10 Ekim: Acımız, öfkemiz, hasretimiz…

"10 Ekim yalnızca mahkemelerde süren, sürecek bir davanın konusu değildir. İnsanlık suçunu işleyenlerin yargılanması, bütün suçluların, siyasi sorumluların hesap vermesi ancak toplumsal mücadeleyle mümkün olabilir."

10 Ekim Katliamının üzerinden 8 yıl geçti. Katiller 103 insanımızı aramızdan aldı, yüzlerce insanımız kalıcı yaralanmalarla hayatını sürdürmeye çalışıyor. Barış için, insanca bir yaşam için mücadele etmenin, ülkeyi sevmenin ve korumaya çalışmanın bedeli ne yazık ki bizim topraklarımızda çok ağır.

10 Ekim 2015 sabahı ülkemizin dört bir tarafından gelen on binlerce insan çok önemli bir sorumluluk duygusuyla hareket ediyordu. İktidarın artık gizlemediği/gizleyemediği yüzü artık ortadaydı ve karşısında her şeye rağmen yılmayan bir toplumsal muhalefet vardı. AKP, iktidarının sürmesi için ülkeyi uçuruma sürüklemekten çekinmiyordu. 10 Ekim’de muhalefetin bütün renklerini bir araya getiren ülkemizin uçuruma doğru sürüklenmemesine engel olma sorumluluğuydu.

10 EKİM ÖNCESİ

2002’den 2010 yılına kadar liberal yalanlarla yoluna devam eden iktidara “gizli özne” olarak destek veren Gülen Cemaati Anayasa Referandumuyla iktidarın ortaklığını açıkça ilan etti. Hemen ardından Ortadoğu’da yeni bir kanlı süreç başladı. 2011 yılında başlayan Suriye savaşıyla, “kardeşim Esad” söylemi yerini “Katil Esed’e” bıraktı. Aynı dönemde “Çözüm Süreci” adımları atılmaya başladı. Kısa süre sonra ise Cemaat-AKP gerilimi su yüzüne çıktı. Dershanelerin kapatılması ve MİT krizi gerilimi ilk kavga konularıydı. Ancak taraflar arasında çözüm yolları aranmaya, iktidar ortakları arasında sulh tesis etmeye dönük adımlar uzun süre devam etti.

Toplumsal muhalefet bütün eksikliklerine rağmen her zaman sokaktaydı. Doğanın, kentlerin yağmalanmasına, gerici politikalara, temel hakların piyasalaştırılmasına ve baskıya karşı yürütülen mücadeleler 2010 sonrasında büyüyor, yaygınlaşıyordu. Gezi Direnişi bütün bu mücadeleleri, milyonlarca insanı birleştiren bir isyan oldu. Gezi sürecinde hala birlikte hareket eden AKP-Cemaat ortaklığı ise 17-25 Aralık operasyonlarıyla büyük oranda sona erdi.

Yine de sokakta yenilen AKP sandıktan galip çıkıyordu. 2014’te yapılan yerel seçimlerde AKP birinci parti çıktı. Aynı yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan %51.80’le seçildi. 2014’ün son baharında Kobane’ye dönük IŞİD saldırılarına karşı yükselen eylemlerde 46 kişi hayatını kaybetti. Bu mesele üzerinden yükselen gerilim bir daha hiç düşmeyecekti.

AKP, 7 Haziran 2015’te sandıktan birinci çıksa da ilk yenilgisini yaşadı. Meclis çoğunluğunu kaybetti, HDP oylarını 13,1'e yükseltti, 80 milletvekiliyle meclise girerek dengeleri değiştirdi. HDP, kendi tabanı dışında “AKP’yi durdurmak” amacıyla hareket eden milyonlarca insandan oy almıştı.

KANLI PLAN

Sonuçlar koalisyon hükümeti derken başka bir plan devreye sokulmuştu bile. AKP karşıtı kesimler “nefes alabilme” mutluluğunu yaşıyordu ama ülke hızla tekrar boğucu bir iklime sürüklendi. 20 Temmuz’da, Suruç’ta ülkemiz tarihinin en büyük gençlik katliamında 33 insanımız bombalı bir saldırıyla katledildi.

22 Temmuz’da Urfa Ceylanpınar’da iki polis evlerinde başından vurularak öldürüldü. Çözüm süreci taraflar açısından nihayete ermişti. Bu arada HDP’ye dönük gözaltı ve tutuklama furyası başladı, 11 Ağustos’ta, erken seçimin 1 Kasım’da yapılacağı ilan edildi.

Çatışmalar, hendekler, yıkılan mahalleler ve ölümlerin ortasında, savaşan taraflar arasında “barış” çığlığı duyulmuyordu.

Böyle bir ortamda DİSK, KESK, TTB, TMMOB’un çağrısına CHP dâhil olmak üzere demokratik kamuoyu içinde sayabileceğimiz neredeyse bütün partiler, kitle örgütleri ortak oldu. Bu ülkeyi gerçekten sevenler çatışmaların, ölümlerin son bulması için bir adım attı. On binler Türkiye’nin dört bir yanından 9 Ekim’i 10 Ekim’e bağlayan gece yollara düştü.

Güzel, güneşli ve her şeye rağmen umutlu bir günde on binlerce insanın ortasında patladı bombalar. Ülkemiz tarihinin en büyük kitle katliamlarından biriydi yaşanan. Kimin hayatta kaldığını, kimin öldüğünü, kimin yararlandığını bilmediğimiz ilk anlarda hayatta kalanlar polisin sert tutumuna, itilip kakılmaya, gaza maruz kalıyordu. Ambulanslar bir türlü gelmiyor, TTB yetkilileri Sağlık Bakanlığı yetkililerine ulaşamıyorlardı.

Unutulmuyor, unutulmamalı… İçişleri Bakanı Selami Altınok’un “İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna “güvenlik zafiyeti yoktur.” diye cevap vermesini, Adalet Bakanı Kenan İpek gülümsemesini, “kokteyl örgüt” diye deli saçması yalanlarını, cenaze törenlerinde yapılan saldırıları, her yıl anmalarda yaşattıkları zulmü hiç unutmamalı. Konya’da futbol maçı öncesinde yapılan saygı duruşunun ıslıklarla, tekbirlerle sabote edilmesi unutulmamalı.

Katliamdan bugüne kadar devam eden hukuki süreç 10 Ekim’in planlı bir saldırı olduğunu kanıtladı. Ülkenin gidişatına katliamlarla yön vermekten vazgeçmeyen kontrgerilla siyaseti yine devredeydi. Tutukluların olması, cezaların verilmesi olayın bütün faillerinin ortaya çıkartıldığı anlamına gelmiyor. Katliamı planlayan, yol verenler, göz yumanları ortaya çıkartacak, yargı önüne çıkartacak adımlar atılmıyor. 16 Mart, Maraş, Sivas katliamlarında olduğu gibi.

Bu yüzden 10 Ekim yalnızca mahkemelerde süren, sürecek bir davanın konusu değildir. İnsanlık suçunu işleyenlerin yargılanması, bütün suçluların, siyasi sorumluların hesap vermesi ancak toplumsal mücadeleyle mümkün olabilir.

10 Ekim’de yitirdiğimiz insanlarımızdan devraldığımız miras eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin, insanca yaşamın kurulması düşü ve mücadelesidir. Adlarını yaşatmak hepimizin sorumluluğudur, görevidir. Onları hasret, sevgi ve saygıyla anıyorum…

Etiketler
Gar katliamı 10 Ekim