Kim bu gerçek Raskolnikov?

Fransız yargıçları Lacenaire’i giyotine gönderirlerken, Dostoyevski roman kahramanını Sibirya’ya kürek mahkumluğuna gönderir. Suçun ve cezanın, vicdan azabının ve çile çekmenin, kefaretin ve yeniden var olmanın romanı işte böyle yazılır.

Benim de aralarında olduğum bir nesil romanlarla erken yaşlarda tanıştı. Okuma alışkanlığının önemsendiği, akıllı telefonların henüz dikkati çalmadığı, kitapları dinlemek gibi bir adetin yerleşmediği günlerde roman okuru olmak biraz da yetişkin olmak demekti. Her çocuk bu eşiğe bir an önce yaklaşmak ister mi, yoksa 70’lerde çocuk olan bizler mi pek meraklıydık bilmiyorum ama çocukluk, hepimiz için bir an önce geride bırakılması gereken bir dönem gibiydi. Büyük olma hevesini parlatıp durduğumuz günlerin önemli eşiklerinden biri de evde bizden büyüklerin okudukları kitapları okumaktan geçiyordu.

Bu eşiği geçmeye meraklı olanlardan biri olarak kendimi yetişkin olarak hissettiğim iki olay var: İlki kış aylarının neredeyse tamamında hasta olduğum için daha ilkokul üçteyken annemlerin kullandığı 800 mg’lık antibiyotiğin yazıldığı gün ile orta okul ikiye geçtiğim yaz Suç ve Ceza’yı bitirdiğim ağustos ayı. Kitabı bitirip yana bıraktığımda orta ikiye devam edecek yeniyetme bir ergen değil de otuz yaşlarına gelmiş, hayatın sırlarını çözmüş -hatta epey yorulmuş- biri gibi hissediyordum. Bu hissimde yalnız da değildim. O yaz aynı kitabı okuyan diğer arkadaşlarım da benim gibi büyümüş, benim gibi yorgunlardı.

Büyük olma eşiğini Suç ve Ceza ile geçen bizler orta okul üçe Raskolnikov ile başladık. Henüz çok roman okumamıştık ama en sevdiğimiz roman kahramanı oydu. Birçokları için Raskolnikov en sevilen roman kahramanı olarak kaldı. Ne o zaman, ne de sonraki okuyuşlarımda Raskolnikov’un kendinden önce yaşamış birinden esinlenilerek yazılmış olabileceğini hiç düşünmedim. Dahası, Nurdan Gürbilek’in Sessizin Payı adlı kitabında Raskolnikov’a ilham veren Pierre François Lacenaire’in hikayesini anlattığı bölüme kadar buna ihtimal bile vermemişim. Gündemden bunalan büyüme hevesliler için bu hafta bu konuyu yazmaya karar verdim.

KURGUNUN ARDINDAKİ GERÇEK

Hemen cevaplayayım. Pierre François Lacenaire on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Fransa’da yaşamış entelektüel bir katil. Lyon’un ünlü burjuva ailelerinden birine mensup olan Lacenaire, on üç çocuklu aileye dördüncü çocuk olarak doğar. Ancak anne ve babası diğer çocuklarına şefkatle yaklaşırken onu dışlarlar. İstenmeyen bir çocuk olarak büyüyen ve sıklıkla terk edilmişlik hissi yaşayan Lacenaire’in iç dünyasında adaletsizliğe uğrama duygusu ve acımasızlığın tohumları daha çocuk yaşlarda filizlenir. Ne var ki, bu dışlanma derslerini etkilemez. Aksine, oldukça çalışkan bir öğrencidir. Edebiyata, özellikle de şiire büyük yeteneği vardır. O edebiyatla ilgilenedursun, babasının onun hakkındaki planları farklıdır. 1820’de bir noterin yanında çalışmaya başlayan Lacenaire, sonrasında bir bankerin yanında geçer. Ancak hayal ettiği yaşantı bu değildir.

1825’te hukuk okumak için Paris’e gider. Babasının işleri bozulunca okulu yarıda bırakarak sahte bir isimle orduya yazılır. Kısa bir süre sonra ordudan kaçar ve Lyon’a geri döner. Sonrasındaki bir yıl boyunca gezgin bir içki satıcısı olarak İngiltere ve İskoçya’yı dolaşır. Fakat ne yaparsa yapsın kürkçü dükkanına dönmekten kurtulamaz. İskoçya dönüşünde vaktinde yaptığı imzada sahtecilik suçları ortaya çıktığından yakayı ele verir. Aile adını temizlemek isteyen babası bu sefer gerçekten orduya katılmasını şart koşarak kefaletle serbest kalmasını sağlar. Bunun üzerine Lacenaire’in yolu Yunanistan’a düşer. Osmanlı İmparatorluğu’na karşı yapılan savaşta Yunan birliklerine destek veren Fransız ordusunda yerini alır.

Tüm bunlar olup biterken şiirleri ve makaleleri dergilerde yer bulmaya başlamış, edebiyat alanında bilinen bir isim olma yoluna girmiştir. Ancak asıl kariyeri bu yaptıklarından çok daha farklıdır. Lacenaire’in hırsızlık, imzada sahtecilik ve adi suçlarla başlayan gerçek kariyeri, vahşet dolu cinayetleri gözünü kırpmadan işleyen bir katil olarak sonlanacaktır. Fransa tarihinin gördüğü en ilginç suçlulardan olan Lacenaire, suç ortağı Avril ile işledikleri cinayetlerin hepsi kasıtlı ve zalimcedir. Kurbanları masum ve suçsuz insanlardır. Bir banka memurunu ve kendi öz annesini öldürür.

Bu cinayetlerden yargılanmadan önce adi suçları nedeniyle kısa süre cezaevine girer. Oradaki gözlemlerini ‘Hapishaneler ve Fransız Ceza Sistemi’ adlı bir makalede toplayarak yasaları kıyasıya eleştirir. Para için işlediği cinayetlerden umduğunu elde edemeyen Lacenaire, suç ortağının kendisini ele vermesiyle yakalanır. Bu yakalanma ona büyük bir şöhret getirir.

Lacenaire, alışılagelen katillerden farklıdır. Mahkemede hiçbir pişmanlık duymadan suçunu itiraf eder. Ancak savunma yapmaz. Soğukkanlıdır. Kendini savunmak yerine mahkemeyi suçlamaya başlar. Ona göre işlediği cinayetler toplumsal adaletsizliğe karşı birer başkaldırı niteliğindedir. Kendi elleri ne kadar kanlıysa, yargıçların ellerinin de o denli kanlı olduğunu savunur. Şık kıyafetleri, bakımlı hali, savunmasını yaparken kullandığı söylem ve tavırlarıyla mahkeme salonunu yargıçlara meydan okuduğu bir performansa, bir tiyatro sahnesine dönüştürür. Paris’te bir efsane halini alan Lacenaire’in hücresini Victor Hugo, Théophile Gautier gibi yazarlar ziyaret ederler. 1836’da giyotine götürülürken en ufak bir pişmanlık belirtisi göstermez.

Gerçek bir anti-kahramana dönüşen Lacenaire, edebiyat dünyasının gündeminde hayatta olduğundan daha uzun süre kalır. Balzac ve Dostoyevski, Lacenaire’e olan ilgilerini açıkça beyan eden yazarlardandır. 1861-62 yıllarında çıkardığı gazetede Dostoyevski, Lacenaire’in hikayesinin romanlarda anlatılanlardan çok daha ilginç olduğunu yazacaktır. Bundan 4-5 yıl sonra Suç ve Ceza’yı yazmaya başlayan Dostoyevski, kalemiyle bir yandan ünlü kahramanı Raskolnikov’u yaratırken bir yandan da Lacenaire’e yeniden hayat vermektedir.

İki genç arasındaki benzerlikler ilginçtir. Lacenaire gibi, Raskolnikov’da St. Petersburg’a hukuk okumak için gelmiştir. O da parasızlık yüzünden okulu bırakmak zorunda kalır. Tıpkı Lacenaire gibi, Raskolnikov’un da Suç Üzerine adlı yayınlanmış bir makalesi vardır. Bu makalesinde Raskolnikov yasalara olan derin inançsızlığını ortaya koymaktadır. O da para için elini kana bular. Vahşi bir cinayet işleyerek tefecilik yapan yaşlı Alyona İvanova ve kız kardeşinin öldürür. Ne var ki, eline geçen az miktarda para vicdanını susturmaya yetmez. Dostoyevski’nin gerçeğe müdahalesi işte tam da burada başlar. Gerçek ile kurgu burada ayrılır. Dostoyevski katiline, Lacenaire’de olmayan şeyi, vicdanı koyar. Raskolnikov, aleyhinde hiçbir delil yokken cinayetten on iki gün sonra gidip polise teslim olur.

Lacenaire ve Raskolnikov, biri gerçek hayatta, diğeri kurgu dünyasında yetenekli, hırslı, hukuk bilgileri olan ama yasalara inançları olmayan, önleri tıkanmış gençler olarak karşımızda dururlar. Fransız yargıçları Lacenaire’i giyotine gönderirlerken, Dostoyevski roman kahramanını Sibirya’ya kürek mahkumluğuna gönderir. Suçun ve cezanın, vicdan azabının ve çile çekmenin, kefaretin ve yeniden var olmanın romanı işte böyle yazılır.