Patron bizi gergin seviyor

Şimdi iktidar tarafından yıllardır travmatize edilmiş koca bir halk, buz tutmuş bir gölün orta yerinde durmuş nerden geldiği belli olmayan gümbürtüler arasında bir çıtırtı bekliyoruz.

Son zamanlarda Türkiye ile ilgili hislerim donmuş bir gölün üzerinde yürümeyi anımsatmaya başladı. Bu hissi, benim için epey kötü olan bir yılın sonunda, ‘Türkiye sınırları içinde bu yıldan en erken nerede kurtulabilirim’ düşüncesi ile gittiğim Kars’ta geçirdiğim yılbaşında, donmuş Çıldır Gölü üzerinde yürürken deneyimlemiştim. Benim gibi alışık olmayanlar için hayli farklı bir tecrübe. İlk adımlar hayli tedirgin edici. Buzda yürümekle, buzla kaplanmış bir gölün üzerinde yürümenin farkı hemen anlaşılmıyor. Kıyıya yakınken ‘korkulacak bir şey yokmuş’ hissi yerleşiyor insana. Ne var ki gölün ortalarına yaklaşınca işin rengi değişmeye başlıyor. Bilinmeyen, başka bir dünyaya ait gümbürtüyle karışık çıtırtılar yükselmeye başlıyor. İki karış buzun üzerini kapattığı yaşam, ‘buradayım’ diye sesleniyor. İnsan içinde olduğu, üzerinde durduğu o alemi gözlemleyemiyor, duyduklarını anlamlandıramıyor. Dursan, ‘ya şimdi çatlarsa’ hissiyle dolu tedirgin bir bekleyiş. Yürümeye başlasan ‘ince bir yerine basar da çatlatırsam’ dedirten bir ürküntü hali.

Seçime adım adım yaklaşırken, gümbürtüler ve çıtırtılar çoğalmaya başladı. Biz böyle tedirgin bekleyeduralım, buzun altındaki siyaset dünyasında bir şeyler kendi döngüsüne devam ediyor. Adaylarını da tarihini de henüz bilmediğimiz, ama bir yandan da hani sanki belli olan ve fakat yine de emin olamadığımız biz seçim zemini bu. Bir adımda gümbürtü, diğerinde çıtırtılar duya dinleye senenin sonuna geldik. Önümüz bahar. Bu donmuş göl elbet eriyecek. Ne olduğunu anlayamadığımız o sesler karşımıza geçip yüzümüze yüzümüze konuşacaklar. Bugünkü tedirginliklerimizi çoktan unutmuş olup yenileri ile baş etmeye çalışıyor olacağız. Henüz öngöremediğimiz başka gergin durumlar da cabası. Besbelli ki kısa vadede bize gün yüzü yok. Patron bizi gergin seviyor. Birkaç gün önce dünyanın en gergin ikinci halkı seçildiğimizi öğrendik. Savaşan ülke insanları bile bizden iyi durumda. Boşuna dünyanın en gergin ikinci ülkesi seçilmiş olamayız. Zira bizim travmamız derin ve yirmi yılı aşkın süredir devam ediyor. Devletle aramızda travmatik bir ilişki var. Bu ilişki bizi sadece gergin yapmıyor, ömrümüzü de kısaltıyor. Devlet halkın sağlığına alenen zarar veriyor. Sigara olsa bırakırsın, bunu bırakamıyorsun da. Gelin küçük bir parantez açıp kendimize bir iyilik yapalım. Hazır yeni yıla girerken, travma ile hastalıklar arasındaki ilişkiye bakıp, becerebilirsek yeni yılda kendimizi bir parça koruyabilecek bir adım atalım.

DEVLETİN HASTA ETTİĞİ ÇOCUKLAR

Buen bu adımı Gabor Maté ile birlikte atmayı seçtim. Macar asıllı Kanadalı bir doktor olan Gabor Maté insanın zihinsel ve bedensel sağlığının ne kadar içiçe olduğu konusunda önemli aydınlanmalar yaşamamızı sağlayan kıymetli bir beyin. ‘En derin acılarımız bize iyileşmenin kapılarını açabilir mi?’ sorusundan yola çıkarak hazırladığı Travmanın Bilgeliği pek çok insana önemli farkındalık kazandıran bir başyapıt niteliğinde.[1] Dağınık Zihinler, Çocuklarınıza Tutunun, Vücudunuz Hayır Diyorsa gibi kitapları dilimize de çevrilen Maté’ye göre travma, ‘başımıza gelenler değil, başımıza gelenler yüzünden içimizde gerçekleşenler ve bu yolla hayatımızı şekillendiren görülmeyen güçtür. Travma, başımıza gelenler karşısında esnekliğimizi kaybettirip bizi katılaştıran, savunmasız hale getirerek yaşama, sevme ve hayatı anlamlandırma şeklimizi belirleyen içsel bir yaradır. O yara insana acı verirse, insanın yolu acıya, korku verirse korkuya sapar. Maté’nin bir diğer tespiti travmanın açtığı yolun sonunda bizi bağımlılıklar kadar otoimmün hastalıklar, kanser, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu da dahil olmak üzere birçok fiziksel hastalık beklediği. İşte devlet bizi sadece gergin insanlar yapmakla kalmıyor, bize açtığı yaralar ile sağlığımızı kaybetmemize de neden oluyor. Maté, dışarıdan gelen etkiyi değiştiremezseniz bile, içinizdeki durumla yüzleşebilirsiniz diyerek bizi kendi yaralarımıza yaklaştırıyor. Duygusal bir tepki verdiğimize bunun eski bir yaradan tetiklendiğini düşünüp o yarayla hemhal olup neyi niçin yaptığımızın ayrımına varmanın yollarını anlatıyor. Böylelikle yalnız kendimizi değil, başkalarını da anlayabilir olup bireysel ve toplumsal şifalanmanın önemine dikkat çekiyor. Yeni bir yılın başlangıcında hala kişisel hedefler koymaya gücü olan varsa yola devam ederken Gabor Maté’ye yakın durmak insanı öz şefkate ve şifaya götüren önemli bir tercih.

Maté’nin dikkat çektiği bir başka yer de çocuk – ebeveyn ilişkisi. Travmaların nesilden nesile aktarılan yaralar olduğuna söyleyerek, ‘kendi travmalarınızla yüzleşmeden, çocuğunuzu yetiştirmeyin’ diyor. Biliyorum, bu düzeye ulaşmamıza çok zaman var ve bizler bunu göremeyeceğiz. Umarım insanlık bir gün topluca böyle bir bilince erişebilir. Böyle düşününce ister istemez kulağıma buzun altından gelen sesler doluyor ve siyaset sahnemizin sinir kapasitemizi toz duman eden karakterlerini düşünmeye başlıyorum. Siyasi kimlikler ve rolleri bir tarafa bırakırsak kimbilir o insanların hangi travmalarının, hangi derin yaraların sonuçlarını yaşıyoruz. Nelerin içinden geçtiler de yolları böylesi despotik kibirlere, bulaşıcı kötülüklere açıldı. Dünya’nın en gergin ikinci halkı seçilmemiz yetmezmiş gibi, içten içe birinciliği kaptırmamız hoşlarına gitmez de dozu arttırırlar diye geriliyoruz. Bir yerlerde değil, pek çok yerde bir sürü yanlış var. Bunlardan biri de seçimin galibi, seçim zaferi gibi şampiyonluk ima eden tanımlar olabilir mi dersiniz?

Seçim, adından da anlaşılacağı gibi bir tercih göstergesidir. Bizler seçimlerde içimizden birine, bize ait olan mülkü, bizim adımıza yönetmesi için yetki veriyorduk. Tercihimizi ondan yana kullanıyor, bunun bir süreliğine olduğunu o da, biz de biliyorduk. Şimdi iktidar tarafından yıllardır travmatize edilmiş koca bir halk, buz tutmuş bir gölün orta yerinde durmuş nerden geldiği belli olmayan gümbürtüler arasında bir çıtırtı bekliyoruz. Yıllardır geçemediğimiz ‘şampiyon belli, ikinci kim’ tuzağına takılmadan nasıl geçeceğimizi düşünüyoruz. Başta da dediğim gibi, önümüz bahar. Bu buz elbette eriyecek. O gün geldiğinde bizler hem kendimizdeki, hem yanımızdakinin yaralarına sahip çıkıp, onu sarıp sarmalayıp karşılarına çıkacağız. Hiçbirimizde bir yaraya daha yer yok. Bu topraklardan şiddeti silip şefkati yeniden yaratacağız.

Hepinize selamlar, sevgiler. Hepinize iyi seneler.


[1] https://thewisdomoftrauma.com/tr/

Etiketler
Muş