Prens Harry: Kahraman mı? Kurban mı?

Zira adını Antik dünyanın Av Tanrıça’sından alan Diana’nın paparazzilerce avlanıp kurban edilmesinden sonra oğlu da kişisel hırslar uğruna kurban edilme yolunda ilerliyor demektir. Üstelik kendini kahraman sanarak.

Birleşik Krallık, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en sert ekonomik ve sosyal koşulları yaşayadursun, Prens Harry beklenmedik şekilde ortalığı karıştırdı. Oprah’la yaptıkları sansasyonel röportajın yankıları henüz dinmemişken, altı bölümlük Netflix belgeseli, ardı ardına söyleşiler ve Spare (Yedek) adını verdiği otobiyografik kitabı ile Pasifik kıyısından Buckingham Sarayı’na roket üstüne roket atıyor. Ne var ki, henüz hiçbir girişimi Kraliyet Ailesi’nin yüzyıllardır öğrenilmiş suskunluğunu bozamadı. Ne onların bu sessizliği bozmaya ne de Harry’nin durulmaya niyeti var gibi görünmüyor. Rekor seviyelere ulaşan hayat pahalılığı ve enflasyon değerleri, sağlıktan ulaşıma sendikaların art arda aldığı grev kararları arasında Harry’nin kimi anne yasından kurtulamayan 12 yaşındaki haliyle, kimi ‘bu kadar da olmaz’ dedirten kafası güzel ergen tavırlarla İngiliz halkının karşısına çıkması pek hoş karşılanmadı. Onca derdin arasında çeşitli suçlamalarla ailesini karşısına almasını çoğu kişi şımarıkça buluyor. Yeni yıla girdiğimizden beri aralıksız olarak yaptığı açıklamalar bir yandan ‘düş yakamızdan’ hissi uyandıra dursun, ‘acaba daha neler söyleyecek’ merakı yüzünden çoğu kişi için bağımlılık yapan kötü bir televizyon dizisine dönüştü.

Ancak Harry bir ilk değil. Hatta Kraliyet Ailesi’nin aşina olduğu bir durumun son temsilcisi. Bu yazıda Prens Harry’nin durumuna biraz İngiliz tarihi, biraz da o tarihin en şenlikli yazarlarından Shakespeare üzerinden bakıp fırsat bu fırsat gündeme kısa bir magazin molası verelim istedim.

İNGİLTERE TARİHİNDE YEDEK OLMAK

Tarihçi Anne Whitelock, İngiliz tarihi boyunca varisten sonra gelen kardeşlerin tutku dolu, öfkeli çıkışlarına sıkça rastlandığını, yedek olmanın kolay kolay kaldırılabilecek bir psikoloji olmadığının altına çizerken, bunun ilk örneğinin 1000’li yılların başında İngiltere’nin Norman kökenli ilk kralı Fatih William’ın (William The Conqueror) iki oğlu William ile Harry arasında yaşandığını söylüyor. Bu isim benzerliği kaderin bir cilvesi midir bilinmez. Whitelock, bu hikayede tahtın yedek varisi Harry’nin New Forest’daki bir av sırasında abisi Kral 2. William’ı okla vurup, yaralı halde ormanda bırakarak ölümüne neden olduğu yönünde güçlü kanıtlar olduğunu belirtiyor. Aslında dördüncü kardeş olan harry, tahtı kaptırmamak için o sırada Haçlı Seferi’nde olan abisi Robert’in dönüşünü beklemeden 1. Henry adını alarak tahta çıkıyor.

İngiliz tarihinde yedek olup da tahta çıkanlar arasında Tudor döneminin haşmetli hükümdarı Kral 8. Henry de var. Abisinin ölümü üzerine tahta çıkıp, onun dul eşiyle evlenen Henry neredeyse tüm yaşamını kendisine bir erkek varis verecek kadını arayarak geçirse de, her üç çocuğu 6. Edward, 1. Mary, ve 1. Elizabeth olarak tahta çıkıyorlar. Mary ile Elizabeth arasındaki taht kavgası ise kardeşler arasındaki çekişmenin sadece erkekler arasında değil, kadınlar arasında da olduğunu söylüyor. Zaman sahnesinde hazır Shakespeare’e gelmişken konunun tarihsel yanını burada bağlayıp oradan devam edelim.

PRENS HARRY BİR SHAKESPEARE KAHRAMANI OLABİLİR Mİ?

Neden olmasın? Bir yandan ailesine rest çekerek kendi kuralları ile kabul edilmek için direten bir varoluş çabası, bir yandan annesinin ölümü ve sonrasında kendisine yaşatılanlar için hem annesi, hem kendi adına intikam alma girişimi Harry’yi, Hamlet’e yaklaştırır gibi görünüyor. Ancak Hamlet kadar katmanlı ve donanımlı bir karaktere tıpatıp benzetmek Harry’ye büyük iltifat olur. Zira Harry’nin ailesine karşı yaptığı her hamlenin adına açılmış banka hesabında bir karşılığı var. Olayın ‘Sana röportaj veririm ama şu kadar paranı alırım’, ‘sana kitap yazarım ama bana bu kadar verirsen’ kısmındaki maddeleri bilmiyoruz. Öyle görünüyor ki onun hakkında bildiğimiz en net şey, anne kaybını atlatamayan, yas sürecinde çevresindekilerle aynı duygusal dil üzerinden iletişim kuramayıp yalnızlaşan hasarlı bir ruh olduğu. Aileye biraz yakından bakıldığında bu durumun da Harry’ye özel bir durum olmadığı anlaşılıyor.

KRALİYET ERKEKLERİNİN YALNIZLIĞI

Kraliyet ailesindeki erkeklerin ebeveynleri ile olan kopuk ilişkinin bir örneği birkaç ay sonra tac giyme töreni olarak Kral 3. Charles. Dadısıyla kurduğu yakınlığı annesi ile kuramayan, babasının katı mizacı ile uyuşamayan Charles’ın kurtarıcısı anneannesi olmuşa benziyor. Bir kuşak geriye gittiğimizde yalnız bırakılan erkeklerle karşılaşmaya devam ediyoruz. Bunlardan ilki doğum sırasına göre tahtın yedek varisi olan Kraliçe Elizabeth’in babası Kral 6. George. Despot bir baba ve sert mizaçlı bir anne yetmezmiş gibi gizli gizli kendine şiddet uygulayan dadısından korktuğu için kekeme oluyor. Onun şansı eşi oluyor. Sıcak bir aile yaşantısı ile yalnızlığından kurtuluyor.

Ancak asıl gümbürtü kral olması beklenen Prens Edward’ın aşkı uğruna tahtından feragat etmesi ile kopuyor. İşte hikayenin burası Harry’i bir parça andırıyor. Farklı zamanlarda aileye giren iki Amerikalı kadın, evlendikleri erkekleri aileden koparıyorlar. Hikayeleri birbirinden farklı kılan şey ise bu kadınlarda saklı. Zira bir bakıma Wallis Simpson da kurban. Ama Meghan Markle, Lady Macbeth havaları estiriyor.

MEGHAN MARKLE BİR WALLIS SIMPSON MI?

Hayır. Her ne kadar ikisi de Kraliyet ailesine gelin gelmeden önce iki kere evlenip boşanmış olsalar da Meghan Markle bir Wallis Simpson değil. Yaşarken her ne kadar kötücül bir karakter olarak çizilse de, Simpson’un ölümünden sonra biyografisini yazan Anne Sebba’ya iletilen, ve ayrıldığı kocası Ernest’e yazdığı on beş mektupta karşımıza farklı bir hikaye çıkıyor. Mektuplardan Simpson’ın ikinci eşi ile Londra’da yaşadığı dönemde ailece katıldıkları bir partide tanıştıkları Edward’la başlayan yakınlaşmayı bir türlü engelleyemeyip olay ayyuka çıkınca boşanmak zorunda kaldığı, sonrasında ortadan kaybolup kendini unutturmak istediği anlaşılıyor. Olaylar kontrolden çıkıp Edward’ın tahtı bırakması ile bu planını uygulayamayıp Edward ile evlenen Wallis, evliliğinin üçüncü senesine kadar Ernest’e yazmaya devam ediyor. Mektuplarda yalnızlık çeken, o hayata alışamayan, eski yaşantısını özleyen ve Ernest’e ‘bir an bile seni aklından çıkarmıyorum, çok yalnızım’ diyen bir kadınla karşılaşıyoruz. Anne Sebba’ya göre bu mektupların zamanında ortaya çıkmamasının ardında Kraliyet Ailesi var. Sebba, her ne kadar tahttan feragat etmiş olursa olsun, yaşadığı süre zarfında Prens Edward’ı küçük düşmekten korumak amacıyla böyle yapıldığını düşünüyor. Gelelim Markle’a.

Kimilerine göre Harry’nin tüm çıkışlarının ardında Meghan Markle var. Bu iddianın en güçlü sahibi geçtiğimiz aylarda Markle’ın biyografisini yazan ünlü İngiliz yapımcı ve yazar Tom Bower. Bower, Rövanş adlı 452 sayfalık biyografisinde Markle’ı narsisik bir karakter olarak çiziyor. Yazdığı her şeyi kaynaklarla ispat eden Bower, yeryüzünde Markle’ı en yakından tanıyan insan olabilir. Ona göre olan bitenler narsisik bir kadının, kurban psikolojisinden çıkamayan bir erkek üzerinden girdiği güç savaşından başka bir şey değil. Bower, Markle’ın Kraliyet Ailesi’ni değiştiremeyeceğini anlayınca Harry’i uzaklaştırıp kendi krallığını kurup kendi kurallarını koymakla meşgul olduğunu düşünüyor. Bunu zaman gösterecek. Ama durum gerçekten böyleyse trajik. Zira adını Antik dünyanın Av Tanrıça’sından alan Diana’nın paparazzilerce avlanıp kurban edilmesinden sonra oğlu da kişisel hırslar uğruna kurban edilme yolunda ilerliyor demektir. Üstelik kendini kahraman sanarak.

Etiketler
Papa Para