Üniversitelere halk eğitim merkezi muamelesi yapamazsınız

Aydın düşmanlığının milli spor olduğu, okuyanla iftihar edilecek yerde ‘entel dantel’ bulunarak dalga geçildiği bir ülkede böylesi bir keyfi uygulama öğrencilerin eğitim hakkını gasp etmek, onları güvensiz bir alana itmek demek. Bu kabul edilebilir değil

Bu hafta ülkenin çılgın ve çıldırtıcı gündemine bir de İstanbul Üniversitesi’nin halkla kaynaşma girişimi eklendi. Üniversite yönetiminin ‘duvarsız üniversite’ adını verdiği bu kararının ilk kareleri dün sosyal medyaya yansıdı. Elini kolunu sallaya sallaya amfi kapılarına kadar gelen, kim olduğu belli olmayan çoğu yaşça büyük erkeklerden oluşan kalabalığın kapı kenarında dikilip içeride neler olup bittiğine baktığı fotoğrafları gördük. Gelen tepkiler üzerine İstanbul Üniversitesi resmi internet sitesinde bir açıklama yaparak görüntüleri paylaşanları yalancılıkla suçladı. Basın açıklamasında fotoğrafların ‘ulusal bir televizyon kanalı yetkililerinin, daha önceden aldığı kurumsal izin çerçevesinde ileri bir tarihte gerçekleştireceği çekim için ders arasında görevli personellerinin eşliğinde yaptıkları ‘ön inceleme’ ziyaretine ait’ olduklarını söyleyen üniversite yönetimi, fotoğrafların ‘çarpıtılarak’ sosyal medyada paylaşılmasının ‘Açık Kapı - Açık Bilim felsefelerini’ yıpratmaya yönelik provakatif bir girişim olarak nitelendirmiş. Dahası bu kareleri paylaşanlar hakkında hukuki süreç başlatacaklarını belirterek göz dağı verilmiş. Aklımızla alay ediyor olsa gerek. Zira fotoğraflar ortada.

Yorumlamak için alim olmaya gerek olmayacak netlikteki bu görüntülere öğrencilerin tanıklıkları da eklenince üniversitenin konuya dair bir açıklama yapmaktan çok, tepki çeken uygulamanın üstünü kapatmak istemesiyle karşı karşıya kalıyoruz. İstanbul Üniversitesi’nin uzun tarihi içinde benzeri kim bilir kaç defa yaşanmış bu özel izinli çekimler ve mekân seçimi ziyaretlerine dair tek bir fotoğraf karesiyle karşılaşmadığımızı, öğrencilerden bu konuda rahatsızlık içeren paylaşımlar okumadığımızı düşündüğümüzde açıklama inandırıcı olmaktan çıkıyor. Ancak benim için konu bu açıklamanın doğruluğunu sorgulamak değil. O İstanbul Üniversitesi’nin meselesi. Ben daha çok üniversitenin kapılarını halka açma kararı ve bunu yapma şekli ile ilgiliyim. Gelin bu konu üzerinde beraberce düşünelim.

KAMPÜSLER HALKA AÇILMALI MI?

Basit bir evet/hayır sorusu gibi görünse de çok katmanı bu soruya cevap vermeden önce sorunun nasıl bir toplumsal ihtiyaç üzerinden şekillendiğine bakmak gerekiyor. Halk kapılara dayandı da böyle bir talepte bulundu mu? Bulunduysa tam olarak ne istedi? Kampüse girip ellerini kollarını sallayarak dolaşmak mı, yoksa üniversite öğrencileri ile birlikte derslere girip ders dinlemeyi mi istediler? Zira İstanbul Üniversitesi’nin kimi yerde Duvarsız Üniversite, kimi yerde Açık Kapı - Açık Bilim adını verdiği ‘felsefeleri’ bu iki farklı alana açılıyor. Burada iki farklı uygulama, iki farklı niyet var.

TARİHİ KAMPÜSLERİN ZİYARETE AÇILMASI

Konu gündeme geldiğinden beri bazıları yurtdışındaki üniversitelerden örnekler vererek üniversitelerin halka kapılarını açması gerektiğini savunuyor. Hiçbir sosyokültürel farklılığın göz önünde bulundurulmadığı ve güvenlik ile ilgili güncel durum değerlendirilmesi yapmadan, genel geçer bir kanı ile öne sürülen bu ön kabulü hayli tartışmalı buluyorum. Bu konuyu kendi deneyimim üzerinden yaklaşarak değerlendireceğim.

Mezunu olduğum Glasgow Üniversitesi 1451’de kurulmuş 573 yıllık köklü bir okul. Adam Smith, James Watt, Lord Kelvin gibi önemli mezunlarının olduğu, yedi Nobel Ödül’lü bilim insanı, üç başbakan çıkaran, Albert Einstein’ın İzafiyet Kuramı’nı ilk defa anlattığı bu tarihi okul Glasgow’u ziyaret eden pek çok insan için merak edilen noktalardan biri. Zaman içinde farklı mekanlarda eğitim veren, 1870’den beri bugünkü binasında akademik yaşamına devam eden Glasgow Üniversitesi İskoçya’nın en eski müzesi olan Hunterian Müzesi’ne de ev sahipliği yapıyor. Britanya’daki tüm müzeler gibi halka açık ve ücretsiz olan Hunterian, üniversitede zooloji ve anatomi alanları başta olmak üzere fen bilimleri ile sosyal bilimlere yapılan katkının gözler önünde serildiği, yüzyıllar boyunca üretilen bilginin sergilendiği bir yer. Aynı zamanda halk ile üniversitenin önemli kesişme mekanlarından biri. Orta öğretimdeki öğrencilerin okullarınca getirildiği müze halk için farklı etkinlikler de düzenliyor. Bu etkinliklerin belli bir programı, bellli bir takvimi var. Senelik olarak hazırlanan bu etkinliklerin hepsi halka açık, halk için.

Hunterian Müzesi ve Glasgow Üniversitesi, Glasgow için hazırlanan turizm sayfalarında da yer alıyor. Mekanlar sadece yerel halka değil, yabancılara da açık. Ancak kurallar dahilinde. Kampüsün ana kapısından girince hemen karşısında bir Ziyaretçi Merkezi bulunuyor. Buradan gerekli bilgileri alan ziyaretçiler belli saatler aralığında tarihi kampüsün içinde kalan iki bahçeyi ve müzeyi gezebiliyorlar. Onun dışında herhangi bir bölüm binasına girilmesi yasak. Benzer biçimde halkın kafasına göre derslere girmesi, dinleyici olarak izlemesi ya da derslere online katılması söz konusu değil.

Bu şekilde organize edilen bir düzende üniversite halka yakınlaşarak halkı bilgilendirme, akademik eğitime merak uyandırma, heveslendirme gibi görevlerini yerine getirebiliyor. Akademik birikim ile günlük yaşam iç içe geçebiliyor. Böylece ziyaretçiler genelde halka kopuk gibi algılanan akademik yaşantıyı, aynı mekân içerisinden izlenebilme fırsatını bulabiliyorlar. Zira düşüncede özgür, ancak çalışmakta, sorumlulukları yerine getirmekte, kurallara uygun davranmakta görkemli olan akademik hayat günlük yaşamdan hayli farklı. Üniversite kampüsüne giren bir yabancı, o alanda olduğu sürece üniversitenin kurallarına uygun davranmak zorunda. Nasıl kimse evine gelen misafirin evin içinde kafasına göre gezmesini istemezse, üniversitelerde de halka açık olan alanların bir sınırı ve kuralları var. Olmak zorunda. Bunlar iyice belirlenmeden, bir düzene oturtulmadan kampüsleri millet bahçesiymişçesine halka açmak bu kuralları hiçe saymak demek.

DERSLİKLERİN HALKA AÇILMASI

Gelelim ziyaretçilerin derslere girmesi meselesine. İstanbul Üniversitesi’nin Açık Kapı – Açık Bilim adını verdiği uygulamalarında üniversite hocalarının izin vermesi halinde halktan insanların da dersliklere girip dersleri dinleyebilmelerine olanak tanınmış görünüyor. Şahsen niçin böyle bir karar aldıklarını anlamakta zorlanıyorum. Bu uygulama bana birkaç sebepten hatalı görünüyor. Vaktinde Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü’nde dersler vermiş biri olarak bırakın öğrencileri, başta ben bundan rahatsız olurdum. Zira sınıfların bir ruhu vardır. Bu ruh zamanın farklı yerlerinde bulunan ancak birkaç sene sonra birer meslektaş olacak insanların yol arkadaşlığını barındırır. Bu korunması ve gözetilmesi gereken sorumluluk dolu bir paylaşım. O gün ne yaşamış olduğunuzdan, kişisel sorunlarınızdan, uykunuzu alıp alamamanızdan bağımsız olarak, yıllardır okuyup öğrendiklerinizle şekillendirdiğiniz ve ne kadar iyi bilirseniz bilin hazırlanarak geldiğiniz o birkaç saat içinde zihninizdeki her şeyi en anlaşılır biçimde vererek karşınızdaki insanların kişisel donanımlarına katkı sunma sorumluğu hiçbir şekilde bölünmeye açık bir alan değildir. O ders, orada olan öğrencilerin emek vererek elde ettikleri bir haktır. Bu hakkın korunması akademinin ve akademisyenin sorumluluğundadır. Bu sorumluluk kimi zaman değil bir yabancıyı derse geç kalan bir öğrenciyi bile arada alacak kadar keskindir. Aydın düşmanlığının milli spor olduğu, okuyanla iftihar edilecek yerde ‘entel dantel’ bulunarak dalga geçildiği bir ülkede böylesi bir keyfi uygulama öğrencilerin eğitim hakkını gasp etmek, onları güvensiz bir alana itmek demek. Bu kabul edilebilir değil. Üniversitelere, Halk Eğitim Merkezi muamelesi yapamazsınız. Yapmamalısınız.

APAR TOPAR GETİRİLEN KURALLAR

İstanbul Üniversitesi bu birkaç günlük halka açılma meselesini bugün yaptığı bir başka açıklama ile daha makul bir çerçeveye çekmiş görünüyor. Buna göre kampüse gireceklerin önceden kimlik bilgilerinin yazılı olduğu bir form doldurmalarını zorunlu hale getirmiş. Buna ek olarak ziyaret saatlerinin 13:00-16:00 olarak belirlendiği, idari binaların ve dersliklere ziyaretçi alınmayacağı, güvenlik görevlilerinin girişte ziyaretçileri denetleyerek ziyaretçi kartları vermesini karara bağlamış. Gerekli olması halinde güvenlik görevlilerinin ziyaretçilere müdahale etme yetkisinin verildiği belirtilmiş. Bu makul çerçeveye geçilmesi sevindirici olsa da İstanbul Üniversitesi’nde şu birkaç günde olanları şaibeli bulduğumu belirtmem gerek. Neyi, niçin denemeye çalıştıklarını bilemem. Ancak bu vesile ile üniversite öğrencilerinin güvenliklerinin sağlanmasında, derslerin akademik gerekliliklere uygun ve eğitimin gerektirdiği sorumluluk duygusuyla yapılmasının üniversite yönetiminin asli görevi olduğunu hatırlatmak isterim. Yanlıştan dönülmesi sevindirici.

Konudan bağımsız olarak yazımı kişisel bir not ile bitirmek istiyorum. Yazılarıma birkaç hafta ara vermek durumunda kaldım. Zihinsel olarak yorulmuştum. Böyle bir araya ihtiyacım vardı. Anlayışınız için teşekkür ederim.