Hakikati müzeleştirmek

Birleşmiş Milletler adalet, hakikat, onarım ve hak ihlallerinin bir daha yaşanmasının engellenmesinin garantisi Özel Raportörü Pablo de Greiff, 2013 yılında Genel Kurul’a sunduğu raporunda, otokrasi veya iç savaş sonrasında bir barış andlaşmasıyla veya seçim sonucu iktidar değişikliyle bir ülkenin demokrasiye geçmesiyle yaşanan geçiş döneminde bir toplumun uzlaşması için gerekli koşulları detaylı bir şekilde belirtmişti. Kolombiyalı hukukçu de Greiff, bu raporunda aynı zamanda Fas, Kolombiya, Bosna gibi ülkelerde yakın bir şekilde tanık olduğu geçiş dönemlerine dair tanıklıklarını da bu raporda kaynak olarak kullanmıştı.

De Greiff genel olarak, geçiş dönemlerinin sonunda baskı dönemlerinde yaşanan gerçeklerin bütün yönleriyle ortaya konması için kurulan Hakikat Komisyonları, faillerin yargılanması için kurulan özel mahkemeler ve ihlallerin bir daha yaşanmaması için verilen garantiler, sistematik reformlar ancak geçiş dönemi süreçleri toplumun geneline birbiriyle bağlantılı bir şekilde yayılırsa toplumsal uzlaşı ulaşabildiğini raporunda savunuyor.

De Greiff, raporun sonunda geçiş döneminin toplumdaki karşılığının arttırılması için müzelerin etkin bir şekilde kullanılması ve özellikle sanat ve sergiler yoluyla karanlık dönemlerdeki hakikatin halka etkili bir şekilde sunulması gerektiğini belirtiyor ve böylece geçmiş dönemlerdeki çatışmaların temeli oluşturan önyargıların, ayrılıkların önüne geçilebileceğini ileri sürüyor.

Soyadı Olmayanların Hikayesi

Belki de de Greiff’in tezinin en güzel örneklerinden biri de ABD’nin Louisiana eyaleti, New Orleans kentindeki Whitney Plantasyon Müzesi. Whitney Plantasyonu, 1752 yılında Alman göçmeni Amerikalı Hayden ailesi tarafından kurulan bir tarım işletmesi. Büyük bir arazi içerisinde, oldukça bereketli topraklar üzerinde kurulu bir çiftlik. Hayden ailesinin evi oldukça büyük, yeşillikler içinde bembeyaz bir bina. Aile evinin etrafında ise bir sürü küçük baraka var. Bu barakalarda ailenin sahip olduğu siyah köleler yaşamış, özgür iradeleri tamamen yok sayılarak Afrika’nın çeşitli bölgelerinden kaçırılmış, satılmış ve ölene kadar zorla çalıştırılmış.

Hakikati müzeleştirmek - Resim : 1

Kölelerin yaşam koşulları oldukça zor. Okuma-yazma öğrenmenin cezası kırbaç. Çiftlik sahiplerinin uygulamaları oldukça vahşi. Bir siyah kadın köle acıktığı için tavuk kaçırınca çiftlik sahibi kaynar tavuğu aralıksız yemesini sağlayıp iç organlarının yanmasına sebep olmuş ve kadın oracıkta hayatını kaybetmiş. Dini ibadet, ticaret, kişisel eşyalara sahip olmak yasak. Kimsenin soyadı yok. Fransızların Noir Code yasalarına göre, Afrika isimleri silinip herkese “Batı” ismi verilmiş. Afrika’dan getirilen aile üyeleri farklı beyazlara satılmış, anneler ile kundaktaki bebeklerin farklı sahiplere satılması oldukça sık görülen bir uygulama.

Bütün bunlar ABD tarihini genel olarak bilenler için şaşırtıcı değil. Kölelik geçmişi saklanan bir utanç kaynağı değil. Fakat, Whitney Müzesi bu karanlık dönemin daha da somut bir şekilde ortaya konmasını sağlıyor.

Gerçeği “Somutlaştırmak”

Müze siyah köleleri bir rakam olarak görmüyor. Çiftlikte köle olarak bulunmuş herkes isimleriyle, yaşlarıyla, Afrika’dan kaçırıldıkları kentlerin bilgileriyle bir anıtta kişisel bilgi ve detaylarıyla honore ediliyor. Çiftlikteki kötü koşullar nedeniyle hayatını kaybeden yüzlerce çocuk için özel bir anıt inşa edilmiş. Sesli rehber, çiftlikteki koşulları anlatırken özel isimleri kullanarak gerçek hayat hikayelerini aktarıyor. Çiftlik sahibi tarafından tecavüze uğrayan genç kadın köle Ann’ın torunlarından birinin kentin ilk siyah belediye başkanı olmasını, mutfakta çalışıp para biriktirerek kendi ve çocuğunun özgürlüğünü kazanan aşçıların hayat yolculukları oldukça etkili bir şekilde betimleniyor.

Hakikati müzeleştirmek - Resim : 2

Belki de en önemlisi sadece acılar değil, siyahların en başından beri gösterdiği özgürlük mücadelesi de somutlanıyor. Kentteki en büyük köle isyanı sonucu çiftlikleri basan özgürlük savaşçısı kölelerin beyazlar tarafından diğer siyahların gözleri önünde ibret olsun diye başlarının kesilip şehir meydanında sergilenmesi özel bir anıtla anılıyor. Böylece sadece acı üzerinden bir empati kurulmuyor, aynı zamanda bu baskıyı kırabilecek güce sahip bir topluluk resmediliyor.

Hakikati müzeleştirmek - Resim : 3

Müzenin çıkışında ise ziyaretçilerin hsilerini yazdıklarını bir duvar var. Ziyaretim sırasında bir beyaz çocuk “ben olsam kölelere yardım ederdim”, bir siyah genç kadın da “atalarımın bu kadar acı çektiğini bilmiyordum, o döneme dair hiçbir şey anlatmadılar” notlarını duvara yapıştırdılar. Müze, çıkışta dahi ziyaretçilere duygularını tartıp aktarma şansı tanıyan bir mekanizmaya sahip.

Köleliği Anlamak

Yaşanan acıların gündelik hayat ile somutlanmasıyla sadece empati olasılığı artmıyor, aynı zamanda yaşanan hak ihlallerinin bir daha yaşanmaması için sorunların kaynağında olan yargıların, çatışmaların etkisi de kırılıyor. Whitney müzesini gezen bir beyazın günümüzde hala devam eden sistematik ırkçılığı anlamaması, bir siyahın atalarının nasıl durumlarda yaşadıklarıyla kendini özdeştirememesi oldukça zor.

Whitney plantasyonunda siyahların yaşadığı sistematik zulüm kölelik kaldırıldıktan sonra dahi devam etmiş, çünkü daha öncesinde mülkiyet hakkı, kişilik hakkı olmayan siyahların gidebilecekleri bir yer olmadığı için çoğu eski köle çiftlikte düşük ücretle çalışmayı kabul etmiş. Fakat giyecek, yemek gibi ihtiyaçları artık paralı bir şekilde satıldığı için düşük ücretlerle bu temel ihtiyaçlarını karşılayamamış ve bu nedenle ağır borç senetleri imzalamak zorunda kalmışlar. Borç senetleri tahsil edilmeden de özgürlüklerine kavuşamamış, çiftliklerini terk etme şansları kalmamış. Martin Luther King’in suikaste uğradığı 1968 yılında ise çiftlikte fiili olarak köle gibi çalışan siyahlar borç senetlerinin bulunduğu binayı yakmış, aynı başkaldırış birçok plantasyonda birebir yaşanmış. 1970’lere kadar devam eden bu sistematik ırkçılığın somutlanması, ama en önemlisi bir daha yaşanmaması için her detayıyla ve kurbanların bir rakamdan öte hale gelmesi için kişisel hikayeleriyle anılması bu nedenle çok önemli, çünkü yaşanan acılar hiç de milat öncesine ait dramlar değil, oldukça güncel ve bugünkü sıkıntıların kaynağını oluşturan süreçler.

Hakikati müzeleştirmek - Resim : 4

İçimde böyle bir müzenin Türkiye’de olmasına dair bir istekle Whitney müzesini gezdim. Bizim de yaşadığımız, henüz oturup kapsamlı bir şekilde konuşamadığımız bir sürü acımız var. Sivas Katliamı, Çorum-Maraş katliamları, Roboski, 6-7 Eylül ve Balkan Türklerinin göçü, işgal kuvvetlerince katledilmeleri ve daha nice acı. Ama bu acıları yaşayan “bizleri”, özneleri konu edinen, hakikati bütün gerçekliğiyle ortaya koyan çok az müzemiz var. 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı bu tür müzelerden biri, ama sayıları oldukça az. Anacak acımız, honore edecek kurbanımız, saygımızı göstereceğimiz mücadelelerin sayısı fazla, ama hakikati gelecek nesillere aktaracağımız mekanımız, bu acıların bir daha yaşanmadığı yeni bir Türkiye kurmak için ihtiyacımız olan motivasyonu, uzlaşıyı bize sağlayacak hakikat müzelerimiz az. Umarım bir gün bizim “hakikat”lerimiz, acılarımız, yitirdiklerimiz hak ettikleri şekilde gelecek nesillere aktarılır ve Whitney müzesini ziyaret edip “Atalarıma yapılanları unutmayacağım ve bir daha yaşanmaması için barışı savunacağım” yazan siyah çocukların hissettiklerini bu topraklardaki çocuklar da hisseder.