Üniversite ve yurtlar

Kabul edilemez bir ihmale kurban verdiğimiz Zeren Ertaş’ın ailesine, yakınlarına arkadaşlarına başsağlığı ve sabır diliyor, acılarını paylaşıyorum. Bu sonbahar ayazında kalbim her gece yollara dökülerek ‘barınamıyoruz’ diyen gençlerle.

Üniversite sınavına hazırlandığım zamanlarımı bitmeyen bir buhran gibi hatırlıyorum. Her buhran gibi o da vakti gelince bitti. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Kimya Bölümü’nü kazandım. Kayıt olmaya annemle, hazırlık sınavına babamla gittik. Her ikisi de üniversiteyi Ankara’da okuduklarından içleri rahattı. Ne de olsa Ankara güvenilirdi, memur ve öğrenci kentiydi. Birkaç akrabamız da vardı. Rahat edecektim. Sınavdan bir gün önce annem ile Kızılay’ın geniş kaldırımlarında yürürken kendi öğrenciliğindeki Kızılay’ın ne kadar güzel olduğundan, şık giyimli şapkalı kadınlardan bahsediyordu. Seksenlerin sonunda o kadınlarla karşılaşmasak da Kızılay o zamanlar hala güzeldi. Yüzü aydınlanarak bana dönüp ‘Hayatının en güzel ilk ve son baharlarını burada yaşayacaksın’ dedi. Bense içimde tedirginlik henüz hiç deneyimlemediğim bir hayatın eşiğinde duruyordum. Bir tek sorun vardı, nerede kalacaktım?

Ankara’ya gitmeden önce ODTÜ’nün yurtları olduğunu öğrenmiş, bir parça rahatlamıştık. Nasılsa okulun yurdu var diye bir başkasının hakkını gasp etmemek için Kredi Yurtlar Kurumu’nun yurtlarına başvurmamıştım. Ancak ülkemizde alışık olunan şekilde okula gidince işin rengi değişti. O yıl ODTÜ yurtlarında hiç yer yoktu. Birkaç ay sonra yeni bir yurt binasının açılacağını, o zaman hepimizi alacaklarını söylediler. Ankara ayazı, hayatımın en güzel sonbaharını yaşama hayalimi kırdı geçirdi. Başımı sokacak bir yer bulma telaşına kapıldık.

GÜNLERCE SADECE YURT SORUNUNU KONUŞTUK

Babamla hazırlık sınavı için gitmemize günler kala evde sadece yurt konusu konuşulur olmuştu. Eş, dost, ahbaptan gelen bilgilerle özel yurtta kalmam şekilleniyor gibiydi. Fakat her ikisi de huzursuzdu. Her şeyden önce özel yurda nasıl güvenecektik? Kimindi bu yurtlar? Tarikatlarla bir bağlantısı var mıydı? Nerden bilecektik? Annem hemen her gün babama dikkat etmesi gereken başka bir şeyi tembihliyor, evdeki gerilim günden güne artıyordu.

Ankara’ya gider gitmez özel yurtları gezmeye başladık. Babamın içine sinenlerde yer yoktu, yer olanlar babamın içine sinmiyordu. Yersiz yurtsuz halimle hazırlık sınavına girdim. Çıkışta babamı bembeyaz bir yüzle beni beklerken buldum. Barut gibiydi. İlerdeki birkaç kişiyi işaret edip, ‘çocuğunuz namaz kılarsa yeri hemen hazır’ dediklerini söyleyip çevredekilerin de duyabileceği bir öfke ile verip veriştiriyordu. Özel yurt defteri de böylece kapanmış oldu.

Ankara’nın görkemli sonbaharı ağaç yapraklarını turuncudan sarıya boyarken içimde kapkara bir korku büyümeye başlamıştı. Kimseye yük olmak istemeyen yanım, akrabalarımın yanında kalma düşüncesini bir bıçak gibi eğeledi. Başkasının evinde kalma ihtimalimi düşündükçe içim daralıyor, o çaresizlikle sesimi çıkaramıyordum. Bizimkiler de aynı kafada insanlar olduklarından arayışa devam ettiler. Sonunda Beş Evler Öğretmen Evi’ne gittik. Babam müdürle görüşüp durumu anlattı. Her ikisi de öğretmen olduğundan on beş gün annemin, on beş gün de babamın yıllık hakkını kullanıp indirimli bir ücretle kalmama izin verdiler. Sonrasında tam ücrete geçeceklerini söylediler. Kabul ettik. Tek umudum bu bir ay içinde ODTÜ yurdunun açılmasıydı.

SÜREKLİ ERTELENEN AÇILIŞ

Sevdiklerimle vedalaşıp Ankara’ya doğru yola çıkan otobüse içimde bu umutla bindim. Sekiz saatin sonunda genzimi yakan is kokusuyla beni karşılayan Ankara’daki yaşamım ODTÜ’lü olmanın hevesiyle, öğretmen evinin öğrenci dünyasına çok uzak atmosferinin harmanlanmasıyla başladı. O bir ay anlamadan geçti. ODTÜ yurdundan ses yoktu. Açılışı sürekli erteleniyor, belirsizlik bir türlü bitmiyordu. Öğretmen Evi’nde benim gibi bir öğrenci daha vardı. Mersin’den gelen Hacettepe’yi kazanmış Melike. Birbirimizden güç alıyor, ailelerimize sıkıntı yansıtmadan bir şekilde bir çözüm bulmaya çalışıyorduk.

Bir gün okuldan gelince her ikimizin de eşyalarını üstün körü bavula tıkıştırılıp odanın kapısı önüne konulmuş halde bulduk. Yeni gelen müdür zoraki misafirliğimizin uzamasından sıkılmış, atılmamızı emretmişti. Apar topar görüşmeye gittik. Yüzümüze bile bakmadan dinliyor, bitirelim diye bekliyordu. O hoşnutsuz haliyle bizi geri almamak için epey direndi. O şaşkınlık ve şokla sadece ‘Siz şimdi bizi sokağa mı atıyorsunuz?’ diyebildiğimi hatırlıyorum. Melike benden daha cabbardı, ağzı iyi laf yapıyordu. Müdür, birkaç güne kalabalık bir toplantı olduğunu, yatak sayısının yetmediğini söyleyince, ‘biz aynı yatakta yatar gerekirse odaya bir kişi daha alırız’ deyiverdi. Geri kalan günlerimiz böyle geçmeye başladı. Odaya gelen üçüncü kişi sürekli değişiyor, Melike ile birbirimizi bekleyip odaya aynı anda girip, aynı anda çıkıyorduk.

TÜRKİYE HİÇ DEĞİŞMİYOR

Biz böyle takım halinde yaşayaduralım, günlerden bir gün Melike, teyzesinin aracılığı ile bulduğu Sayıştay’da görevli olan birinin onun yurt işini halledeceğini söyledi. Adam ile telefonda konuştuğundan, iki kişi olduğumuzu söylediğinden bahsetti. Yeni açılan bir KYK yurduna girebileceğimizi, istersem benim yurt işimi de halledebileceğini söyledi. Bizimkilerle konuşup tamam dedim. Birkaç gün sonra birlikte gidip bu bey ile görüştük. Ancak Türkiye hiç değişmiyor. Bir dertten kurtulmak için gittiğim yerden yeni bir dertle çıktığımı birkaç gün geçince anlayacaktım.

O görüşmeden bir iki gün sonra Öğretmen Evi’ne telefonlar, çiçekler ve notlar gelmeye başladı. Korktum. Utandım. Sinirlendim. Ne Ankara’nın güzelim sonbaharı ne ODTÜ’lü olmanın heyecanı, içimde artık hiçbir şey kalmamıştı. Doğru düzgün ders de çalışamıyordum. Resepsiyondakilere durumu aktarıp sıkıntımı paylaşınca beni bu tacizden korumak için ellerinden geleni yaptılar. Ancak artık hiçbir şey içimdeki tedirginlik duygusunu bastırmaya yetmiyordu. En sonunda dayanamayıp sıkılacağını bilsem de durumu anneme aktardım. Birkaç saat sonra annemin kuzeni olan dayım kıpkırmızı bir yüzle telaş içinde gelip beni oradan aldı. ODTÜ yurduna geçene kadar kalan günlerimi onların evinde güven içinde geçirdim. Üniversite hayatım ikinci dönem başında ODTÜ yurduna geçtiğimde başladı.

Bu anlattıklarımı 88 yılında yaşadım. Bugün günleri düşündüğümde başıma daha kötü bir şey gelmediği için şanslı olduğumu görüp o gün çektiğim sıkıntılarımdan utanıyorum.

Kabul edilemez bir ihmale kurban verdiğimiz Zeren Ertaş’ın ailesine, yakınlarına arkadaşlarına başsağlığı ve sabır diliyor, acılarını paylaşıyorum.

Bu sonbahar ayazında kalbim her gece yollara dökülerek ‘barınamıyoruz’ diyen gençlerle.