve notlar alıyordu.

Ben de gezerken ona “Bu projenin aslında köy ve mahalle kahvehanelerinde de uygulandığını bir düşünsenize? Bir taraftan erkek egemen toplumda peygamber ocağı olarak anılan askeri kışlalarda diğer yandan da yurt sathında köy ve kasabalarda, banliyölerde bunların uygulanması halinde Türkiye nasıl da değişir ve çağdaşlaşır o zaman?” şeklinde soru sormuştum. O da bu soruma çok ilgi duymuştu. Zaten onun da aklında böyle bir şeyler olduğunu çoktan sezmiştim.
Böylece, aklımda acaba olur mu diye uzun bir süredir düşündüğüm, o Cumhuriyet’in en muhteşem projesi olan ama beceriksizce devam ettirilemeyen “köy enstitüleri” düşüncesinin küllerinden doğan ve bir süredir (1997-2006) kışlalarımızda biz bilinciyle ortaya koyup liderliğini yaptığımız “Er Gazinolarının Kültür Merkezlerine Dönüştürülmesi” projesinin bir Cumhuriyet projesi olarak acaba sivil toplumda da uygulanıp uygulanmayacağına dair bir umut doğmuştu içimde. Anadolu’yu yıllar boyu gezdiğimde bunun gerekliliğini özellikle de küçük yerlerde bu gereksinimi çok hissetmişim. Zaten arkadaşlarımla birlikte bizim ordudaki bazı yerlerde kurulan Aile Kültür Merkezlerimiz bu Kandıra Kaymakamı tarafından yapılacak çalışmaya güzel örnek olabilir diye de düşünmekteydik.

Aslında, yurdun dört bir tarafındaki cefakâr asker aileleri de kışla dışında FETÖ gibi illetlerin rekabet tehdidi altında bulundukları için, lojmanlar bölgesinde mutlaka kendi “Aile Kültür Merkezlerini” açmak ve bizzat çalıştırmak suretiyle 2-4 senelik yaşamlarını biraz olsun zenginleştirebiliyorlardı. Bunu proje olarak hem uygulamış hem de üst makamlara bilgi vermiştik. Buralarda cep sineması /tiyatrosu/ konferans salonu, 3-4 hobi odası, 6-7 bilgisayarlı internet odası, yanında dürüstlük para kutusu bulunan içenlerin içtiği çayın parasını attığı self servis çalışan kâğıt bardaklı bir çay/ bitki çayı makinesi köşesi (3) , günlük gazete ve dergilerin de yer aldığı zengin bir kütüphane, öğrenci etüt merkezleri ve üniversiteye hazırlık kursları da vardı. Temiz ama mütevazı yerlerdi.

Çocuklarımızı da böylece dışarıdaki o hain eğitim organizasyonların ellerine terk etmemek için büyük mücadele verilmişti. Halk Eğitim merkezlerinden gelen eğiticiler, asker ailelerindeki öğretmen eşler, kısa dönem erler bu merkezin bel kemiğini oluşturuyordu. “Biz bilinciyle” hareket edip yoğun anketlerle ailelerin fikirlerini sorarak böyle müşteri mutluluğu odaklı kurmuştuk sistemi.
Buralarda aileler resim yapıp aynı sergi açmak, briç ve satranç öğrenmek ya da gitar ve bağlama kurslarına katılmak suretiyle hayatlarını etkileyebilecek yeni hobiler edinebilir, sosyal gelişimi sağlayacak kendi kuracakları gönüllü gurup çalışmalarına katılabilir, sessiz ortamlarda ders çalışabilir, gezi ve eğlence gurupları kurabilir, Oscar veya altın portakal ödüllü, sinema filmlerini izleyebilir, konferansları takip edebilir, Tugay gazete kolunda görev alabilir, hatta kendi aralarında bazı fertler tiyatro gurupları kurup bazı oyunları bizzat sahneye de koyabilirlerdi.

Bu tür askeri lojman bölgesi Aile Kültür Merkezlerine yönelik gördüğümüz en gerçekçi örnek, 1999 yılında genişçe bir barakada kurulan ve iki yıl süreyle seferber olan gönüllü ailelerin katkılarıyla nasıl mükemmel işleyebileceğini gördüğümüz, Kars ilimizdeki “Şehit Albay Yalçın Koçak Aile Kültür Merkezi” idi. Terörle mücadele kapsamında operasyonlardan ve denetlemelerden tatbikat ve eğitimlerden fırsat bulamayan subay ve astsubaylar devletin kendilerine sunduğu bu kültür merkezinin varlığı nedeniyle akılları evlerinde kalmaz, çoluk çocuklarından emin olarak çok daha fazla kendilerini vererek dağda taşta vazifelerini fedakârca yaparlardı.

Onlar, bu merkezde kendilerinin kurdukları çalışma guruplarıyla (Kalite çemberleri) bu kültür merkezlerine bizzat katkıda bulunduklarından artık bir şeyleri değiştirebildiklerini gördüklerinden mesleklerinden de hoşnut olurlardı. Bu merkezler mahrumiyet bölgesi kavramının da insan eğer ister ve iyi yönlendirilirse nasıl değişebileceğini de kanıtlayan aile fertlerinin kaynaştığı hem gelenlere hem orduya hem de ülkeye katma değer sağlayan ortamlardı. Aslında model olarak o yöreye de ilham verebilecek, deneyim aktarıp onlarla yardımlaşabilecek dinamik ortamlardı.

Şekilden ve mekândan ziyade işleyişin ve özellikle de müşteri mutluluğunun Aile Kültür Merkezlerinin omurgasını teşkil ettiğini çok iyi bilirdik. Bu da ancak ailelere yönelik sık sık yapılan geri bildirim anketleriyle sağlanırdı. Yani siz en mükemmel Kültür Merkezini veya Millet Kıraathanesini yaratsanız bile “içindeki insanı”, o ortamı geliştirip daha iyi hale getirecek, sorgulama yapıp gönüllü gurup çalışmalarına katkı yapabilecek bir bilince kavuşturamamışsanız, orasının varlığı sadece amaçsız gelinip, devletin çayı içilip keki yenilen, bir iki gazete ve dergiye göz gezdirilip oradan çekip gidilen ıssız bir işsizler mekânına da dönebilir. İş öyle parayı bastırıp gıcır gıcır mekânı yaratmaktan çok daha derindir; bunun eğitimsel, sosyal, psikolojik ve hatta felsefi boyutları da vardır. Ancak gördüğümüz odur ki; toplumsal değişime halk tabanının katkıda bulunabilmesi için eğer doğru kurgulanabilirse mükemmel bir araçtır bu merkezler…

Ayrıca işletim saha deneyimlerimize göre, öyle göründüğü kadar da kolay bir iş değildir. Projenin, en önemli amaçlarından birisinin “insanların yönetime daha fazla katılımlarının sağlanması” olması, mevcut önemini kat be kat arttırmaktadır. Bu ortamlar çok sesliliğe, demokratik ve sosyal yaşama da katkı sağlayarak topluma katma değer sağlayabilecek önemli projelerdir. Bu nedenlerle “Köy /Mahalle Kültür Merkezleri projesi”, aklı başındaki Cumhuriyet insanına, “çağdaş köy enstitüleri” başlangıç coşku ve ruhunu da yansıtabilir.

Evet, bütün bu bilgi ve deneyimlerimi de aktardığım o karşımda oturan 35-40 yaşlarındaki Tokat’lı coşkulu örnek bürokrat, görüyordum ki en az bizler kadar cesur bir sivil yenilikçiydi. İnsan sevgisiyle dopdoluydu. İlçesindeki insanları hakikaten ailesi gibi gördüğünü hissetmiştim. Köy Enstitülerinin ve yurttaşlık bilincinin çağdaşlaşmaya çalışan toplumumuzdaki öneminin de farkındaydı. Somut bir şeyler yapıp bulunduğu toplumun gelişimine katkıda bulunmayı ideal edinmişti. O gün Kaymakam Bey bende bu intibaı bırakmıştı …

Sonra, süreç içinde ben yanılmadığımı anladım. Kandıra’daki arkadaşlarım bilgim ve desteğim dahilinde kendisine her türlü yardımı yapmaya başladılar. Kendisi istediği zaman kışlalarımıza gelip bizim devrim niteliğindeki “Kışla Er Gazinolarının Kültür Merkezleri Haline Dönüştürülmesi” adlı projemizi, Kandıra’daki kendi sorumluluk bölgesinden bir muhtarla anlaşarak belirlediği bir köyde uygulamaya başlamıştı. Biz asker olarak onun o köyde bulduğu bir boş binayı yenilemesinde işçilik dahil maddi manevi destek olduk. Köy sahil köyü falan değildi, hayvancılık ve tarımla uğraşan tipik bir Anadolu köyüydü…
En son bana yaptığı ziyaretinde ise çok gururluydu ve “Komutanım sizlerin desteklerinizle projeyi bitirmek üzereyiz, mücadeleyi kazandım. Köylüler bu işi sevdi. Köyümüzde artık çağdaş bir kültür merkezimiz var, aynen sizin kışlalardaki gibi. Üstelik sizinkinden de üstün; zira bizim köy kültür merkezimiz kadın erkek karışık bir kafe-kütüphane görünümünde oluyor” demiş ve fotoğraflarını göstermişti. Ayrılırken bile hala diyordu ki, “Köyde biz de ihtiyaca yönelik köy çalışma gurupları oluşturarak, sürekli gelişim için yukarıya çok teklif üretebiliriz. Yeterince akıllı, işini bilen ve katılımcı insanımız var orada!”
Çok sevinmiştim, coşkuyla kutlamıştım kendisini… Mücadeleci bir gerçek Cumhuriyet Kaymakamı, adeta bir “Köy Enstitüleri Önderi” ruhuyla hareket ederek o konuştuğumuz projeyi neredeyse başarmak üzereydi. Köyde “kadın erkek karışık” bir araya gelinebilen, küçük bir konferans odası bulunan, televizyonlu, gazeteli, bol dergi ve kitaplı, çeşit çeşit tarım hayvancılık dergi ve bültenlerinin yer aldığı küçük bir kütüphanesi olan, birkaç adet satranç oyun köşesi bulunan, kaymakamlık/ muhtarlık köy ilanları panolu, sıcak soğuk içecek çay ocağı ve kaymakamlığın desteğinde belki de bir hanım çaycısı bulunan, sigara içilmeyen, masalarında tertemiz ütülü örtüler serili “çağdaş bir köy kültür merkezi” yaratılmak üzereydi. Kaymakam Bey köydeki vatandaşlara aynen kışlalardaki gibi koruyucu sağlık dahil konferansların verilebileceği kürsü bulunan bir köşe yaptırdığını da söylüyordu. İdealist Kaymakam alın teri dökerek emek vererek o geleneksel ve rutin, okey oyunlu, tavlalı, sigara dumanlı, basık köy erkek kıraathanesiyle rekabete girecek ve onu tarihe gömecek yepyeni bir çağdaş mekân yaratıyordu.

Arkadaşlarla aramızda çok heyecanlanmıştık. Merakla açılışını bekliyorduk. Toplumun militarize olması etkisinden çekindiğimiz için son zamanlarda sadece bizden yardım istenirse katkı yapıyorduk. Kaymakam Bey’in zaten çok büyük bir yaratıcı enerjisi vardı. Yani Cumhuriyet ordusunun fertleri olarak biz, tarihteki gibi sadece yeniliğin başlatılmasını ateşlemeye çalışmıştık. Bu çağda asıl olanın “demokratik sivil toplum” olduğunun, askerin de bu bütünün ayrılmaz parçası olması gerektiğinin de çok çok farkındaydık. Dikkatliydik. Arkadaşlarımla bu konuda ne basında ne de bir yerde hiç öne çıkmak istemedik…

Ancak, bir sabah işe geldiğim anda o idealist ve çalışkan Kaymakamın gece ailesiyle birlikte geçirdiği bir trafik kazasında vefat ettiğini duyunca dizlerim çözüldü. Çok ama çok üzülmüştüm. O köy dahil, tüm Kandıra kan ağlıyordu. Taziyelerimi Vali’yi ziyaretim sırasında “Kocaeli değerli bir bürokratını kaybetti. Sarıcan’la birlikte Kandıra’da çok güzel faaliyetlerde bulunduk. Sarıcan yaşamımda şu ana kadar çalıştığım iyi kaymakamlar arasında en iyi olanıydı (4) …” şeklinde konuşarak onun hatırasına, duygularımı yerele de yansıtmıştım. Kaymakam Bey’in vefatından sonra bu muhteşem fikir ve proje, bir Türkiye klasiği olarak orada önce yavaşladı, sonra yerine gelen ekiple birlikte en azından bizle irtibatı kesildi ve arzu etmemize rağmen projenin izini pek takip edemedik…

Yani, Köy Enstitüleri döneminden sonra ilk kez çağdaş bir “Köy Kültür Merkezi” tam “on bir yıl önce” 2007 yılında, gerçek bir Cumhuriyet Kaymakamı merhum Mehmet Sarıcan tarafından projelendirilmişti zaten. Yeni değil… Ben de bu “Köy Kültür Merkezi” projesinin bir sosyal gelişim ve değişim projesi olarak bir gün gelir, ordumuzun çok daha önceden kışlalarda başlattığı “Kışla okuldur ve Er Gazinolarının Kültür Merkezlerine Dönüştürülmesi (ve veya Lojmanlar bölgesi Aile Kültür Merkezleri)” projesiyle birlikte birbirini tamamlar, diye hep düşünüp durmuştum. Ama hayalim o gün tam da gerçekleşmeye beş kala, merhum ile birlikte yine yarım kalmıştı…

Köy Enstitüleri zamanından gelen orijinal proje üzerinde bugün çok daha fazla düşünülmeli ve bu direkt insana yönelik “mega sosyal değişim projesi” çok daha kapsamlı olarak hazırlanmalıdır. Hatta bizce bu projenin parti programlarında ve yıllık bütçelerde mutlaka yer alması gerekir.

Son söz; öncelikle köyler için, yukarıda ve önceki bölümlerde ancak birazını ortaya koyabildiğimiz bu projeye memleket sathında ve kışlalarda; “yarım kalan köy enstitüleri projesi” ruhuyla düşünüp, gereken sayıda banliyöleri/ mahalleleri de buna dahil ederek Atatürk’ün “muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkılması” vizyonu kapsamında özel bir dinamik stratejik plan uygulanması suretiyle kararlılıkla ve toplumsal değişimi doğru yönde (5) yaparak sahip çıkmaktır. Yoksa “Değişim adı var ruhu yok mekanlarla lafla gerçekleşemez, ancak cehalete karşı topyekûn mücadele zihniyetle olur”
Mehmet Sarıcan gibi Cumhuriyet kaymakamları da tükenmez. Rahmetle anıyorum…(Yazı dizisi sonu)

Birinci Bölüm: “Millet Kıraathaneleri Gerçekçi midir?” (Tıklayınız)
İkinci Bölüm: “Er Gazinolarının Kültür Merkezlerine Dönüştürülmesi, Kışla Okuldur… (Tıklayınız)

1- O zamanlar içeride sigara içmek yasak değildi.
2- Bu anketlerde Mehmetçiklerin en çok izlemeyi istediği programlar “Belgesellerdi”.
3- Bu “Dürüstlük Kutusu” adını verdiğimiz kumbara orada hiçbir kontrol olmadığı halde hiç zarar etmezdi. Aksine fazlası bile olurdu para kumbarasında…
4- Bizim Kocaeli, İzmit, 8 Mart 2007, s.9.
Gerçek Gündem, “Değişim mi Değişimcilik mi”, 2 Mayıs 2018. https://www.gercekgundem.com/yazarlar/cihangir-aksit/262/degisim-mi-degisimcilik-mi

Etiketler
Kandıra