Tacizciler, katiller ve aile değerleri üzerine…

Bir tek kız çocuğuna yaşattığınız dehşet, içine düşürdüğünüz çaresizlik, imdat çığlığı bunu yaptırmaya yeter. O yüzden çakma anayasa taslağınızı alın, başınıza çalın. Suçunuz çoktan dağları aştı.

O çocuklar o kadınlar ki duymakla kulaklarımızın patladığı okumakla gözlerimizin kanadığı değil maruz kalmak varlığını bilmekle kahrolduklarımızı bizzat yaşadılar. Bir cehennemden geçip bunları anlatmak cesaretine sahip oldular. Karşılarındakilerin ne mal olduğunu bile bile, daha önce birbirlerini kurtardıklarını ve yine birbirlerini tutacaklarını kurtaracaklarını bile bile. Kendilerine her türlü iftiranın atılacağını da bilerek. Karşılarındakiler en garanti bin yıllık yalana sarıldı: bu bir iftiradır, kız kardeşimiz delidir, bize komplo kuruldu, 28 Şubat’taki gibi bir süreç yaşanıyor darbe yapacaklara kadar dediler. Bu kadını çarmıha germedikleri ve yahut bir öbek odunun üzerine bağlayıp yakmadıkları için minnettar olmamızı bekleyenler de yok değil. Bu sesin duyulmasını sağlan Birgün gazetesi ve Timur Soykan’ı cezalandırma derdinde olanlar olduğu gibi.

Ensar Vakfı, Adıyaman Gerger, Kilis, Dikili, Diyarbakır, Fıkıh-Der, Erzurum Diyanet Kursu, tacizcilerin faillerin gözümüze sokularak cezasız kaldıkları, adeta kahraman olmadılarsa da neredeyse mağdur ilan edildikleri çok, pek çok örnek… Durmadan öldürülen kadınlar, kızkardeşlerimiz, çocuklarımız ve tepemizde bize küfreden bunak adamlar ve kesif bir şiddet, yoksulluk ve okullarına yiyecek bir şey götüremeyen çocuklarımız…açlık.

Bütün bunların birbiriyle kuvvetli bir ilişki içinde olduğu hissediyoruz. Anlıyoruz. Ama nasıl? Daha önce kadın ve çocuk cinayetleri, tacizleri tecavüzleri yok muydu? Vardı. Ama niye şimdi üzerimize adeta bir kabus gibi çöküyor?

Yüzlerce yıllık mücadelemizden öğrendik ki liberallerin iddialarının aksine kapitalizmin herhangi bir kuralı kar hırsının kendini dizginlendiği bir an yoktur. Yapabiliyorsa köle emeği kullanmaktan imtina etmediği gibi ölene kadar çalıştırılmanız ya da çalışırken ölmeniz umurunda değildir. Yeter ki kendi varlığı ve yahut karını tehdit edecek ya da bu karın elde edilmesini engelleyecek bir hal almasın. Peki bununla altı yaşında bir kız çocuğunun 29 yaşında bir yaratığın evlilik adı altında tacizine sunulması ile ne ilgisi var?

Niye kadına yönelik şiddet var?

Bu kapitalist sistemle aynı anda hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde işleyen hatta kapitalizmi mevcudiyeti ile kadın ve çocuk emeğinin üzerinden var eden başka bir ezme biçimi vardır: patriarka.

Patriarka erkek olmayanları, kadınları genç ve güçsüz erkekleri, LGBTİ bireyleri, çocukları sistematik bir biçimde siyasetten, iktisadi sistemin karar alıcı tüm noktalarından dışlar. Emeğimize bedenimize hayatımıza karşılıksız olarak ya da ödenebilecek en düşük karşılıkla el koyar. Bunun yararlanıcıları erkek cinsidir ve birbirleri ile dayanışma halindedirler. Birbirlerinin çıkarlarının bir bütün olarak kendi cins çıkarları olduğunu derin bir hissedişle bilir ve kollarlar. Böylesi devasa bir sömürüyü ayakta tutmanın tek yolu ise kapitalist sistemde emekçileri kontrol altında tutup sömürüyü devam ettirmenin yolu ile aynıdır: şiddet tekeli ile rıza üretme. Kadına yönelik şiddetin en temel nedeni budur. Patriarka da kendi sömürüsünü kadına yönelik sistematik bir şiddetle yürütür. Hem sembolik hem fiili olarak.

Mutlu evlilik ve kutsal ailenin değerleri

Günden güne daha fazla üzerimize çöken kâbus ise bu ikisinin en berbat formlarının bu karanlık çağda gerçekleştirdikleri mutlu evliliğin sonucudur. Neoliberalizmle muhafazakarlık ve giderek yeni sağcılık bu evlilikle kendilerinden başka herkesi bedbaht eden mutlu bir aile kurmuşlardır. Ve bu ailenin aile değerleri vardır. Anayasa taslağının belkemiğini oluşturan LGBTİ ve kadın hareketi karşıtlarının yerli ve milli argümanı meşhur aile değerleri.

Ancak sorun şu ki iddianın aksine bu argüman ne yerli ne de millidir. ‘Eyy Amerika’dan başlayarak dünyanın her yerinde yeni sağ hareket göçmen karşıtlığı artık burada olmayan o ‘altın çağa’ öykünme, LGBTİ ve kadın karşıtlığı temalarını kullanır. Bütün bu karşıtlıklar ‘altın geçmiş’e nostalji ve aile değerleri muhafazakâr sağcı blokun tutkallıdır. Bu aile değerleri kadının yerini evi işini çocuk bakmak olarak tanımlar. Yalnız çocuklar mı? Bütün bakım işleri yaşlı hasta engelli ve bakıma ihtiyacı olmayan yetişkin olan bir erkeğin bakımı da dahil tüm bakım hizmetleri kadının üzerine yıkılmıştır. Bu bakım hizmetleri değersizleştirildiği için ne anlama geldiği de çok anlaşılmadığı için yazayım: dünyadaki bakım işlerinin %76’sını kadınlar gerçekleştirir. Bunu karşılığı 10.8 trilyon dolardır ve bu rakam o gözünüzde büyüttüğünüz global teknoloji firmalarının toplamını üçe katlamaktadır. Bu ortaya çıkan değere kadınlara maddi olarak herhangi bir karşılık ödenmeden karşılıksız olarak el konulmaktadır.

Aile değerlerine geri dönersek, bu rezil sağcı güruha göre: ailenin reisi erkek, kadının çocukların hanenin ve düzenin sahibi ve bekçisidir. Doğal olan budur. Kutsal ve Allah’ın emri olan budur. Buradan dine ve dini kurumlara bağlanır mesele. Buna, yani kocaya, babaya (onların arzu, istek ve keyiflerine diye okuyun burayı) karşı gelindiğinde koşulsuz itaat ret edildiğinde düzene doğal olana, kutsal olana ve hatta Allah’a küfredilmiş olunur. Dolayısıyla bu iktidara direnenlere şiddet uygulanarak hizaya sokulması ve hatta öldürülmesi meşrudur. Bütün bu işleyişin her önermesi aynı zamanda neoliberalizmle mükemmele yakın eşleşmeler içerir.

Evliliğin dinamiği

İstihdam piyasasını ele alalım. İş arayan bir kadına hanenin reisi erkek olduğu kabulü ile eğreti, yarı zamanlı, güvencesi olmayan, gündelik işlerin önerilmesi olasılığı daha yüksektir. Çünkü evi geçindirenin o olmadığı düşünülür, olsa olsa eve katkıda bulunmaktadır. Çünkü asıl işi çocuk doğurmak ve bakmak ve yeri de evi olarak tanımlanmaktadır. Bu şekilde eş değer işe eşit düzeyde emek verdiği halde bunun karşılığını almaya gelince evin reisi olmadığı gerekçesi ile tabir yerindeyse ucuza getirilir. Diğer yandan zaten bu güvencesiz ve az kazançlı işlerde çalışacağı varsayımı ile çalıştırılmaz. ‘Çalışamadığı için de…’ diye devam eden bir kısır döngü. Diğer yandan çalıştığı durumda alacağı para çocuk bakımına yetmez ve yahut başka bir kadının emeğine yaslanmak durumunda kalır. Kadın istihdamının önündeki en önemli engel çocuk bakımı olmasına rağmen kaliteli ücretsiz ya da ucuz kamu kreşleri açılmaz.

Kamu eliyle okul öncesi eğitim verilmez, kanunda mevcut bulunan şartlardaki firmaların bile kreş açıp açmadıkları denetlenmez. Bu son paragrafta neoliberalizmin vazettiği pek çok hayalin aynı anda gerçekleştiğini görmek zor değil: kadın emeğinin ucuzlatılması, yaşlı, engelli, çocuk bakımı, eğitim gibi temel hizmetlerinin devletin bir sorumluluğu olmaktan çıkarılması tabir yerindeyse kadınların sırtına yıkılması.[1] Devletin eğitim sağlık dahil herşeyi piyasaya(!) bırakması. İşsizlik, yoksulluk, güvencesiz çalışmanın yaratığı belirsizlik ve güvensizlik terörünün içinde emeği beş para etmese de çalışmak durumunda olan yoksul kadın için neoliberal dangalaklığın sosyal devletin son kalıntılarını ortadan kaldırmasıyla meydan kime kalıyor bilin bakalım? Bildiniz! Tarikatlar ve cemaatler. Sokak aralarındaki kuran kurslarından başlayarak, yatılısı, gündüzlüsü bu boşluğu doldurmaya hevesli. Ama başka bir bedelle tabii ki. Yalnız Türkiye’de mi? Değil. Neoliberalizm, yarattığı çaresizlik içinde eğitimsizlik, güvensizlik, açlık içinde bocalayan kitleleri denize düşenin yılana sarılması gibi en geri toplumsal ilişkilenme biçimlerinde çare arar vaziyete sokar. Maddi ve manevi.

Ya paran ya canın ya da…

Neoliberalizm ile muhafazakarlığın mutlu evliliğinin patriarkadan yana ağır bastığı husus ise kadınların, çocukların, genç erkeklerin, erkeklik tanımının karşıtı olarak tanımlanan herkesin hayatlarının değersizleştirilerek bu hayatlara birer kaynak olarak el konulmasıdır. Değersizleştirmenin en görünür örneği küfür. Kamuoyu önünde devlet iktidarının bizzat en tepesindekiler adeta bir ibadet gibi ‘sürtük,’ ‘çürük,’ ‘ananı da al da git’ türü türevi küfürleri sıralıyorlar. Bu karşısındakini aşağılamanın, küçültmenin değersizleştirmenin sözlü şiddetle gerçekleştirilen hali.

Diğer bir pratik ise çok daha can yakıcı. İnsan hayatlarının çocuk ve kadın bedenlerinin Ataerkinin yani erkeklerin arzu ve isteklerinin giderildiği birer kullan at malzemeye dönüştürülmesi. Çocuklara, kadınlara, LGBTİ bireylere yönelik şiddet ve cinsel suçlarda ibreti alem için tecavüzcülerin, tacizcilerin, katillerin cezasız bırakılması. Bu yazının başında saydığımız pek çok çocuk tacizi vakasında adeta örgütlü bir suç şebekesi eliyle olayın örtbas edilmesini görüyoruz. Yelda Kaharman, Nadira Kadirova gibi sahip çıkanı daha az olan göçmen kadınlar söz konusu olduğunda ise katillerin tepemize çıkarıldığını görüyoruz. Musa Orhan söz konusu olduğunda ona laf eden ünlülerin ibreti alem için, gözdağı vermek için, mahkeme karşısına çıkarıldığını görüyoruz. Bir erkek çocuğuna defalarca tecavüz ettiği ortada olan MHP Diyarbakır il başkanının ‘çocuğun rızasının olabileceği’ gerekçesi ile serbest bırakıldığını görüyoruz. Kadınlar, çocuklar tecavüz edilip öldürülüyor, bir ‘kullan at malzeme’ gibi, adeta kullanılmış bir nesne gibi, çöpe atılıyorlar. Bunu yapanlar insan öldürmüş, hayat karartmış muamelesi görmüyor.

Ahlaksız teklif

Mesaj son derece politik ve net. Muhafazakarlık neoliberal politikalar nedeniyle kaybı olan milyonlara, erkeklik kontenjanından bir ittifak bir öneriyor: kadınların ve çocukların bedenleri ve hayatları üzerinde öldürme dahil, değiş tokuş dahil, daha önceki rejimden çok daha geniş bir tasarruf hakkı. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılıyor. Nafaka tartışma konusu haline geliyor. Suçlar cezasız bırakılıp suçlular korunuyor. Mevcut koruyucu yasalar dahi uygulanmıyor. Dünyanın en iyi yasaları da olsa uygulanmayacak. Çünkü siyasi irade tersini işaret ediyor.

Bunun meşrulaştırma aracı ise kutsaldan alınan güç. Buradan bir kez güç alındıktan sonra ise kutsal metinlerin buna izin verip vermediği ve içerikleri de önemsizleşiyor. Yoksa niyet farklı olsa boşanma adını taşıyan bir ayetten çocukla evlenme sonucu çıkarmak derdine düşülmeyebilir.

Din kutsal adı altında örgütlenen tarikat ve benzeri yapılar ataerkilliğin derin bir ittifakını kurarak erkeklere, erkek olmayanlar üzerinde öncekinden daha fazla bir tahakküm sunmayı vadediyorlar. Öyle bir tahakküm ve iktidar ki en dokunulmaz olana tabuya uzanma ve bu erişimi adeta teşhir etme hürriyetine sahip. Bu ‘sapıklık’ ya da ‘hastalık’ değil, ‘yapabildiği için bunları yapan’ bir iktidar gösterisi. Yalnız bize de özgü değil, ABD’deki tarikatlarda, Katolik Kilisesi’nin çocuklara musallat papazlarında da benzer bir işleyiş mevzubahis. Bu yapılar kadınlar ve çocukların gözünün açılmaması için gereken her mekanizmayı oluşturmuş durumda. Kapalı devre yapılar. Zira gözü açılan kadın buradaki erkeklerin istek ve arzularını tatmin etmekten ibaret bir nesne değil de kendi hayat hürriyet ve kararları olabilecek bir insan olduğunu fark edebilir.

Hiranur Vakfı’ndaki evlilik adı altındaki örgütlü taciz ve tecavüz bunun örneği. H. babası Yusuf Ziya Gümüşel tarafından adeta bir eşya gibi, bir hediye, bir nesne olarak belli ki belirli bir beklenti karşılığında müride sunuluyor. Bunda zayıf da olsa bir direnme emaresi gösteren annenin hiç hükmü yok. Baba pekâlâ da ne yapılacağını bilerek çocuğu tam da bunun yapılması için gönderiyor. Ve ifadelerden ortaya çıkıyor ki bunu yapmak isteyen Kadir İstekli’den başka müridler de var. Bireysel değil, bu topluluk içerisinde kabullenilmiş bir uygulama. Herkes suça ortak. Çocuk kendisine yönelik eylemlerin suç olduğunun farkında olmasa da yanlışlığı hissediyor, korkuyor, dehşete düşüyor. Ancak olan bitenin herkes farkında olmasına rağmen kimseden itiraz gelmiyor. Çocuğun bunun yanlış olduğunu söyleyecek insanlara ulaşması bu esaretten çıkabilmesi devasa çabasına rağmen yıllarını alıyor. Tacizi fark ederek bildiren doktor dışında yıllarca bırakın itiraz gelmesini örtbas edilmesi için el birliği ile çalışılıyor. 2020’de bakanlığa kadar ulaşan ifadelerden sonra ne tacizciler, ne kurum hakkında herhangi bir soruşturma var. Zaten faiiller şu anda sokakta. Adalet Bakanı’nın dediği gibi bu bir insanlık suçuysa, mağdur kadına zarar verme potansiyeline de sahip failler neden tutuklu yargılanmıyor? Ve maalesef kuvvetle tahmin ediyoruz ki bu ortaya dökülenler, olanların çok küçük bir bölümü.

Fotoğraf albümünden

Hiranur Vakfı’nın yöneticilerinin tabii ki Süleyman Soylu’yla fotoğrafı var. Zaten kendileri uzunca bir süredir çeşitli illerde festivallerin iptali, Onur Haftası etkinliklerinin yasaklanması, tehdit edilmesi, LGBTİ karşıtı platformların örgütlenmesi gibi işlerde alanda sokak gücü olarak işgören İsmailağa Cemaati iltisaklı. Kısaca iki yetişkinin nerede nasıl sevişeceği konusunda ortalığı ayağa kaldıranlar, LGBTİ komplosundan, tacizinden(!) çocukları koruma iddiaları ile kendilerini meşrulaştırarak kadınlara ve LGBTİ hareketine saldıranların bizzat bunun faili oldukları ortada.

Buradan neden kadın ve LGBTİ düşmanı oldukları da neden bu iki hareketin memleketin en radikal en geniş toplumsal hareketleri olduğunun da cevabı ortaya çıkıyor aslında. Neoliberalizmin soyup soğana çevirdiği geniş kitlelerin erkeklerine muhafazakarlık üzerinden bir rüşvet öneriliyor: kadınların, çocukların, erkekliğin karşısında tanımlananların üzerinde bir önceki dönemden daha fazla tahakküm. Bu iki hareket bu saldırıya karşı direniyor. Mevcut iktidarın muhafazakar çevrelerin kadın ve LGBTİ düşmanlığı bu iki hareketin hem bu direnişinden hem de derinleştirmek için hamle ettikleri sömürü mekanizmasının dibine dinamit koymalarından kaynaklanıyor.

Siyasi irade

Bu sömürü toplumsal cinsiyet rollerinin, kadın erkek rollerinin, kadınlığın ve erkekliğin sorgulandığı bir durumda sürdürülemez. Kadın hareketi ve LGBTİ hareketi tam da bunu yapıyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanıp değiştirilmesini, dönüştürülmesini, erkek tahakkümünün ortadan kaldırılmasının mümkün olduğunu eşit, özgür, adil, tahakkümsüz bir yaşamın mümkün olduğuna işaret etmekle kalmıyor, gösteriyor. Gidişata direniyor, iktidarın planına takoz koyuyor. Bu siyasi saldırıya karşı siyasi bir irade ortaya koyuyor ve sokakta o siyaseti örgütlüyor. Dolayısıyla bütün bu cepheyi dağıtmak, örgütlü oldukları tarikat ve cemaatleri kapatmak, bu devasa sorunları çözmek için bu siyasi irade ve kararlılığın peşine düşmemize ihtiyaç var. Şüphesiz ki bu siyasi irade aile değerlerini de tarikatları da ve bunların üzerine bastığı ataerkini de, ne varsa hepsini yerle bir etme potansiyeline sahiptir. Bir tek kız çocuğuna yaşattığınız dehşet, içine düşürdüğünüz çaresizlik, imdat çığlığı bunu yaptırmaya yeter. O yüzden çakma anayasa taslağınızı alın, başınıza çalın. Suçunuz çoktan dağları aştı.

[1] Türkiye'de 15 yaş üstü kadın nüfusu 32.4 milyon. işgücü piyasasında 11 milyon kadın yer alıyor. Bunlardan 9.5 milyonu istihdam edilirken, 1.5 milyon kadın ise çalışmak istediği halde iş bulamadığı için işsiz. Bunun dışında kalan kadınlar ne yapıyor peki? 21.4 milyon kadın evde başka bir bireye bağımlı olarak hayatını sürdürüyor.[1] Çalışmayan(!) kadın ev işleri için günde yaklaşık 6 saatini harcarken, çalışmayan bir erkek ev işleri için 1 saat 10 dakikasını ayırıyor. Çay bardağını sehpaya koymak dahil. Evde çalışmadığımız yalan olduğu gibi bir işte istihdam edildiğimiz vakit de 4 saatimizi ev işleri yapmaya devam ederek harcıyoruz. Çalışan erkek yalnız 40 dakikasını ayırıyor. Sifon çekmek dahil.

Etiketler
Taciz