Türkiye’nin en(deks)leri

Tüm bu ihracattaki gelişmelere rağmen çalışanların reel alım gücünde bırakın artışı, erimenin hızlanması, ilgili fakirleşmeyi beslemektedir.

Türkiye ekonomisi küresel entegrasyonun vücut bulduğu 1980’lerden bu yana ihracatla yatıp ihracatla kalkıyor. Geleneksel yaklaşımla “ihracata dayalı ekonomik büyüme” fikrinde arıyoruz tüm ekonomik sorunları çözümünü… İhracatı artırmak için var gücümüzle çalışıyoruz.

Çalışıyoruz ama her şey, her zaman olduğu gibi yarım yamalak kalmaya devam ediyor.

Suyun akışına bırakarak yaptık çok şeyi bu konuda…

Üretip çok satmayı bir gelenek haline getirdik. Bir anlamıyla siparişe dayalı ihracat alışkanlığı ile sürdürdük bu yöntemi.

Çok satmak/ihracat yapmak ilk bakışta tercih edilebilir. Döviz geliri yükselir, dış ticaret dengesi uygun politikalar ile sağlanabilir, ihracata dayalı sektörlerde çalışanların reel gelirleri yukarılara taşınır ve daha önemlisi işsizlik azalır…

Buraya kadar her şey güzel ama paranın bir de diğer yüzü var… Maalesef orada detaylar biraz üzücü.

AKTAR ÖRNEĞİ

Bilirsiniz aktarlar sattıkları ürün hakkında bilgi verirken sağlığa ne kadar yararlı olduğunu bir doktor edasıyla vurgular ve bunu da ballandırarak anlatır hem de içinde ne ararsan var misali, tükettikçe sağlığınız tavan yapar cinsten…

Bizim ihracattaki durum da aynen böyle. Sattıkça ekonominin sağlığında iyileşmeler inanılmaz seviyede olumlu fotoğraflarla dolu gibi gösterilir. İhracatımızın ne kadar arttığı süslü yüzdelik verilerle hem de en üst konum tarafından açıklanır.

Halbuki ihracatı artarken fakirleşen ülkelerin başında geliyoruz.

Nasıl mı biliyoruz bunu?

İki tür sağlamasıyla elde ediyoruz bilgileri.

İlki klasik dış ticaret haddi yani ihracat fiyat endeksinin ithalatınkine oranı olarak karşımıza çıkıyor. Bu oran düştükçe sipariş ekonomisinin hastalığı olan büyürken fakirleşme olgusu kendini ortaya koyuyor.

Sadece bununla kalmıyor, son dönemde yapısal bir bozuklukla sürekli hale gelen bir trend içinde hareket ediyor. Diğer bir ifadeyle ihracatımız artıyor ama ithalata göre birim değeri düşüyor. Yani ithalatımız daha pahalıya geldiği için ülke refahına yansımayan bir fotoğraf görüyoruz ortada.

YAPISAL SORUN OLARAK FAKİRLEŞME

İkincisi ise tüm bu ihracattaki gelişmelere rağmen çalışanların reel alım gücünde bırakın artışı, erimenin hızlanması, ilgili fakirleşmeyi beslemektedir. Hele de açıklanan resmi enflasyon verilerine dayalı ücret artışlarının bu refah kaybına etkisi göz önüne alındığında fakirleşmenin nasıl yapısal sorun haline geldiğini görmek mümkün hale gelmektedir.

Covid-19 pandemi sonrası ihracat ürünlerimize olan talep artışını bir şahlanma öyküsü haline getiren karar vericiler esasında ekonomide esen rüzgarlara göre oluşan değişim yerine yapısal sorunların çözümünü zamanında atılacak adımlarla mümkün kılmayı deneseler, en azından bundan sonra, ülkeye de ufacık bir katkıları olur.

Yoksa ihracat iklim endeksi, kapasite kullanım oranı ve ithalata bağımlılık üçgeninde boğuşup dururlar.

Etiketler
Veysel Ulusoy Türkiye