Maden cinayetlerinde kader planı

Acı, bir piyango gibi memlekette her hafta başka bir yeri vuruyor. Bu hafta acının merkezi Amasra’daydı. Sabah evlerinden çıkan çoğu gencecik yaşta kırk bir...

Acı, bir piyango gibi memlekette her hafta başka bir yeri vuruyor. Bu hafta acının merkezi Amasra’daydı. Sabah evlerinden çıkan çoğu gencecik yaşta kırk bir madenci, gece sevdiklerinin yanına dönemedi. Soma ve Ermenek de olduğu gibi, Amasra’da yaşanan olaya da kaza süsü verildi. Bir önceki maden cinayetinde rafa kaldırılan kaderli, fıtratlı ifadeler hicap duyulmadan yeniden söylendi. Hatırlatıldı. Konu katmanlı. Gidenlerle geride kalanlardan oluşan yürek dağlayıcı insani boyutun yanı sıra, ihmallerden oluşan işçi sağlığı ve iş yeri güvenliği konusu, bu insanların hayatları üzerine tahakküm kurarak onları madende çalışmaya mahkum eden politikalar, madenciyi koruyacağı yerde siyasi erkle suç koalisyonu yapan sendikalar… Olayın sosyolojik, psikolojik boyutlarını da düşündüğümüzde maden cinayetlerinde iktidar tarafından kurulan kader planının nasıl işlediği olanca açıklığıyla ortaya çıkıyor. Akademisyen Dr. Coşku Çelik’in, Soma kömür havzasında ‘işçileşme modelleri ve emek süreçleri’ üzerine yaptığı doktora çalışması konunun AKP iktidarında nasıl bir seyir izlediğinin anlaşılmasında önemli bilgiler veriyor. Bugün itibarı ile AKP döneminde en az 1930 maden işçisinin hayatını kaybettiği bilgisi konunun tek tek olaylar bazında değil de, daha geniş perspektiften ele alınmasını gerekli kılan bir durum. Gelin bu kader planı neymiş, nasıl kurulmuş birlikte inceleyelim.

Maden cinayetlerinde kader planı - Resim : 1

TARIM ARAZİLERİNİN YOK EDİLMESİ YOLUYLA HALKIN MADENCİLİĞE İTİLMESİ

Dr. Çelik, Soma havzasındaki sınıf ilişkilerinin dönüm noktasını 2000’li yılların başında Tekel’in özelleştirilmesi ve kömür üretiminin özel sektöre devredilmesi olarak belirliyor. Çalışması sırasında görüştüğü ailelerin bu tarihe kadar başta tütün olmak üzere tarımcılık ile yeterli geliri elde ettiklerinin altını çizen Çelik, o dönem bu ailelerin madencilik sektöründe çalışmayı tercih etmediklerini ne var ki, bu tercihe mecbur bırakıldıklarını nedenleri ile ortaya koyuyor. Bu nedenlerin başında Tekel’in özelleştirilmesinden sonra bölgenin başlıca tarımsal gelir kaynağı olan tütüncülük yeterli bir gelir kaynağı olmaktan çıkması göze çarpıyor. Tütün fiyatlarındaki belirgin düşüş, bir kısım ailenin bu işi tamamen bırakmalarına neden olurken, bir kısım aile geliri çeşitleyecekleri yeni geçim yolları aramaya başlıyorlar. Aynı dönemde kömür üretiminin özel sektöre devri gündeme geliyor. ‘Soma’da Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) 2004 yılında üretimi özel sektöre devretmesi, hizmet alım veya rödovans sözleşmeleriyle kömür üretimini özel şirketlere bırakılması, kömürün tek müşterisi olarak bu şirketlere alım garantisi verilmesi’ ile madencilik sektörü devlet eliyle cazip bir hale getiriliyor. Bunun sonucu olarak, Soma’daki maden işçisi sayısı 2000 yılından 2013 yılına neredeyse dört katına çıkıyor. Kader planının başı burası. Madenler ‘ölümcül olabilecek düzeyde güvencesiz koşullarda çalıştırılan, tecrübesiz maden işçileri ile dolmaya başlıyor’.[1] Bu mecburiyetin ekonomik arka planına yakından bakmak önemli. Vaktinde kendi kendine yetebilen insanlar, borç batağına sürükleniyorlar. Artan nakit ihtiyacı borçluluğu, borçlar banka kredilerini, banka kredileri ise kefil bulma zorunluluğuna insanlara dayatmaya başlıyor. Madencilik kredi almakta avantajlı bir meslek haline geliyor zira bankalar madencilere kefil olmaksızın kredi veriyorlar.

Bu durum özellikle yuva kurmak üzere olan gençleri madenciliğe mahkûm eder.[2] Mülksüzleştirilen halkta çok sayıda işsiz ve bunu karşılamayacak oranda maden işi vardır. İktidar bir kez daha sahneye çıkar. Madenlerde iş bulmak onun tekeline geçer.

MADENCİ OLABİLMENİN KOŞULLARI

Soma’daki madenci katliamının ardından bölgede incelemeler yapan dönemin CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, işçiler tarafından kendisine iletilen ‘madende çalışmak için öne sürülen AKP üyesi olmak veya AKP’ye oy vermiş olmak’ iddiasını doğrular nitelikte bir belge paylaşır. Buna göre, 'AKP Kırkağaç İlçe Başkanlığı' antetli iş başvuru formunda "herhangi bir dernek, sendika ve kulüp üyeliğiniz var mı?", "Gerektiğinde fazla mesai yapmak için bir kısıtlamanız var mı" ve "Vardiyalı çalışabilir misiniz?" şeklinde soruların yer aldığı görülür.[1] Burada da görüldüğü gibi AKP ile bağlantılı olmak, AKP seçmeni olmak madene inen kapıların açılmasında kolaylaştırıcı bir unsur.

Madenci olabilmenin bir diğer yolu feodal ilişkiler ağına dayandığı görülüyor. Dr. Çelik, bu süreçte gerek Soma havzasındaki köylerden gerekse çevre kentlerden gelen nüfusun madene inme süreçlerinin feodal ilişkilere dayanan dayıbaşları aracılığıyla sağlanmakta olduğunu belirtir. Bir çeşit taşeron sistemi denilebilecek bu uygulamada dayıbaşları, çoğunlukla deneyimli madenciler olup, öncelikle akrabalık ve hemşerilik bağları ile şirketlere işçi bulmakla görevlidirler. Dr. Çelik’in altını çizdiği bir diğer konu hayli önemli. İşçilerin anlattıklarına göre, bu kişiler ‘işletmeye getirdikleri ekiple beraber sigortalı olarak ve ücret karşılığı işe alınıp sağladıkları işçi başına ve o işçilerin performanslarına göre de ücret almaktadırlar’. Sürecin bu aşamasından sonra maden işçisi neredeyse insani vasıflarını kaybedip, bir rant aracına dönüşür. Dr. Çelik bu kişilerin asıl kritik görevinin ocağa getirdikleri ekibin maksimum kapasiteyle çalışmasını sağlamak ve bunun için gereken baskıyı sorumlu olduğu işçiler üzerinde kurmak olduğunu belirtiyor: ‘İşçilerin sıkça kullandığı bir ifadeye göre, dayıbaşları işçilerin başında “Azrail gibi duran” şirketin yeraltındaki baskı ve denetimini sağlayan kişiler’ olduğunu söylüyor. Dahası, ‘dayıbaşıların baskıyı aynı zamanda nakit bağımlılığından dolayı hali hazırda madene mahkûm olmuş işçilerin borçlu olanlarını tespit edip, borçluluklarını koz olarak kullanarak, dediklerini yapmayacakları taktirde işten atılacaklarını söyleyerek tehdit ettiklerini ifade ediyor. Doktora çalışmasını yaparken görüştüğü pek çok maden işçisi tarafından ortaya konan bu gerçek, maden işçisinin nasıl bir kader planına mahkûm edildiğinin anlaşılması bakımından önemli. Bu tabloda olan ancak ilk bakışta görünmeyen bir diğer konu İşçi ve İş Yeri Güvenliği meselesi. Kader planının bu kısmı da yine maden işçisi aleyhine işliyor.

İŞÇİ KATLİAMINDA ŞEYTAN ÜÇGENİ

Uluslararası İşçi Dayanışma Derneği’nin Soma’daki katliamdan sonra 16 Ekim 2014’de yayınladığı Maden İşçisine Patron – AKP Şantajı yazıda belirtilen gerçeklerin Amasra’da yaşananlara aydınlatır nitelikte. Buna göre özel sektörün kriz yönetimi işçiyi işten çıkarma tehdidi olarak görünüyor. İşçinin işsizlik korkusunu kullanarak kapanan ocakların ertesi gün açılıvermesinde AKP hükümetinin kader planı yine devreye giriyor. ‘Mevcut duruma göz yumarak gerekli önlemler alınmadan üretimin devam edebilmesine Çalışma Bakanlığı Müfettişleri aracılığıyla onay verildiği belirtilen yazıda hal böyle olunca önümüzdeki yıllarda madenlerden iş cinayetlerinin gelmeye devam edeceği’ belirtilmiş.[2]

Dr. Çelik de çalışmasında bu durumu doğrularken muhalif eylemlere katılan, katliamın ceza davasında şirket aleyhine tanıklık yapan işçilerin tespit edilip işten çıkarıldıklarını veya işten çıkarılmak ile tehdit edilmelerine dikkat çekiyor. Dahası, ‘insanların açlıktan ölmekle, madende ölmek arasında seçim yapmaya mecbur bırakıldığını söylemenin mümkün olduğunun altını çiziyor. Siyasi iktidarın ve kömür şirketlerinin planladığı, iktisadi ve ideolojik bir denetim süreci işletildiğini belirten Dr. Çelik, insanların yoksullaştırma, mülksüzleştirme ve topraktan koparılma süreçleriyle madenlere mahkûm edilip sonrasında dayıbaşları, yöre dernekleri, işsizlik silahı gibi yollarla madendeki koşullara razı gelecekleri ideolojik ve siyasi süreçlerin devreye sokulması, planın nasıl işlediğini anlamamızı sağlıyor. İktidar ilişkileriyle böylesine çevrelenmiş maden işçileri tamamen baskı altında bir kölelik düzeninde çalışırlarken haklarını arayacak bir güce de dönüşemiyorlar. İşte burada devreye konunun bir diğer dönmeyen çarkı, sarı sendikalar devreye giriyor.

İŞLEVSİZ SENDİKALAR

Sendikalar, madenciyi bu zorba düzene mahkûm bırakan, ona karşı sesini çıkarmamasını sağlayan bir düzen içinde, maden işçisini sindirmek için şirketler ve devlet ile koalisyon yapmış görünüyor. Başaran Aksu, Sendikacı Değil Mafya, Aidat Değil Haraç adlı yazısında bu konuya açıklık getirirken, işçilerden her ay alınan aidatın (brüt bir yevmiye) normal koşullarda işçinin işveren karşısında konumunun güçlendirilmesine harcanması gerektiğini söylüyor. Normal bir düzen içinde maden işçilerinin eğitim, örgütlenme, grev fonlarının güçlendirilmesi ve sosyalleşme olanaklarının zenginleştirmesini hedefleyen harcamaların artırılması, sendika denetim kurullarının da bu harcama kalemlerindeki her kuruşun hesabını kongrelerde aidatı ödeyen işçilere vermesi gerektiğini hatırlatıyor. Ancak ülkemizde buna harfiyen uyan sendika sayısı bir elin parmaklarını geçmez’ diyerek konunun vahametini ortaya koyuyor.[3] Son yirmi yılda yaşanan ve en az 1930 işçinin katledildiği, on binlerce işçinin üye olduğu sendikalar maden cinayetleri konusunda madenciden yana bir tavır sergileyemediği gibi, bu kader planına hapsedilmelerinde gardiyan rolüne büründükleri anlaşılıyor.

Burada bu acımasız sisteme karşı koyma yolunda geçirdikleri trafik kazasında yaşamlarını kaybeden Bağımsız Maden İş Genel Başkanı Tahir Çetin ve maden işçisi Ali Faik İnter’i anmadan geçmem imkânsız. Son yirmi yılda madencinin hayrına adım atma cesareti gösteren belki de en somut adım onlarınkiydi. Ruhları şad olsun. Gelelim şehitlik meselesine.

ŞEHİTLİK VE MESLEĞİN FITRATI

Maden cinayetleri ile ilgili kader planının kaba hatları genel olarak böyle. Yoksulluk üzerinden madenciliğe mahkûm edilme ile başlayan bu sömürü düzeninde katledilen insanları şehit ilan ederek, iş yeri cinayetine kutsallık katılması iktidar partisinin siyasi fıtratı haline geldi. Öyle ki, Adalet Bakanı kameralar karşısında bir madencinin mezarı başında huşu içinde Kuran okumakta bir tuhaflık görmüyor. Mezarı başında durduğu, maden cinayetine kurban giden işçi maddi, manevi alacaklı olup, yaşamı ve ölümü onca adaletsizlik içinde geçmişken bu insanın hakkı mezarı başında Kuran okunarak mı aranır? Nasıl olur da bir devlet başkanı can güvenliklerinin garanti altına alındığı insanca çalışmalarından taviz verilememesi gerekilen bu insanların cansız bedenlerine hızla ulaşmakla övünebilir? Elini üzeri bir örtü ile kapatılmış tabutun kenarına sanki maden işçisinin cansız omzuna dokunur gibi bir pozla, o anı nasıl siyasi şova dönüştürebilir? Ülkede siyasetin fıtratı yaşamınkinden farklı ve çoğu zaman anlamak imkânsız. Hepimizin bildiği şeyler. Geçelim.

İş yaşamımın özel sektörde geçen bölümünün çoğunda işçi sağlığı, çevre ve iş yeri güvenliği konusu ile uğraştım. Geri dönüp düşündüğümde iş yeri kazasız 600. iş gününü kutlamak için tüm işçilere beşi bir yerde altın dağıtan bir Amerikan sigara şirketi ile, iş yeri kazası olmadan geçirilen her ay için sahada iki kurban keserek şükreden, özel sektöre ait bir elektrik santralındaki günlerim geliyor aklıma. Burnumuza dayatılan bu kader planı hakkında söylemek istediğim bir şey var. Bırakın gencecik insanları, vaktinde çalıştığım santralde kesilen koyunların bile sonu öyle olmamalıydı.

Ortada şehitler yok. Madenciliğin fıtratı ölüm değil. Bu yaşananlar kaza değil, cinayet. Ortada maden işçisinin hayatını katletmeye yönelik bir plan kesin olarak var. Ama bu plan kader değil!



[1] https://www.odatv4.com/guncel/maden-iscilerine-ise-girerken-bu-sorulari-soruyorlar-2505141200-59161
[2] https://uidder.org/maden_iscisine_patron_akp_santaji.htm
[3] https://umutsen.org/index.php/sendikaci-degil-mafya-aidat-degil-harac-basaran-aksu/



[1] http://www.sosyaldemokratdergi.org/cosku-celik-tarimdan-madencilige-madencilikten-issizlige-somada-sinif-iliskilerinin-donusumu/
[2]https://www.academia.edu/35608913/K%C4%B1rsal_D%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCm_ve_Metala%C5%9Fan_Ya%C5%9Famlar_Soma_Havzas%C4%B1_nda_%C4%B0%C5%9F%C3%A7ile%C5%9Fme_S%C3%BCre%C3%A7leri_ve_S%C4%B1n%C4%B1f_%C4%B0li%C5%9Fkileri

Etiketler
Maden