Doğal olmayan afetler

Yandaş medyadan da, afeti şova çeviren siyasetçilerden de illallah geldi. Bırakın Allah aşkına. Senaryo berbat, kast yanlış. Böyle iş olmaz. Azar, sakal, yalanlama yoluyla milletin sinir uçlarıyla oynanmaz. Hepimiz bir kez daha, çok iyi anladık ki bu dünyada her şey geçicilik esası üzerine kurulu.

İnsan kendine yapılan bir haksızlık karşısında sessiz kalabilir. Susup sineye çekebilir. En kötü Allah’a havale eder. Ancak başkasına yapılan haksızlığa sessiz kalamaz. İnsanlar arasındaki vicdan bağı bunu gerektirir. Bu bağ yoksa, ortada insaniyet adına pek bir şey kalmamış demektir.

Şu sıra böyle günlerden geçiyoruz. Ara ara kendini hatırlatsa da afetin doğal olan kısmını geride kaldı gibi. Doğal olmayanı ile uğraşıyoruz. Kendimiz için bir şey istemiyoruz. İçinde yurttaşlık sevgisi olan herkesin hissedeceği en temel noktada çakılı kaldık. Onlar açken, bizim boğazımızdan rahat lokma geçmiyor. Onlar açıktayken, gözümüze uyku girmiyor. Acı çok büyük, dert giderek derinleşiyor. Derman yok.

Bir zamanlar ‘her eve iki anahtar’ vaatleri verilen bir milletin evlatları günlerdir çadır derdine düştük. Çadır yok. ‘Nasıl olur da yerli milli çadırımız olmaz’ diyecek olsak bu sefer azar faslı başlıyor. Çok zaman kaybettiğimiz için çok insan kaybettik. Ancak tehlike devam ediyor. Geçtiğimiz gün deprem bölgesinden değerlendirmelerini paylaşan EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz de buna dikkat çekti.

SAĞLIK KRİZİ KAPIDA

‘Burada sadece fiziki depremler değil, ekonomik, sosyal ve psikolojik depremler de yaşanıyor’ diyen Akdeniz, bürokratik kabuğun çöktüğünü belirterek vatandaşların devletten bekledikleri hizmetleri alamamanın kendilerinde terk edilmişlik duygusu yarattığına dikkat çekti. İnsanların psikolojik direncinin düştüğünü belirtti. Günlerdir beslenemeyen, banyo yapamayan, kafasını sokacak bir çadır bile bulamayan depremzede kardeşlerimizin bünyelerinin iyice zayıfladığını, çadırlar arasında gezerken her yerden öksürük seslerinin geldiğini belirten Akdeniz, ‘kendilerini doğal seleksiyona bırakılmış gibi hissediyorlar. Ayakta kalabilen kalır, ölen ölür gibi bir duygu içine girdiklerini’ söylüyor. Böylesi olağanüstü bir felaketin mağdurları en ufak bir şefkat bile göremiyorlar. Kabul edilebilir şey değil. Çok yazık.

Diğer taraftan, Dünya Sağlık Örgütü 7 Şubat tarihinde acil kodla yayınladığı bildiride bölgede salgın hastalıkların oluşabileceğinin altını çizerek yetkilileri uyarmıştı. Ne var ki yayınladıkları Acil Durum Sağlık Rehberi’ndekileri değil o gün, bugün bile hala daha yerine getirebilmiş değiliz. Suriye’deki durumu da dikkate alınca salgın konusu bir risk olmanın ötesine geçen somut bir gerçek halini alıyor.

Hastaneler yıkılmış, sağlık hizmetleri ağır hasar almışken bu konuda bir şey yapılamaması çok düşündürücü. Sorunlar Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın yasta olduğu için bıraktığını söylediği sakallarından daha çabuk uzuyor. İçine düşülen çaresizliğin ucu bucağı yok. Bölgede canla başla çalışan doktorlarımız, hemşirelerimiz ve diğer sağlık personelimiz de bu salgın tehdidi altında. Onlar da günlerdir çok zor koşullarda çalışıyorlar ve onların da dirençleri düşmüş durumda. Pandeminin de hali hazırda bitmediğini düşündüğümüzde karşı karşıya olduğumuz tehlike alarm veriyor. Müdahale edilemeyen her sorun beraberinde başka sorunları da getiriyor.

‘BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ’

Devletse işe yaramaz bir savunma, dezenformasyon peşinde bambaşka hesaplar içinde. Aynı felaketin, aynı acının, aynı yasın içinde değiliz. Bu sabah bir televizyon programında günlerce enkaz başında annesinin önce kurtarılmasını, sonraki günlerde ise cenazesini bekleyen genç bir kadının hikayesine denk geldim. Günlerce gelmeyen ekiplerin, arama kurtarma için değil de, enkaz kaldırma için geldiğini görünce enkaza kepçeyle girilmemesi, annesinin cenazesini almasına izin vermeleri için yalvaran bu genç bir kadın artık ne yaşadı, nasıl engellerle karşılaştıysa ‘annemi de alın, enkazınızı da alın’ deyip çekip gitmiş. Sizin, benim gibi bir kadın bu. Şimdi soruyorum size, bu çaresizliğin, bu terk edilmişliğin, bu tükenişi taşıyacak bir cümle var mı bildiğiniz? Benim yok.

Deprem bölgesinden ilk günden beri haber aktaran Halk TV muhabiri Ferit Demir’e tanık olduğu onca olay içinde aklına gelenlerden birkaçını anlatması istendiğinde Demir’in anlattığı bir olayı yazıya taşımak istiyorum. Van Arama Kurtarma ekibinin çalıştığı bir enkazdan yaralı olarak kurtarılan Ahmet adında bir geçten bahsediyor Demir. Ahmet’in verdiği bilgiler sayesinde enkazdan altı kişiyi daha çıkarıyorlar. Yedinci kişi yaralı bir genç erkek. Ekiplerin ona ulaşabilmesi için olduğu yerden onun da yardım etmesi gereken bir durum söz konusu. O genç insan kurtarılmayı istemeyip ‘Bırakın beni’ diye sesleniyor. ‘Gidin buradan, bırakın beni’. Arama kurtarma ekibindekiler ne kadar yalvarsalar da işe yaramıyor. ‘Kimim kaldı benim, hangi hayata geri döneceğim ki?’ deyip enkazın derinliklerine doğru gidip gözden kayboluyor. ‘O gencin cenazesinin üç dört gün sonra çıkardılar’ diyor Demir. Bakın, dil kısır bir araçtır. Böyle acıları taşımaz. Bunları anlamak için yürek gerekiyor. Çok belli ki o da herkeste yok.

Kaçla çarpalım bu acıyı? Kaç kişi bu noktalara geldi? Bu insanlar neler yaşadı? Bilmiyoruz. Vatanını, ülkesini seven, emeğini bu ülke için harcayan, vergisini veren ve dara düştüğünde devletinin yanında olmasını bekleyen insanımıza reva mıdır bu yapılanlar? Böyle bir acıda buluşamamamızın nedeni ne olabilir? Bu haberlerin engellenmeye çalışılması onların yaşanmadığı ve yazılmayacağı anlamına gelmiyor.

Bizler buradayız. Tanığız. Bu acılara ortağız. Yazacağız. Bundan kaçış yok.

Yandaş medyadan da, afeti şova çeviren siyasetçilerden de illallah geldi. Bırakın Allah aşkına. Senaryo berbat, kast yanlış. Böyle iş olmaz. Azar, sakal, yalanlama yoluyla milletin sinir uçlarıyla oynanmaz. Hepimiz bir kez daha, çok iyi anladık ki bu dünyada her şey geçicilik esası üzerine kurulu.

Oturduğumuz evlerde, çalıştığımız ofislerde bir süreliğine varız.

Sevdiklerimizin hayatında bir süreliğine varız.

Sizler o koltuklarda bir süreliğine oturuyorsunuz.

Bayanlar baylar şurası çok kesin, o sürenin elbet bir sonu var.