Biz hayır diyoruz

Vaktinde ‘rüşvetin belgesi mi olur lan?’ denen ülkemizde, demokratik yaşamı toplumun her kesimi için garanti altına alacağını söyleyen, balkon konuşmalarında...

Vaktinde ‘rüşvetin belgesi mi olur lan?’ denen ülkemizde, demokratik yaşamı toplumun her kesimi için garanti altına alacağını söyleyen, balkon konuşmalarında ‘herkesi kucaklayacağını’ ifade eden bir zihniyet kendi gibi düşünmeyenleri susturmak için sansürü yasalaştırıyor. Gelinen nokta tabii ki sürpriz değil. Birkaç haftaya, değil cümlelerle ifade ettiğimiz düşüncelerimizden, tek tıkla destek verdiğimiz sosyal medya paylaşımları nedeniyle bile suçlu ilan edilebilir olacağız. Üzerimize doğru hızla gelen bir ışık var ve ne yazık ki bu tünelin sonu değil, trenin ta kendisi. Buna rağmen garip şekilde suskunuz.

Pek çoğumuzun canını yakacak bu yasal düzenlemenin maddeleri birer birer kabul edilirken yaşadığımız sessizlik enteresan. Kanımca, yıllar sonra geri dönüp bu dönemi anlamaya çalışanlar için sürekli şikâyet edip, serzenişini eyleme dönüştüremeyen, sonsuz bir teslimiyet içinde bir boşvermişlikle başına gelecekleri yaşamayı bekleyen insanlar olarak anılmayı hakkediyoruz. Batı ile doğu arasına sıkışmış, işine geldiği zaman Batılı, gelmediği zaman Doğulu yanlarını parlatan, bunu bir zenginlikten çok işgüzarlık zemininde yaşamayı tercih eden bir devlet sistemi karşısında bu sessizlik çok fazla.

MUHALEFETİN SESSİZLİĞİ

Bu yazıyı yazarken meclisten geçmiş olan, özgür yaşama saldırı niteliğindeki bu yasa karşısında muhalefetin bu kadar sessiz ve pasif kalması insanda ayrı bir yalnız bırakılma hissi yaşatıyor. Muhafazakarlaşan rejimlerin kendi mitlerini, hayali iç ve dış düşmanlarını yaratıp tarihi işlerine geldiği gibi çarpıtmalarının bunca örneği varken, muhalefet partilerinin bu ataletinin anlaşılır bir tarafı yok.

Bugüne kadar ‘Yer yerinden oynamalıydı’ dediğimiz pek çok olayda hafif sarsıntılar yaratmanın ötesine gidemeyen muhalefet partileri, ‘nasılsa gücümüz engellemeye yetmeyecek’ tavrı yüzünden yıllardır iktidara dolaylı olarak verdikleri desteği bu korkunç yasanın onanmasında da bir kez daha vermiş oldular.

Yeri gelmişken söylemek şart oldu: Sadece sansür yasasını değil, bu sessizliği de kabul etmiyoruz. Türkiye tarihinin en karanlık virajları birer birer alınırken bu teslimiyeti anlamak mümkün değil. Farklı partilerden cılız biçimde çıkan az sayıda milletvekilini saymazsak, sansür yasasının çıkması karşısında dayanışma yoluyla bir eylem planı gerçekleştiremeyen tüm muhalif vekiller bu ülkenin gençlerine, basın emekçilerine, özgürlükten yana bir yaşam için hayatını dayanışmaya adamış ve bu uğurda birtakım bedeller ödemiş insanlarına herhangi bir özürle kapanamayacak bir ayıp ettiklerini not düşmek isterim.

DEZENFORMASYON: KİME GÖRE, NEYE GÖRE?

Bizim gibi kapalı toplumlarda sosyal medya çoğu olayda meydan vazifesini görüyor. Düzgün işleyen demokrasilerde kişiler gösteri ve eylem haklarını kullanmak üzere meydanlara doluşurken, kendilerini çevreleyen polisin eylemin güvenli biçimde tamamlanmasını sağlamak amacıyla orada olduğunu bilirler. Böyle bir ideal duruma hiçbir zaman yaklaşamamış olan bizler için meydanlarda toplanmak polis şiddetini göze alma cesaretini gerekli kılıyor. Şimdi artık buna tweet atmak, beğenmek veya paylaşmak da eklendi. Yirmi birinci yüzyılın bu güzide düzeninde başımıza çıkarılan bu dezenformasyonun kriterleri nelerdir? Twitter’da banyoda cinlerin olduğu, bir takım dualar okunmazsa cinlerin yıkanan kişiyi seyredeceğini uzun uzun anlatan bir paylaşıma denk geldim. Merak ediyorum, bu saftasa dezenformasyon mu, yoksa inanç özgürlüğü olarak mı kabul edilecek? Dezenformasyonun kıstasları yok, belirsiz. ‘Paşa gönlümüz böyle istiyor’ yönetim biçiminde bu gibi kıstaslar kişiye, duruma, konuma göre değişiyor. Bugün artık doğru biraz daha uzak, eli kalem tutanlar biraz daha yalnız, basın emekçileri ise açık tehdit altında. Peki ne olacak? Susacak mıyız? Hayır.

Susmak yok. Sus dedikçe yazacağız.