1908: “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet”

1908’den bugüne toplumsal kurtuluşumuzun ana harcı işçi sınıfı mücadelelerinde bulunmaktadır. Bu mücadelenin önüne çıkan her gündem ise güncel siyasi bir mücadeleyle ele alınmalıdır.

Bugünler yine üzerinde mutabakata varılmamış ve varılamayacak olan önemli bir hadisenin yıldönümü. Devrim mi? Tarihimizdeki ilk darbe mi? Yoksa resmi tarih kitaplarımızda yazdığı gibi “2. Meşrutiyet” deyip birkaç paragrafla ya da sayfayla geçiştirilecek kadar olağan bir hadise mi?

Üzerinden 115 yıl geçmiş bir tarihsel dönem bugünün tartışmalarında hala gündeme geliyorsa yazmanın, konuşmanın ve tartışmanın önemi de azalmıyor demektir. Kısaca 1908 hadisesine bakmaya çalışalım.

30 YIL SÜREN İSTİBDAT

Osmanlı Devletinde, kötü gidişatı durdurma hedefiyle Fransız Devrimi’nden, aydınlanmacı fikirlerden etkilenen Yeni Osmanlılar 1860 sonrasında tarihteki yerlerini almaya başladılar. 1876’da Kanuni Esasi ilan edildiğinde meşruti yönetimle hem ülkedeki iç huzursuzluğun, hem de büyük devletlerin baskılarının son bulması hedeflenmişti. Genç Osmanlılar Cemiyeti’nin en önemli İsimlerinden Mithat Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesi ise Yeni Osmanlılar için çok önemli bir siyasi başarıydı.

Tarihsel anlamı net olan ama padişahı sınırlamayan, hak ve özgürlüklere dönük ciddi adımlar içermeyen Kanuni Esasi Abdülhamit ve mutlakıyet yanlılarınca benimsenmemişti. 1877’de Ruysa’nın savaş ilanıyla başlayan, büyük felaketlere neden olan 93 Harbi anayasanın rafa kaldırılması için fırsat olarak kullanıldı. 1878’de başlayan “istibdat rejimi” böylelikle 1908’e kadar sürdü. Tarihin tekerleğine sokulan çomakla demokrasiye doğru atılan adım 30 yıl engellenmiş oldu.

“Ölürsem görmeden millette ümid ettiğim feyzi

Yazılsın sengi kabrime vatan mahzun, ben mahzun”

Çok mücadele verdiği anayasanın rafa kaldırılmasından on yıl kadar sonra hayata gözlerini yuman Namık Kemal şiirinde böyle diyordu ve bu satırlar mezar taşında yazılıdır.

1908’e kadar süren İstibdat rejimi Abdülhamit’in kendisini kapattığı ve ender zamanlar dışında çıkmadığı Yıldız Sarayı’ından yönetildi. Sansür, sürgün, siyasi cinayet, Ermenilere dönük katliamlar, jurnalcilik, hafiye teşkilatı, baskı kavramlarıyla özdeşleşen bu dönem tartışma konusu olarak cazibesini yitirmeden sürdürüyor.

Özellikle Siyasal İslamcılar Abdülhamit’i yere göğe sığdıramasalar da iktidarı döneminde devletin çözülüşü hızlanarak sürdü. Çok büyük toprak kayıplarının yanı sıra ülke ekonomisi her geçen gün kötüye gidiyordu. İslamcılık, sultanın özellikle batı karşısında elini güçlendirecek bir argüman olarak yükseltildi, halifelik adeta yeniden keşfedildi.

“KAHROLSUN İSTİBDAT”

1890’lara doğru gelindiğinde Osmanlı coğrafyasında oluşan toplumsal kriz devletin daha da sertleşmesini beraberinde getirdi. Hamidiye Alayları’yla büyük Ermeni katliamları yapıldı. Ülkedeki huzursuzluk had safhaya yükseliyordu, 1903 yılında imparatorluğun Rumeli coğrafyasında İlinden Ayaklanması gerçekleşti. Aynı dönemde çıkartılan ve halkın yaşam koşullarını iyice kötüleştiren vergiler koyulması ülkenin pek çok yerinde ayaklanmalara neden oldu.

1905’te Abdülhamit’e karşı Ermeni komitacılar tarafından bombalı bir suikast yapıldı. Ancak padişahın geçişi gecikince patlayan bombadan kurtuldu, orada bulunan yirmiden fazla insan yaşamını kaybetti, elliden fazla insan da yaralandı. Başarısız suikast girişimi istibdat karşıtları arasında meselenin padişahın şahsıyla sınırlı bir durum olmadığı, devlet yapısının değişmesi gerektiği fikrini yaygınlaştırdı. Toplumsal hareket ve halkın katılımı daha fazla önemsenmeye başlandı. Bu yıllarda ülkenin dört bir tarafında vergilere karşı çıkan isyanlarda “hürriyet” sloganlarının yükselmesi tesadüf değildir. Kastamonu, Erzurum, Göksun, Elazığ, İzmir, Elazığ, Edirne, Bursa, Uşak, Balıkesir, Isparta, Adapazarı, Antalya, Tokat, Ankara, Konya, Ordu, Rize, Trabzon, Van, Muş, Diyarbakır, Dersim, Adana gibi pek çok yerde Müslümanların ve Müslüman olmayan halk sokaklara çıkıyordu.

Ayaklanmanın, devrimin, darbelerin farklı ülkelerde, aynı dönemlerde olması tesadüf değildir. 1908’in de feyz aldığı devrimler vardı ve benzer koşullarda ortaya çıkmışlardı. Rus-Japon savaşının 1905’te mutlakiyetçi Rusya’ya karşı meşrutiyetle yönetilen Japonya tarafından kazanılması Osmanlı topraklarındaki devrimciler tarafından sevinçle karşılandı. Sonra 1905’te Rusya’da mutlakiyet yenildi. 1906’da ise İran’da meşrutiyetçiler şahı dize getirdiler.

1908’e gelirken Osmanlı ülkesinde toplumsal altüst oluşlara, sıçramalara, değişimlere uygun bir atmosfer oluşturmuştu. Ülke ve dünyanın çeşitli yerleri Osmanlı devrimcilerini cesaretlendiren gelişmelerle doluydu.

İradi müdahalelerde bulunacak aktörler de kuvvetlenmiş, çeşitli örgütlenmeler altında toplanmışlardı. Kimdi bunlar?

İTTİHAT VE TERAKKİ

Rafa kaldırılan Kanuni Esasi’nin tekrar uygulamaya koyulması 1878 sonrasının ağır baskı koşullarında en temel mücadele başlığıydı. Fakat önceki dönemlerden farklı olarak mücadele artık örgütlenerek yürütülecekti. Hem Avrupa ülkelerinde hem de Osmanlı coğrafyasında, özellikle Balkanlar’da böyle örnekler ortaya çıkmıştı.

1889’da Askeri Tıbbiye Mektebi’nde kurulan gizli İttihad-ı Osmani Cemiyeti ülkeyi 1908’e götürecek örgütlenmenin ilk adımıydı. Cemiyet varlığını 1895’e kadar gizli toplantılarla sürdürdü, askeri öğrenciler ve siviller arasında taraftar kazandı. Gizliğe rağmen Abdülhamit’in gazabından kurtulamadılar, pek çok kişi tutuklandı, sürgüne gönderildi.

1889’da Avrupa’da yaşayan bir başka Osmanlı aydını Ahmet Rıza Bey örgütlenmeye dâhil oldu ve cemiyet Avrupa’daki Osmanlılar arasında hızla teşkilatlandı. Avrupa’da faaliyet gösteren muhalifler Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleşti.

Osmanlı topraklarında baskı arttıkça cemiyet çalışmalarını Avrupa’da sürdürmek zorunda kaldı ama Avrupa ülkelerinde de sarayın girişimleriyle baskıya maruz kaldılar.

Bu arada cemiyet ayrı ayrı fikirleri aynı anda bünyesinde bulunduran bir yapıydı. 1902 yılında yapılan 1. Jön Türk kongresi günümüze kadar kolları uzanan bir siyasi ayrışmanın en önemlisinin yaşandığı toplantı oldu. Adem-i merkeziyetçi Prens Sabahattin ve merkeziyetçi Ahmet Rıza grupları bölündüler. Artık Ahmet Rıza’nın grubu Terakki ve İttihat Cemiyeti, Prens Sabahattin’in grubu ise Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti olarak yoluna devam edecekti.

1906 yılında istibdat rejimini yıkmayı hedefleyen bir başka örgüt Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti önce aynı günlerde, aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu subaylar tarafından kurulan Vatan ve Hürriyet Cemiyetiyle, ardından da Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile 1907’de birleşti. İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) bu birleşmelerle oluşmuş oldu. Yurtiçi merkezi Selanik, yurtdışı merkezi Paris oldu. Artık siyasi varlığa bir de askeri varlık eklenmiş oluyordu.

1. Jön Türk Kongresinde ayrışanlar 2. Jön Türk Kongresinde tekrar bir araya geldiler. Paris’teki bütün muhalif grupların yanı sıra Ermeni Devrimci Federasyonu'nu da (Taşnaksutyun) kongredeydi. Toplantının başkanları Ahmet Rıza, Prens Sabahaddin ve Haçatur Malumyan'dı. Bu kongrede Abdülhamit’i tahtan indirme hedefinde ortaklaşılmıştı.

“KOLAĞASI NİYAZİ BEY DAĞA ÇIKIYOR”

1908 yılı başından itibaren rejimi yıkmak için hazırlıklar hızlandı. 3 Temmuz 1908’de kolağası Resneli Niyazi Bey emrindeki 200 asker ve bir o kadar siville Makedonya’daki Ohri Dağına çekildi. Ardından Eyüp Sabri ve Enver Beyler onu izlediler. Yıldız Sarayı’na çekilen bir telgrafla derhal Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesi isteniyordu. Manastır sokaklarında isyanın başladığı haberini veren bildiriler dolaşıyordu. Devrimi bastırmak için İstanbul’dan büyük bir kuvvetle Makedonyaya gönderilen Şemsi Paşa İttihatçı fedailer tarafından öldürüldü. Abdülhamit tarafından Anadoludan Rumeli’ye gönderilen büyük ordunun da büyük bölümü saf değiştirerek isyancıların yanına geçti.

Müslüman, Rum, Ermeni, Makedon, Sırp, Bulgar pek çok halk Fransız Devrimi’nin "Liberte, Egalite, Fraternite" sloganından mülhem “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” sloganı altında birleşmişti. Bunun yanında “Adalet” 1908’in öne çıkan bir diğer talebiydi.

1908’in uzun süreden beri ayaklanmaların sürdüğü Balkanlar’da patlak vermesi doğaldır. Osmanlı subayları uzun yıllar mücadele ettikleri ayaklanmaları örnek alarak saraya başkaldırmışlardır.

İttihat ve Terakki 23 Temmuz’da Manastırda, top atışlarıyla meşrutiyeti ilan etti. Aynı gün bütün Rumeli şehirleri meşrutiyeti tanıdıklarını ilan ettiler. Abdülhamit’in artık yapacak bir şeyi yoktu, rafa kaldırdığı anayasayı tekrar ilan etmeye mecbur oldu.

1908’in 24 Temmuzunda Selanik’te bayram, şenlik havası hâkimdi. Kolağası Niyazi Bey ve beraberindeki 200 asker 3 Temmuz’da isyancı olarak çıktıkları Ohri Dağı’ndan hürriyet kahramanları olarak geri dönüyordu.

OSMANLI HALKLARI ÜZERİNDE BAYRAM HAVASI ESİYOR

1908 23 Temmuzundan sonraki günlerde Anadolu ve Rumeli coğrafyasında bahar havası esiyordu. Müslümanlar, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Araplar, Süryaniler olanları hürriyetin habercisi olarak gördüler. İstibdat rejiminin son bulmasıyla hükümet artık padişaha karşı değil halka karşı sorumlu olacak demekti. Halk, tebaa olmaktan yurttaş olmaya adım atıyordu. Sansür son buluyordu. Siyasal partiler kuruluyordu. Sadrazam ve şeyhülislam başta olmak üzere üst düzey devlet kadrolarının maaşları düşürüldü. 1908 yılı yaz ve sonbahar aylarında İstanbul Selanik gibi işçi sınıfı şehirleri başta olmak üzere büyük grevler yapıldı. Sosyalizme ve her türlü fikir akımına dair tartışmalar ve örgütlenmeler 1908’le birlikte canlandı.

Kısacası Osmanlı’nın bütün ulusları 1908 devriminin arkasındadır. 1908 yılı seçimleri bu tabloyu yansıtır. Mecliste 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, bir de Ulah yer alıyordur.

Bu arada sansürün 1908’de ilk kez kaldırılışı anısına 24 Temmuz, “Basın Bayramı” ya da “Basın Özgürlüğü Mücadele Günü” olarak kutlanmaya devam ediyor.

YENİ İSTİBDAT ve ÇALINAN HÜRRİYET DÜŞÜ

1908’de yaşanan bir devrimdir. Ancak devrim olması iktidara gelenlerin kısa süre içinde hedeflerinden vazgeçmesi, arkasına aldığı halkın karşısına geçmesini engelleyemedi. 1908’de iktidarı ele geçirenler hızlı bir şekilde halka, beraber yol yürüdükleri müttefiklerine sırtlarını döndüler. 1909’da sendikal örgütlenmeyi ve grevleri yasaklayan Tatil-i Eşgal Kanunu çıkartıldı. İttihatçılar özellikle 1913 Babıali baskını sonrası yeni bir baskı rejimi kurarak demokratikleşme adımlarını sakatladılar. Osmanlı’nın bütün uluslarının barış içinde yaşaması idealinin yerini Türkçülük politikası aldı. Bu politika hem ekonominin hem de Anadolu’nun Müslüman olmayanlardan arındırılması hedefini taşıdı. 1915’te Ermeniler, 1922’de Rumlar Anadolu’dan sürüldü. İTC iktidarı bu politikalar doğrultusunda insanlık suçları işledi. Emperyalistler arası denge politikalarına yaslanarak tutarsız, hayalperest politikalarla girilen Dünya Savaşı milyonlarca insan için tam bir felaket oldu. İttihatçı önderlerin çoğu iktidara gelince devrimcilikten hızla karşı devrimciliğe sürüklendiler.

HANGİ PENCEREDEN BAKMALI

1908’i kendi tarihsel döneminin özellikleriyle, bugünün politik tartışmalarına hapsolmadan, sınıflar mücadelesi perspektifiyle değerlendirmek gerekir. 1908, 1923’ün öncüsüdür. İktisadi ve siyasi sonuçları olmuş, burjuva devrimi özellikleriyle halkı arkasına almış ama halkı kapsayamamış, halkın katılımıyla ilerletilememiştir. Kısa süre sonra da halkı karşısına almıştır.

1908’i ulusalcı bakış açısıyla da, tarihi sınıf mücadelelerinin tarihi olarak göremeyen liberal bakış açısıyla da doğru değerlendirilemez.

Eşitlik, özgürlük, kardeşlik ideali ise bugün insanlığın kurtuluşu için en canlı haliyle yaşamaktadır. Bu ilkelerin tesis edilmesi için geçmişin hayali değil bugünün toplumsal dinamikleri esas alınmalıdır.

1908’den bugüne toplumsal kurtuluşumuzun ana harcı işçi sınıfı mücadelelerinde bulunmaktadır. Bu mücadelenin önüne çıkan her gündem ise güncel siyasi bir mücadeleyle ele alınmalıdır.