Neden savaş?

Orta Doğu’nun yeniden kan gölüne döndüğü bu günlerde insanların neden savaştığı üzerine mektuplaşan Albert Einstein ve Sigmund Freud’un görüşlerini hatırlayalım istedim.

Savaş insanlık tarihi boyunca olsa da, hiçbir kuşak ona bizim kadar yakından bakmadı. 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında CNN haber kanalının uydu bağlantılarla canlı olarak yayınlamasıyla cepheden kalkıp oturma odamıza giren savaş görüntüleri artık cep telefonlarımızda. Gündemin hafif olduğu zamanda günlük selamlaşmaların, akıp giden yazıların, insana iyi gelen kedi fotoğraflarının yerini günlerdir hiç tanımadığımız ama bizim gibi hayatları olan masum insanların katledildiği görüntüler aldı. Önce kadınlar ve çocukların kurtarıldığı günlerden önce kadınlar ve çocukların öldürüldüğü zamanlara geldik. Pandemi bile bunun önüne geçemedi. Hayata tutunmamızı sağlayacak aşıyı keşfettik ama savaşın bir felaket olduğunu, bunca masum insan katledilirken bir kazananının olamayacağını unuttuk.

Geçmiş uygarlıkların duvara kazıdığı heykellerden başlayan savaş anlatıları, sayısız roman, filme rağmen insanlığın derin belleğine yer edemiyor. Tolstoy, Savaş ve Barış’ta barut kokusunu hiç almamış olanların zafer kazanmanın ne demek olduğunu anlayamayacağından bahseder. Orta Doğu’nun yeniden kan gölüne döndüğü bu günlerde insanların neden savaştığı üzerine mektuplaşan Albert Einstein ve Sigmund Freud’un görüşlerini hatırlayalım istedim.

Neden Savaş?[1] adı altında yayınlanan bu mektuplaşmaları Einstein başlatır. İlk mektubu 30 Temmuz 1932 tarihinde Postdam yakınlarındaki Kaputh kasabasından yazan Einstein, evrendeki olayları nesnel biçimde düşünmeye alışık olmasının insan iradesinin ve psikolojisinin karanlık dehlizlerini anlamaya yeterli olmadığını belirterek, Freud’e birtakım sorular yöneltir.

EINSTEIN’DAN FREUD’A

Einstein düşüncelerini şu satırlarla anlatır:

‘Her ülkede iktidar hırsı tarafından şekillendirilen yönetici sınıf, konu kendi ulusal bağımsızlıklarına geldiğinde düşmanca bir tavır içine girerler. Bu siyasal güç açığı çoğu zaman bir başka grubun sırf maddi ve ekonomik isteklerine ulaşmak için yaptığı eylemlerle desteklenir. Burada aklımda özellikle toplumsal değerler açısından ahlaki hiçbir bağ ve kaygı taşımayan bireylerden oluşan, savaşı silahların üretilmesi ve satılması olarak ve dolayısıyla kendi kişisel çıkarlarına katkıda bulunacak bir vesile, dahası kişisel güçlerini genişletecek bir fırsat olarak gören, her ülkede faaliyet gösteren küçük ama etkili bir grup var. (…) Nasıl oluyor da bu azınlık kendi hırsları ve emelleri doğrultusunda, herhangi bir savaş durumunda kayıplar verecek ve acı çekecek çoğunluğun iradesine böylesine hükmedecek duruma gelebiliyor?’

FREUD’DAN EINSTEIN’A

Freud, Einstein’ın mektubuna Eylül 1932’de Viyana’dan cevap yazar. Sözlerine karamsar bir giriş yapar. ‘Sizin, bir fizikçi ve bir ruhbilimcinin kendi bakış açılarından, her ne kadar farklı öncüllerden yola çıksalar da, en azından bilinebilirliğin sınırları içinde kalan bir konu seçmenizi beklerdim’ dedikten sonra Einstein’ın güç ve hak arasında kurduğu ilişkiyi ele alır. Freud, güç kelimesini şiddet ile değiştirerek evrimsel şiddetin gelişimine dair düşüncelerini ‘insan ve insan arasındaki çıkar çatışmaları, ilke olarak şiddete başvurma yoluyla çözülür. Bu, insanın dışlanmayı talep etmeyeceği hayvanlar aleminde de aynıdır’ diyerek belirtir. Hak arama ve şiddet olgularının birbiri içinden evrimleştiğinin altını çizen Freud, güç sahibi olanı şiddete en yakın olarak konumlar. Savaşta uygulanan şiddetin bireye değil topluma yönelik olmasının tabloyu pek değiştirmediğinin altını çizer.

Freud savaşları önlenebilmesi için güç ile şiddet arasındaki ilişkinin kırılması ve eşit bireylerden oluşan toplumların kurulmasının zorunlu olduğunu söyler. Ancak bu cümleyi kurduktan hemen sonra ‘böylesi bir toplum ancak kuramsal olarak mümkündür; insan topluluğu eşit olmayan güç dengeleri içerdiği için uygulamada durum her zaman karmaşıktır: Kadınlar, erkekler, çocuklar ve yaşlılar, savaşlar sonucunda aralarında efendi- köle ilişkisi kurulan galipler ve mağluplara dönüşürler’ diyerek öne attığı teorinin ne denli uygulanamaz olduğunu belirtir.

EINSTEIN’IN CEVABI

Einstein, buna karşılık safını belli eden bir cevap yazar. Mektubu bir tespitten çok bir temennidir.

‘Ben barış için mücadele etmek istiyorum. İnsan savaşı reddetmediği sürece hiçbir şeyin savaşları ortadan kaldırması mümkün olmayacaktır. İnsanın inandığı bir şey, örneğin barış uğruna ölmesi, inanmadığı, örneğin savaş gibi bir şey yüzünden açı çekmesinden daha iyi değil mi? Ders kitaplarımız savaşı yüceltiyor ama dehşetlerini anlatmıyor. Bu eğitimle çocuklara nefret aşılanıyor. Ben onlara barışı öğretmek istiyorum. Nefreti değil, sevgiyi öğretmek istiyorum. Savaşı değil’.

Bu mektuplaşmalardan birkaç yıl sonra savaşın ortasında kalırlar. Einstein Amerika’ya, Freud İngiltere’ye göç eder. 2. Dünya Savaşı sonrasında yeniden bu konuda mektuplaşma şansları olsaydı neler yazarlardı bilemeyiz. Belki de uzun uzun mektuplaşmaya gerek duymazlardı. Zira birkaç kelime gayet yeterli. Barışı korumak zor olsa da, savaşa her zaman hayır.



[1] Niçin Savaş? Einstein ve Freud Yazışmaları, Ayraç Kitap, Ankara 2009.