Kızıl Goncalar, Ömer, vd…

Çatışmanın tarafları artık muhafazakârlar ve onların bile illallah ettiği dini kendi çıkarları için kullanan düzenbazlar. İşte bu örtüyü kapatmak artık imkânsız. Bunu ne RTÜK yasakları ne baskı, ne de sansürle yapmanın yolu kalmadı.

Tartışma yeni değil. Bugün Kızıl Goncalar dizisi özelinde yaşananları son on yıla bakmadan değerlendirmenin yüzeysel olacağı kanısındayım. Zira zaman içinde muhafazakar karakterlerin hikayelerinin yer aldığı televizyon dizilerini eleştiren ve savunan gruplar arasındaki yer değişikliği ilginç. Bu nedenle bu haftaki yazımda hem sözünü ettiğim bu yer değiştirme üzerinde birlikte düşünmek, hem de bu tür dizilerin bugüne kadar yapılan en keskini olan Kızıl Goncalar’a gelen sürece beraberce bakalım istedim.

BİR TÜRLÜ HUZUR BULAMAYAN HUZUR SOKAĞI

Bu değerlendirmeye 2012 yılında ekranlara gelen Huzur Sokağı’ndan başlamak yerinde olur. Şule Yüksel Şenler’in aynı adlı romanından ekranlara uyarlanan Huzur Sokağı yayınlanmaya başlar başlamaz toplumda belli bir kesimin tepkisini çekmişti. Yayınlandığı güne kadar ana akım bir kanalda neden bu türden bir hikâyeye yer verilmediğini tartışmak bir yana, dizinin tarafları ve karşıtları diziyi yalnızca bir ‘hidayete erme hikayesi’ olarak değerlendirerek bu aks üzerinden ayrıştı. Bilmeyenler için konuyu kısaca hatırlayalım.

Zengin bir ailenin erken yaşta annesini kaybetmiş, onu sevmeyen bir üvey anne ile sevgisini gösteremeyen bir baba arasına sıkışan genç kızın yönelişi hikâyenin ana aksını oluşturuyor. Arkadaşları arasında girdiği basit bir iddia sonucunda etkilemeye çalıştığı muhafazakar erkeğe âşık olup yaşam tarzını, onun yaşam tarzına göre değiştirmesi ile devam eden Huzur Sokağı, türbanlı genç kızların hikâyenin ana karakterleri olarak yer aldığı ilk televizyon dizisi olması bakımından anlamlı.

O dönemki tartışma daha çok bu hidayete erme ekseninde yapıldı. Herhangi bir yayın cezası ya da sansür alması akla hayale gelmeyen dizi bilakis bugünün sansürcü zihniyeti tarafından desteklendi. Daha da önemlisi bir zamanlar gizli saklı okunan ve türbanlı genç kızlar için rol model teşkil eden bu hikâye özü itibarı ile bu misyonunun geride kaldığı bir dönemde ekrana gelmişti. Başka bir deyişle AKP iktidarında ekranlara gelen roman, toplumsal dönüşümdeki sosyolojik araç olma özelliğini çoktan kaybetmişti. Yine de ‘hidayete erme’ meselesi diğer tüm gerçeklerin önünde geliyor, diğer gerçekler ekrandan akıp gidiyor ancak bir türlü ilgiyi üzerlerine çekemiyorlardı.

AHLAKÇILIĞIN ÇÖKÜŞÜ

Aynı gence âşık olan dizinin diğer kahramanı türbanlı genç kızın sözüm ona dinine bağlı annesinin yaptığı fitne fücurlar, iyi – kötü dengesinde her zaman iyi tarafta olan ancak başı açık olduğu için ‘örtülü’ kadınlar tarafından sürekli arkasından konuşularak dışlanan masum bir genç kızın uğradığı haksızlıklar tepki çekmediği gibi basit bir öz eleştiri yapılmasına da vesile olamadı. Zira bir cemaate dahil olmak, aynı sosyal kimliği paylaşmak, bu tür etik dışı ve ahlaken yoksun davranışların eleştirilmesinden önce geliyor.

Bu açıdan bakıldığında türban sadece kadının başını örtmekle kalmıyor, ötekileştirilenlerde eleştirilen davranışların aynı zümreye ait olanlarca yapıldığında üstünün örtüldüğü bir araca dönüşüyor. Beden gibi gerçekler de örtülüyor. Bunun neticesinde Huzur Sokağı adı verilen, muhafazakâr insanların yaşadığı mahallede bir türlü huzura erişilmiyor. Dizinin son sezonunun senaristlerinden biri olduğum için bu sorgulanmanın neden yapılmadığı o dönem hayli ilgimi çekti. Zira repliklerde yeterince done vermiştik ancak bu sorgulama bir türlü gerçekleşmedi. İzlenme paylarına bakıldığında her beş kişiden birinin izlediği ve tüm izleyici grubunda ilk üçe giren Huzur Sokağı bu türden eleştirilerin yapılmadığı bir dönemde ekranda bir milat oluşturdu.

Bu milattan günümüze geldiğimizde Ömer, Kızılcık Şerbeti ve son olarak Kızıl Goncalar’la karşılaşıyoruz. Her biri prime-time’da gösterilen bu dizilerin hepsinde çatışmanın bir tarafında muhafazakâr karakterler varken Kızıl Goncalar’da bir ‘Faniler’ denen bir tarikat ile karşılaşıyoruz.

Türbanlı karakterlerin ev içi yaşamlarını gözler önüne seren Huzur Sokağı’ndan çıktığımız yolda bu defa bir tarikatın içindeki yaşamla karşı karşıyayız. Ne var ki Kızıl Goncalar etrafında oluşan ayrışmada, Huzur Sokağı’nın karşıtı ve taraftarının yer değiştirdiğini görüyoruz. Daha on yıl önce televizyon ekranlarında bir türbanlı karakter görmekten hoşlanmayanlar bugün tavrını gerçeklerden yana koyarak bir tarikatın iç yüzü ekrana geldi diye uygulanan sansüre kayıtsız kalmıyor. Özellikle X platformunda Kızıl Goncalar’a uygulanan sansüre tepki bir hayli yüksek.

Ancak elbette çok yetersiz, etki gücü şüpheli bir tepkiden söz ettiğimizi belirtmek gerek. Vicdanın soluk soluğa yetişmeye çalıştığı bir gündemde bir televizyon dizisi etrafında dönen tartışmalar hızla kayıp gitse de gelinen yer boş bırakılmaması gereken bir satıh. Zira burada da mesele, tıpkı daha önce olduğu gibi, ekranda olan bitenden çok ekranın dışına kaymış durumda.

Çok değil, bundan yirmi yıl önce kuşatılmış mahallelerin dar sokaklarından çıkıp ana akım medyanın kanallarından birinin en kıymetli yayın saatinde ekrana gelmenin hayal olduğu bir topluluk bugün çok övündükleri, yaymak için çabaladıkları yaşam tarzının aynen olduğu gibi ekranlara gelmesinden neden bu kadar rahatsız?

RTÜK’ün “Milli ve manevi değerlere, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırılık” maddesinin ihlali gerekçesi altında bir kılıf uydurarak yayın durdurma ve para cezası verdiği bu hükmün ‘keyfimin kahyası mısın’ şeklinde özetlenebileceği hepimizin malumu. Zira dizinin hikayesinde bu gerekçeyi doğuracak bir çatışma yok. Aksine, Özgü Namal’ın canlandırdığı Meryem’in tutumları üzerinden değerlendirdiğimizde üstün zekalı kızına özgür bir gelecek sağlama telaşında olan bir anneyi, namahrem de olsa söz konusu yatalak bir hasta olduğu zaman elinden gelen iyiliği yapmaktan geri durmayan bir insanı, bağlı olduğu tarikatın ticarethanesindeki üretim yalanına karşı duran bir kadını görüyoruz. Karakterin gerek anne gerek insan gerekse bağlı olduğu topluluğun ahlaki kurallarına uygun davrandığı ortada. Yaşamını ilkeleri doğrultusunda düzenleyen bir mütedeyyinden bahsediyorsak Meryem bunun için biçilmiş kaftan.

Burada bir sorun olmadığına göre asıl sorun dizinin kadınların baskı altına alındığı, eğitim almalarının hoş karşılanmadığı, genç yaşta istemedikleri evlilikler yapmak zorunda bırakılmalarını ortaya koyan yanının yarattığı hoşnutsuzluk olsa gerek. Eğer böyle bir rahatsızlık varsa ‘benim başörtülü kardeşlerim üniversitelere gidemiyor’ diyenler neden suskun? Nasıl oluyor da böylesi ucube bir yapı, yılların politik desturunu yok edebiliyor? Neredesiniz?

Geldiğimiz noktada başka bir kırılma, başka bir hesaplaşma var. Her ne kadar bahsettiğim dizilerin tümünde muhafazakâr ve seküler karakterler arasındaki çatışmalardan beslenen hikayeler kurulsa da, karakterlerin iyi-kötü dağılımına baktığımızda böyle bir ayrım bulunmadığını görüyoruz. Her iki taraftan da iyiler ve kötüler var. Hayatta olduğu gibi.

Bugün Huzur Sokağı’nda muhafazakâr karakterler tarafından yapılan her kötülüğü kapatan ve o gün bir türlü sorgulanmayan o örtü artık yok. Zira bundan on yıl önce hiç konuşulmayan o örtüyü Kızıl Goncalar ve Ömer kaldırmış durumda. Burada Ömer’in ikinci sezonunda işlediği ve bu hafta yayınlanan bölümünde muhafazakâr karakterlerin, tarikat oluşumuna kafa tutmasına dikkat çekmek isterim. Çatışmanın tarafları artık muhafazakârlar ve onların bile illallah ettiği dini kendi çıkarları için kullanan düzenbazlar. İşte bu örtüyü kapatmak artık imkânsız. Bunu ne RTÜK yasakları ne baskı, ne de sansürle yapmanın yolu kalmadı. İsteseniz de, istemeseniz de bu yüzleşme yapılacak. Vazgeçmeyecek, yazacağız.