New York sahnelerinden Türkiye gerçekliğine

İbsen’in Bir Halk Düşmanı, ‘Dünyanın en güçlü insanı gerektiğinde yalnız durabilendir’ sözüyle biter. Bugünün koşullarına aldırmadan bu duruşu koruyanlara selam olsun. Yaşamı pahasına bu tavrından ödün vermeyen Sabahattin Ali’nin ruhu şad olsun.

New York Magazine’in bu ayki sayısında oyun yazarı Amy Herzog ve yönetmen eşi Sam Gold ile yapılan söyleşi dikkatimi çekti. 2002’den beri bir arada olan çift, bir daha asla birlikte tiyatro yapmayacakları yönündeki kararlarını Henrik İbsen’in Bir Halk Düşmanı oyununu sahnelemeye karar verince rafa kaldırmış. Gold, 27 Şubat’ta ilk gösterimini yapan oyundaki hedefini ‘Bugünün siyasetinde sağ ve solun liberal ve illiberalle eşleşmiyor olması bizi karanlık bir alana hapsediyor. Bu karanlık alanı aydınlatmak istiyorum’ sözleriyle belirtiyor. Önceki yazılarımdan birinde Bir Halk Düşmanı’ndan bahsetmiştim. O yazıyı okumamış olanlar için oyunun konusunu kısaca hatırlatayım.

BİR HALK DÜŞMANI

Henrik İbsen, Bir Halk Düşmanı’nı Norveç’in turistik bir kaplıca kasabasında geçirir. Düzenli olarak kaplıca sularından örnekler alıp analiz eden Doktor Stockmann, bölgede yeni kurulan bir fabrikanın atık sularının kaplıca sularına karıştığını ve gerekli düzenlemeler yapılana kadar kaplıcaların kapatılması gerektiğini söyler. Bu durum başta Belediye Başkanı ve kaplıcaların yönetim kurulunda olan abisinin hoşuna gitmez. İki kardeş arasında siyasi, entelektüel ve etik görüş ayrılıkları ortaya çıkar. Belediye Başkanı olan Peter Stokmann, kardeşinin konuyu abarttığını, kasabanın kaplıcadan gelecek paraya ihtiyacı olduğunu, restoran ve otel sahiplerinin kaplıcaların kapatılmasını asla kabul etmeyeceğini söyler. Basını da yanına alır. Cebini düşünen halk belediye başkanından yana durarak doktora cephe alır. Yerel gazetede başkandan yana tavır gösteren, Doktor Stokmann’ı ise halka düşmanlık yapmakla suçlayan yazılar yayınlanır. Doktor Stokmann, bunlara aldırış etmez. Tek başına kalmasına rağmen herkesi karşısına alarak hatadan dönülmesi için elinden geleni yapar. Ancak iş yeri sahipleri, yerel basın ve idareciler arasındaki ilişkiler arasında ufalanır. Halk düşmanı yaftasından kurtulamayarak kasabadan göçmek zorunda kalır.

OYUNDAN GERÇEĞE

İbsen’in oyununda siyasiler, basın ve bilim insanları arasında kurduğu üçlü yapı günümüzde dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, ülkemizde de ucu ranta açılan her olayda siyasiler lehine olacak şekilde bozulmuş durumda. Bilim insanlarının dikkate alınmamasının yol açtığı felaketlerin sonuncusunu 13 Şubat’ta Erzincan İliç’deki Çöpler altın madeninde yaşadık. Bu yazıyı yazdığım gün itibarı ile dokuz maden işçisi hala göçük altında. Giderek unutuluyorlar. Siyanürün çevreye verdiği zararı ise henüz konuşamıyoruz bile. Bilimin devre dışı bırakıldığı yozlaşmış bir dünyada böylesi felaketlerin tekrarlanmaması sadece ama sadece şansa bağlı. Yazının başında bahsettiğim söyleşisinde Gold, bu yozlaşmanın yarattığı tehlikeler karşısında halkın bilim insanlarının seslerinin duyulması yönünde baskı oluşturmasının gerekliliğine vurgu yapıyor. Elbette haklı.

GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR

Bu talebin gerçekleştirilebilmesi için halkın haber alma hakkına sadık kalarak çalışan gazetecilere ve onların seslerinin duyulmasına ihtiyacımız var. Gazetecilik mesleğine ihanet etmeden, her türlü baskı karşısında bu anlayıştan vazgeçmeyen yüz akı gazetecilerimizin olması bizim için önemli bir umut noktası. Onların satırları aynı zamanda bir buluşma noktası. Nasıl halkın gazetecilere ihtiyacı varsa, gazetecilerin de halkın desteğine ihtiyacı var. Günümüzde bazı satırlardaki buluşmalarımız bir eylem meydanında yan yana durmaktan farksız. Bu dayanışmaya ihtiyacımız var. Zira yalnız bırakılan, kaderine terk edilen, sonu meçhule giden bir yolda tek başına kalıyor. Bunlardan biri 25 Şubat’ın doğum günü olması vesilesi ile geçtiğimiz gün andığımız Sabahattin Ali.

ANLAT DERDİNİ MARKO PAŞA’YA

Sabahattin Ali’nin ‘halk düşmanı’ ilan edilip hedef haline getirilmesi siyasi mizah dergisi Marko Paşa’daki yazıları ve orada yürüttüğü görevden sonra ayyuka çıkar. 1946 – 1950 yılları arasında yayınlanan ve Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi isimlerce kurulan Marko Paşa’da halkın konuşmaktan bile çekindiği konular cesurca ele alınır. Tek parti döneminin yandaş basınına ve yasaklarına kafa tutan dergi halktan yana olan tavrından taviz vermez. Bu duruşun elbette bir bedeli vardır. Marko Paşa dört yıllık yayın hayatında toplam yedi isim, sekiz sahip, on yazı işleri müdürü, dokuz matbaa ve on adres değiştirerek yetmiş yedi sayı çıkarabilir. Gazetenin yazı işleri müdürleri hükümet tarafından dava edilir, hedef gösterilir, çeşitli hapis cezalarına çarptırılır. İlk yazı işleri müdürü Sabahattin Ali ise katledilir. Gelin Sabahattin Ali’nin 117. yaşını Marko Paşa’daki satırında buluşarak analım.

‘BİZİ SEVMİYORLAR’

(…) Kendi menfaatlerini milletin menfaatinden üstün tutanlara, kendi hak edilmiş ekmeklerini yiyebilmekte devam etmek için milletini kölelik zincirleri, cehalet karanlığı, korku uyuşukluğu içinde bırakmaya çabalayanlara lanet olsun!’ (…) ‘Biz istiyoruz ki bu topraklar üzerindeki insanlar kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun zararına yaptıkları işlerden hesap versinler.’ (…) ‘Bugün memlekette hüküm yürütenler bizi sevmiyorlar. Eh cümle alem gördü ki, biz de kendimizi onlara sevdirmek için uğraşmadık.’

İbsen’in Bir Halk Düşmanı, ‘Dünyanın en güçlü insanı gerektiğinde yalnız durabilendir’ sözüyle biter. Bugünün koşullarına aldırmadan bu duruşu koruyanlara selam olsun. Yaşamı pahasına bu tavrından ödün vermeyen Sabahattin Ali’nin ruhu şad olsun.

Bu halk sizleri unutmayacak.