Kulüp dizisinin hatırlattığı varlık vergisi
Kulüp dizisinin ikinci sezonunda ilkinde olduğu kadar ön planda olmasa da, anlatının tüm arka fonuna ve aksiyon gelişimine hakim olan konuların başında geliyor. Yıllarca kimse dokunmasa da acılar hep olduğu yerde.
Kulüp dizisinin geçen yıl yayınlanan ilk sezonunun ardından Varlık Vergisi aradan geçen yetmiş dokuz yıl sonra toplumun bir kesiminin asla unutamadığı acı bir gerçek, bir kesiminin ise dizi sayesinde öğrendiği bir gerçek olarak karşımıza çıkmıştı. Pek çok konuda kutuplaşmış bir toplum olduğumuz gerçeğinin bir ayağı da bu konu. Toplumsal hafızamızı ikiye bölen bu olayın ardında siyasi tarihin kendi kirli yanlarını anlatmaktan çok hoşlanmadığını düşündüğümüzde, Varlık Vergisi gibi konuların sıradan bir Türk vatandaşının eğitim hayatı boyunca karşısına çıkmamasını anlayabiliyoruz.
Oysa toplumun daha sağlıklı olması için siyasi otoritenin yaşananlarla yüzleşmesi, geçmişle hesaplaşarak yaralı nesillerden özür dilemesi ve bu acıları anması gerekir. Her ne kadar bunun gelecekte bir gün eninde sonunda olacağını umut etsem de, çok belli ki o güne kadar bu yüzleşme siyasi bir söylem üzerinden değil de, sanat üzerinden yapılacak. Türk toplumu kendi hikayeleri üzerinden kendisiyle yeniden tanışacak, yeniden sarılacak.
Dijital platformların görece daha özgür davrandıklarını düşündüğümüzde Varlık Vergisi gibi konuların ekranlara bu denli geç yansımasını anlamak elbette mümkün. Peki daha özgür olmasını beklediğimiz edebiyat bu konuya nasıl yaklaştı, aradan geçen seksen yılda neler üretildi diye soracak olursak pek parlak bir tabloyla karşılaşamıyoruz.
Aklıma ilk gelenlerden biri Yılmaz Karakoyunlu’nun kaleme aldığı Salkım Hanımın Taneleri romanı. 1990 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görülen, 1999’da sinemaya uyarlanan Salkım Hanımın Taneleri, yaşanan acıları gerçekçi biçimde ele almasıyla öne çıkıyor. Karakoyunlu Varlık Vergisi’ni "servetin el değiştirmesi, mirasta da olur. Bir servet sınıf değiştiriyorsa, işte o zaman fırsat doğuyor demektir. Her şey altüst olur. Bütün kültürlerin ahlakını değiştiren olay budur" diyerek tanımlıyor. Sermayenin sınıf değiştirmesi karşısında geniş toplumun sessizliğini ahlaki bir zafiyet olarak değerlendiren bu sözler, Yahudi bir aileden gelen Amerikalı yazar ve filozof Susan Sontag’ın Başkalarının Acısına Bakmak kitabında altını çizdiği bir durumla da örtüşür niteliktedir.
Sontag, ‘hatırlamak etik bir edimdir. Kendi başına ve kendisi olarak değeri vardır’ dedikten sonra,‘hayat, eski ile yeni arasında bir dizi anlaşmadan ibaret değilse nedir?’ diye sorar. Bu satırlardan geri dönüp bize baktığımızda çekilen acıları toplumsal hafıza üzerinden hatırlayıp hissederek geçmiş ile bugün arasında bir anlaşma yapamamış olduğumuzu görmek yetmiş dokuz yıl sonra sadece acı verici değil, utandırıcı da.
Varlık Vergisi’ni konu eden romanlardan bir diğerinin yazarı olan Zaver Biberyan, Babam Aşkale’ye Hiç Gitmedi’de, ‘bazı insanlar zenginleştikten sonra her şeyi unutur’ diyerek hatırlamanın ahlaki edimini sermayenin sınıf değiştirmesi üzerinden ele alır. Dr Berna Türkdoğan’ın doktora tezinden aldığım tablolara baktığımızda Varlık Vergisi ile el değiştiren servetin sınıfsal detaylarını görüyoruz. Bu aynı zamanda acı çekenlerle, sessiz kalanların, asla unutamayacak olanlarla, hiç hatırlamayanların da tablosu:
Varlık Vergisi’ni konu alan romanlardan gerçekle ilişkisi en kopuk olan Mahmut Şenol tarafından masalsı bir kurguyla yazılan Çerkes Adil Paşa’nın Tahsildarlık Günleri’dir. Anadolu’da Varlık Vergisi toplamakla görevlendirilen gezici vergi tahsildarlarından Çerkes Adil Paşa ile koruması Jandarma Onbaşı Beşir Yaman’ın başlarından geçenlerin Don Quichotte ve Sancho Panza’nın hikayelerini andıran fantastik bir kurgu içinde ele alması nedeniyle tarihsel gerçeklikten kopuk bir izlenim verir. Tarihi bir sorumluluk üstlenmez. Hafıza oluşumuna katkıda bulunmaz.
Seksen yıla yayılan bu cılız örneklere baktığımızda çokça mahir kalemi olan edebiyatımızın bu konuda sessiz kaldığını görüp bir hayal kırıklığını da buradan yaşıyoruz. Kulüp dizisinin ikinci sezonunda ilkinde olduğu kadar ön planda olmasa da, anlatının tüm arka fonuna ve aksiyon gelişimine hakim olan konuların başında geliyor. Yıllarca kimse dokunmasa da acılar hep olduğu yerde.
Bu yazıda, Dr Berna Türkdoğan’ın doktora tezinden Yılmaz Karakoyunlu’nun Salkım Hanımın Taneleri, Zaver Biberyan’ın ‘Babam Aşkaleye Hiç Gitmedi’, Susan Sontag’ın Başkalarının Acısına Bakmak kitaplarından yararlanılmıştır.